Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Din
 YöntemBilim Forumu | Diğer | Din
Mesaj icon Konu: çağda kainat tasviri Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3486

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: çağda kainat tasviri
    Gönderim Zamanı: 22-Kasım-2020 Saat 20:10
Kainat01: 39.ncu slayt Eki:


ÇAĞDAŞ KAİNAT TASVİRİ

İnsan, öğrenmede deneme ve yanılma olgusuna bağımlıdır. Bu nedenle , nesnelere ilişkin bilgileri, sürekli değişir. Bu nedenle de kainat hakkında tasvirlerini yeni verilerle düzeltir. Böylece, evren hakkındaki FENNİ kuramlarını, geliştirerek ilerletir. Ancak birikim ve gelişime dayanan sonsal bilgisini evrene ilişkin DİNİ kitaplarla nakledilen kutsal sözlerle ilişkisini kurmakta daha ince bir düşüne ve daha duyarlı bir anlayışa gereksinim var.. Bu zor ve güç işi başarmakta kararlıysanız, sizden önyargısız bir sorgulama, dikkatli ve sabırlı bir kurgulama bekliyorum.    

İlk önce şunu belirteyim ki, evrenin “KOSTANTLAR”ı olan açık “ölçümler” yani “değişmezler”in hangi veriler olduğu saptamak ve Kitabın “MUHKEMAT”ı olan kesin “anlamlar” yani “nasların” ne gibi bildirimler olduğunu tespit etmekse ise, hem bu yazının konusunu hem yazarının ihtisasını aşar. Çünkü evrene ilişkin   VERİLERİNİN geçerli açıklanması uzmanlarının yetkisine girer. Keza kitabi BİLDİRİMLERİNİN bağlayıcı anlaşılması da müçtehitlerin yapacağı bir iştir. Ama şu bana göre açık; yer ve gök hakkındaki, fenni betimlemeleri “değişmesi” ve dini yorumların “yenilenmesi” yüzünden her iki tür açıklamada zamanla değişen ve gelişen bir çizgi sergiler.

          “çok küçük evrenler” (MİKROKOSMOS) yani alem-i süfli ,   “çok büyük evrenler” ( MAKROKOSMOS) yani alem-i ulvi; araçlarımızın geliştiği kadar görüş alanımıza girse de dış beş duyumuzun limitlerini aşarlar.   Bu yüzden bu   “gizlenen evrenler” hakkında bilgilerimizi, duyarlığı çoğaltılan araçlarımızla birlikte araştırma ve inceleme tekniklerimizi   geliştirerek artırırız.

Bu deneme-yanılma olgusu ve araştırma geliştirme süreciyle teknik ve bilgilerimiz yetkinleştikte ve araçlarımız geliştikçe, yeni varlıklar ve yeni olaylardan haberdar oluruz. Elde ettiğimiz “taze” bilgileri ve yaptığımız “yeni” kuramları tartışma ve eleştiriler ile test ediyor, denetliyoruz. Bu değişim ve gelişim, denetim ve düzeltimler, yeniliklerin motorudur. Bu keşif ve icatlarla fenni bilgilerimizi revize ediyoruz ve kuramlarımızı değiştiriyoruz. Bu tecdid ve yeniliklerle   dini kavrayış ve yorumlarımızı da geliştiriyoruz.

Ancak bu bilgi saçılım ve görüş açılımının kökü ve kaynağı olan   Evren sabiteleri ve Kitab Muhkematı değişmiyor. Çünkü onlar tam ve yetkindirler. Evrim geçiren ve gelişen bizim bilgilerimiz ve görüşlerimizdir. Tekessür ve temasül kanunlarının açıklamak , tenevvü ve tenasül yasalarının yorumlamak suretiyle   canlı ve cansız evrene ilişkin toptan bir tekamül (evrim) kuramının çıkartılması fenni değil felsefi bir konudur. Bu konuyu webimde din ve fen ilişkileri sayfasında tartışması yapılmıştır oraya gönderme yapıyorum.

Şimdi..   binbeşyüz yıl önce insanlar kainatı akdeniz çevresinden ibaret zannederken bu gün güneş siteminden başka yıldızların gezeğenleri   keşfetmektedir. Yine beş yüz yıl öncesinde güneşi evrenin merkezi zannederken yirminci yüzyıl başlarında onun yıldızlardan bir yıldız olduğu ortaya çıktı. Keza kendi galaksimizin ve başka galaksilerin varlığını yetmiş yıl önce, gelişen araçlarımız ve değişen kuramlarımız sayesinde öğrendik.
       
Demek ki zamanla edindiğimiz verilere göre göklerin ve gök sistemlerin yapı ve işleyişi hakkında bilgilerimizi yenilemek ve değiştirmek, düzeltmek ve geliştirmek zorundayız. Bu değişim seyri bazan evrimsel bazan devrimsel bir nitelik arzeder. Ama her ikisi de birbirine tamamlayan gelişim ortaya koymaktadır. Ama her devrim, hem fenni hem dini olarak kainat tasvirimizde köklü değişikliklere yol açıyor. Bu değişim artık yüzyıllara değil bir insan ömrüne sığıyor. Bu güne kadar kozmoğrafya üç devrim geçirmiştir:

İlk kainat tasvirimiz; Aristo (ölçme ve sayma kullanmayan nitel tanımlamalı) fiziğine dayalı Batlamyus’un yer merkezli kainat telakkisidir.

İkincisi Newton’un gelişen kozmolojik ölçümlerine ve değişen matematik hesaplama tekniklerine dayalı güneş merkezli kuramdır. Newton aynı zamande kendi buluşu olan matematik analizle genel çekim yasasını kanıtlamıştı. Newton fiziğine dayanan   (değişen hızlı / değişmeyen zaman ve mekan kavramlı) düşünce,   Kant-Laplace   güneş merkezli kainat tasviri (kuramı) nın temeli oldu.

Üçüncüsü Einstein’in (ışık hızı değişmezli / değişen zaman-mekanlı izafiyet fiziği) de düşüncesi   dayalı merkezsiz Büyük Patlama (Big Bang) Kuramına yol açtı. Bu güne kadar Kozmoğrafya fiziği izledi, sanırım bundan sonrada beraber gidecekler daha sonrada fizik, kozmolojiyi izleyecek.. diye düşünüyorum. Masraflı parçacık hızlandırıcıları atomu lime lime ederken “Hesap” ve “Kitab” evreni lif lif açıyorlar..


Evrene ilişkin bilgimizin evriminde, bilgilerimizin birikimi, araç gelişimi ve bilimlerin birbiriyle yardımlaşması esas zemindir. Bunu astronomiye ilişkin nazariyelerimizin değişmesinde ve gelişmesinde açıkca görüyoruz. Astronominin evrimi ne sadece göklerin gözleminde araçlarımızın duyarlılığının artması   ne de sadece yerde edindiğimiz ve geliştirdiğimiz fizik bilimine ilişkin telakki, tasvir ve faraziyelerin doğrudan etkisi vardır. Hem sadece fizik bilimlerin değil matematik araçlarımızın geliştirilmesinin de önemi vardır Genel çekimin kanıtlanması, Newton’un keşfi olan matematik analizle mümkün olmuştur. Işık hızı ölçümüyle birlikte Einsten Matematikten, Lorentz dönüşümlerinden yararlanmıştır.

VE EN ÖNEMLİSİ, Kitabın bildirimlerinden ve aydınlığından yararlanılması gerçeğinin unutulmasıdır: Kitab”ın bize “GÖKLERİ VE YERİ İNCELEMİYORMSUNUZ VE DÜŞÜNMÜYORMUSUNUZ ? diyen sürekli çağrı ve uyarılarını göz ardı ediyoruz. Bu gaflete rağmen, batıda yer merkezli görüş dini hüviyete bürünerek yüzyıllardır istibdadını devam ettirmesine rağmen bizde yer ve güneş merkezli görüş ikisi birlikte fenni nazariye halinde kalmıştır. Hatta İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Marifetname”sinde fenni kesinlik kazanmadığı dönemlerde bile Güneş merkezli kainat telakkisi, asıl kabul edilmiştir.

Kaldı ki bu üç kainat tasviri birbirinden tamamen kopuk değildir, kademeli bir ilerleme sergiler. Yer merkezli (kapalı), güneş merkezli (değişmez) ve merkezsiz (görecel) kainat olmak üzere üç telakki; üç tarihi değişimi yansıtan, hepside alanlarında geçerli olan, birbiri içinde üç ayrı dünyadır. Sokaktaki avam ilkini tanır ve her yerde geçerlidir, lisedeki talabe ikincisini öğrenir ve yeryüzünde geçerlidir, üniversitede astronomi bilimi tahsil eden üçüncüsünü öğrenir ve uzayda yürürlüktedir.

Arabaları atların yada motorların çektiği engebeli ve sürtünmeli yeryüzünden , süredurumla gidilen ve çekimsiz boşlukta durulan uzaya çıktığımızda dünyamızda değişir. Ama ister yer yüzünün “altını” inceliyelim ve ister gökyüzünün “üstünü” araştıralım değişmeyen iki husus var:

Birincisi; dini açıdan insanın YARATILIŞIN ortasında bulunduğu gerçeğidir. Makro A “kübbe”/kürre ile mikro C “cübbe”/zerre   arasında bir midi B “habbe”/hücre menzil olan bedenimizin evrenin “merkesinde” durmasıdır. İnsan, evrenin göz bebeğidir. (ARZ) (*)

İkincisi; fenni açıdan bilgilerimizin bir EVRİM geçirdiği olgusudur. Hem bedinimizin “üstündeki” MAKRO DÜNYA, hem bedenimizin “altındaki” MİKRO DÜNYA yani yıldızlara ve atomlara ilişkin bilgilerimizin birbirlerini etkiliyerek değişmesi, yenilenmesi ve gelişmesidir. (SEMA)       

İşte Kur’an-ı Azimüşşan insanların FKB (Fizik-Kimya-Bioloji) ve özellikle astronomi bilimlerinin bu gelişmeli özünü nazara alarak fennin maddi konularında bağlayıcı bilgiler vermemişken ne yazık ki bazı din adamlarının evren hakkındaki kuram ve yorumları kitabi ve dini gerçekler zannedilmiş ve üzülerek ifade edelim ki zamanla eskiyen ve geçerliliğini yitiren bu görüşler için din ve kitap suçlanmıştır.

     Bu YANLIŞA YENİDEN DÜŞMEMEK İÇİN, bu değişim ve gelişim hakikatini nazara alarak bu sunumda verilen bilgi ve belgelerin, yapılan açıklama ve yorumların, nihayet bizim çağımızın kainat tasvirleri (betimlemeleri) ve nazariyeleri (kuramları) olduğu unutulmamalıdır. Hatta bu surumda esas alınan big bang kuramına ilişkin yeni itirazlardan sunumda bahsedilecektir. Keza bu sunumda anlatım, tasarım ve kurgulamaların, kişisel “bilgime” ve yorum “kapasitesime” bağlı zihni bir model olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.

     Elbette anlatılanlarda gerçeğin doğru yanlarıyla birlikte kişilerin hata payları da olacaktır. İdeal olan kişisel hata paylarının giderek azaltılmasıdır. Bu bağlamda Kozmoğrafya alanında geçmişin masa başı spekülasyonlarından gözlem ve ölçüme bağlı kanunlara doğru gelişerek hurafelerden arınmakta olduğu da bir vakıadır. Simya da kimyaya, astrolojiden astronomiye geçişi hatırlama, bu olguyu örneklendirecektir. Zaten insanlığın misyonu, fıtratın vazifesi ve yaratılışın amacıda bu dini “doğru”yu açma ve fenni “gerçeği” genişletme değil midir ?

     Bu özetlemeden sonra ,

A) Şayet kozmolojinin son verileri olan;

1) Big bang
2) İçiçe anaforlara teorisini
3) Parite doktrini
4) Parelel evrenler kuramını;

nazara alırsak

B) Kur’an-ı Azimüşşan’ın çağdaş yorumu olan Risale-i Nur Yedi gök hakkındaki açıklamalarına ve bu suna esas olan AyetelKübra Risalesinin birinci mertebesine;

bağlı kalırsak,

     “ARZ”ı,   bedenimizin bulunduğu rasat ve gözetleme “merkezi”, “SEMA”yı da, bu merkeze göre muhit ve gözeteleme “sınırı” (ya da alanı) olarak alabilir ve yorumlayabiliriz.

Buna göre bizim merkez noktamız (önce arzdı, sonra güneş oldu, sonra galaksi oldu, sonra mahalli galaksi kümemiz oldu, sonra... ) daima yenileşecek ve değişecektir. Çünkü çevre sınırımızda sürekli değişmekte   ve genişlemektedir. Başka bir ifade ile bilgimizin evrimi ile her bir “sema” (muhıt) , bir üst semaya nisbeten “arz” (merkez) haline gelmektedir. Bu arz ve sema tanımlamalarımızın değişmesine merkez ve muhit koordinatlarımızın yenilenmesine rağmen rağmen, üçü altta – dördü üstte yada yedisi altta – yedisi üstte, “KESRET” (ÇOKLUĞU) ifade eden “yedili sistem”, ister fenni bilgimizin tespitti gibi “izafi” bulunsun, ister dinin inancımızın belirttiği gibi “mutlak” olsun, korunmaktadır. Başka bir ifadeyle, gökler hakkında bu yenilenen ve gelişen bilgilerimize karşılık “seb’a semavat” (tıkla) yani “yedi gök” yada “kesretli sema” sürekli gerçeğine olan inancımız (tıkla) değişmeyecektir.

Rasat (gözlem) merkezinin DEĞİŞMESİNİ, NESNE değişmesi, KİMSE değişmesi yada nesne ve kimse ilişkisinin adı olan BİLGİ değişmesi olarak üç anlamda aldığımızı belirterek Ancak DEĞİŞMEZ konusunda “şimdi” şunları söyleyebilirim:

Şimdi biz evreni, patlayan bir tohumdan bugünün boyutuna ulaşan kocaman bir DAİRE ya da HÜVE olarak düşünebiliriz. Bu daire yine bir nevi nüveler ve hüveler olan zerreler ve kürelerden oluşmuştur.
Zerreler ise zaman ve mekan kadrosunda ortaya çıkan “kütlesi” ve “hareketi” olan      ÇİFT YAPILI minik varlıklardır.
Kürreler ise, birbiri içinde   DÖRT mütedahil daire (odalar ve obalar halinde) oluştururlar. Bu daireler genel zaman ve mekan kadrosunu paylaşan birbiri içinde “organ-sistem-ortam” hiyerarşisi içinde kademelenme gösteririr. Çünkü bu çift yaratılış (parite) en genel evren yapılanma yasadır. Çünkü evrende Hüve lafzı gibi “O”nu göstergeler..



Bu sunumda, dünyanın atmosferi hariç olmak üzere onun üstündeki üç uzayı tanıtmaya çalıştık.

Kürreler sisteminde bir alt küre bir üst kürenin içeriğini, bir alt öğe bir üst kümenin elemanını ve bir alt sistem bir üst ortamın organını oluştururlar. Mesala arz, bir gezegen olarak diğer gezegenlerle güneş (yıldız) sisteminin içeriğini oluşturur. Güneşle birlikte yüz milyar yıldız, samanyolu (galaksi) sisteminin elemanları haline gelirler. Bizim galaksimizle birlikte yüz milyar galakside dördüncü küre olan kainatın alt sistemleri halinde birbirine bağlanmıştır.

Bu gün için hem hacimleri ve koşulları yektdiğerine muhalif hem öğeleri ve elemanları birbirinden farklı birbiri içinde dört uzay gözlenmektedir. Birincisi, arzın, ATMOSFER boşluğu yani cevv-i sema. İkincisi güneş(yıldız) sisteminin GEZEGENLERARASI uzayı yani sema-ed-dünya. Üçüncüsü, galaksi (gökada) sisteminin YILDIZLARARASI uzayı. Dördüncüsü, galaksilerin oluşturduğu kümeler, bu kümelerin oluşturduğu ÜSTBOŞLUKLAR.

     Küreler’e “hüveler” demiştik. Çünkü; kürreler, çifter kübbeleri, onlar çifter zerreleri, onlar çifter cübbeleri oluşturmaktadır. Bu ikisi arada hücreler ve nüveler var.. Hücrelere yüklenen “ene”ler geçtiğimizde artık evren ilimlerinden insan ilimlerine geçeriz.. enelerden oluşan zümreler kimi dini kimi fenni tutarak insanın kendini ve evreni anlamasına ve açıklamasına yardım etmektedirler.. Siz hangi tarafta olursanız olun acizane bir tavsiyem var.. karşı tarafa da dinlemeyi öğrenin ve ondan yararlanmaya alışın.. ben yaptım çok yararlı oluyor.. Kaybınız olmaz kesinlikle.. zaten çok değerli olan inancınızı, ister teist ister ateist, kolay kolay vermezsiniz. O zaten sizin hayatınızın temeli.. Ama gerçekten bir kapı açılırsa az bir kazanç değil bu..

     Şimdi gördük ki bütün bu yaratılanlar; “Ve halaknaküm ezvaca” yani “ve biz her şeyi çift yarattık” buyruğuna uyuyor, ama ben ya da ben hala “uyuyor” olabiliriz, şu dile bak.. sanki bizimle alay ediyor (*) bilimsel ve evrensel bir tespit olan parite (çift yaratılış) yasası bilgisiyle uygunluk içinde ve bizim uyumumuz da buna bağlı..

     Paritenin (zevc: zıdd ve nidd); her görünen evrenin görünmeyen çifti, her maddenin antisi, her boyutun gizlisi, her yaratılanın paritesi, var demektir. Partner aramadan neden duramadıklarını belki şimdi anladın..

     Şimdi paritenin (ezvac-ezdad) kozmolojik ve ontolojik anlamından eksiztansiyel ve epistemik anlamına geçersek;

     Bilginin çoğalttığı her nesnenin yada tersine nesnelerin çoğalttığı her bilginin,

      Latince ve Arapça iki gözlü “H” harfi gibi çift ve karşıt gözü gibi (her nesnenin yapı ve işlevi) yada (her bilginin ilke ve verisi) bulunur.

O halde dünyamızın çiftini aramak gerekecektir. Vahdeti karşısındaki kesrete yönelenlerden, evrende “yer küre” nin simetrisini arayan çıkabilir veya “arz”ın paralelini bulmak isteyen olabilir. Hatta Kur’an-ı Azmişşan, yedi arzdan bahsediyor kapalı olarak, yani dünya dışı yedi uygarlıktan. Fakat bizce, en değerli tenazur (bakışımlılık) ve en önemli muvazi (koşutluk), Hem, bizi de barındıran bu fâni “dünya” güzelinin,   “uhra” yansımasının ve “amel” tohumunun, bâki ukbadaki açılmasıdır.

Hem kesretin, (tıkla) ebter tuzağından, heva ve hevesten ari hak ve hakikati görmek göstermek suretiyle, kurtularak kevser denizinde vahdeti bulmasıdır.   

Ne mutlu nefsini tutana,
Ne kutlu enesini dizginleyene
Ne mutlu ısrafa karşı koyana
Ne kutlu zulme baş kaldırana
Ne mutlu insanı yükseltene
Ne kutlu islami yüceltene
Ne mutlu ve ne kutlu,
Türklüğünü ve Kürtlüğünü
Rasulullaha ve Kitabullaha verene
Ne hoş ne hoşnud
Hoşgörüsünü ve öngörüsünü
Koruyan ve kurtarana...
Ve ALLAH’A ABD OLANA
Ki onlar bu gün ABD’e abdal olmazlar.

Böyle bir Abdullah’a bir değil bin dünya verilse az geliyor... O kadar ki cennetlerin ötesine Rıza-yı Bari veriliyor..


10.04.2005

Osman ZİYAOĞLU







(*) Slaytımızıda evrenin göz bebeklerini izleyin bunu göreceksiniz.. gözlerinize inanmazsanız bende hoca gibi inanmazsan ölç diyeceğim. Malum hoca sormuşlar dünyanın merkezi neresidir ? O da demiş merkebimiz bastığı yerdir, diyerek Einstein’in merkezsiz görecel evren telakkisini o zamandan beri savunmuştur. Çünkü bu gün biliyoruz ki Big Bang kuramına göre her “yer” evrenin merkezidir. Burası oradan dünyaya baktığımız odaktır. Odağı özek haline getirmekte her kişinin kendi sorunudur.

(**) Felsefe ekibinde Osmanziya adıyla yazdığım yazılardan anlaşılacağı üzere, yöntebilimsel yaklaşımım fen ve din ilişkileri genelinde ve bilginin yapı ve işleyiş olgu ve ilkelerini nazara alma özelinde “katı” bilimsel kuram ve “kesin” dini yorum, kabul etmez. Fen ve din ilişkileri bundan daha genel olan dil ve din ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirilir. Bu ilişkilerde de iki DEĞİŞMEZ var: Birincisi katı yöntem ve ikincisi kesin inanç. Aklımızın zorunlu yasaları ve bedenimizin olası verileri bizi hem böyle hem de şöyle bakmaya zorlar. Düzenli bir evreni ileri süren ve kanıtlayan insanlar kadar rast gele bir evreni düşünen ve belgeleyen kişilerde bulunacaktır. Her iki yanı birlikte gören ve gösterenlerde. Keza inanç yönünden aklı aşan kalb ve ruh gibi cihazları kullanan ya da gözlemin ve mantığın üstünde bulunan kaynaktan bilgilenen yada bilgilendiğini ileri süren insanların din ve öğretileriyle konuşanlar olduğu gibi sınırlı veriler dışındaki bilgilere inanmayan yada sınırlı verileri saltlaştıran ve bilimi dinleştiren mantıksız insanların inanç ve metafiziği de bulunacaktır, her zaman. Bütün bu olasılıkları nazara aldığımızda yöntembilimsel yaklaşımın anlamı şu oluyor:

Kesin içerikli ve donmuş bir “bilgi” olası değildir ve katı ve değişmez durmuş bir “gerçek” yoktur.

Bu şu demekte değildir: kullanılacak içerikli belirli bir bilgi olamaz ve dayanılabilen ve varsayılan bir gerçek yoktur. “tırnakları” sökülmüş bir bilgi ve gerçek vardır. Ama bu bilgi gelişir ve gerçek değişir.   Ama tırnaklı bir SALT “bilgi” ve SALT “gerçek” peşine düştüğüm zaman yöntembilimsel yaklaşıma başvurmak zorunda kalıyorum.

Bu günkü veriler bilgileri ve onların tarihsel süreçlerini nazara aldığımda; birbirini içine alan ve en yenisi, kuramların en özeli yada en geneli kalan Aristo, Newton ve Enistein “fizikler”ine dayalı “Astronomiler” görüyor ve biliyorum. Bir tarafatan da insanın istidatlarının genişliğinin KİTABIN okyanusuna sığabileceğine inanıyor ve yaşıyorum. Böyle bilgi ve gerçek ol.an.ak.ları hususunda insan ve evrenin var.ol.uş’u konusunda hem önümüzde uzun evrimli bir yolun bulunduğunu hem burnumuzun dibinde çok kısa devrimli bir yüzün bulunduğunu da gösteriyor. İsteyen dilediği ve diledikleriyle gider!   

     “     
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3486

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 23-Kasım-2020 Saat 15:35
DÜZELTİLMİŞ:

Kainat01: 39.ncu slayt Eki:
14 sayfa 2298 kelimelik bu yazıy
09.04.2001 tarihinde yazmışım.
Bu gün 23.11.2020 tarihi itibariyle
19 sene önce yazmışım.
10.04.2005 de revize etmişim.





ÇAĞDAŞ KAİNAT TASVİRİ

İnsan, öğrenmede deneme ve yanılma olgusuna bağımlıdır. Bu nedenle , nesnelere ilişkin bilgileri, sürekli değişir. Bu nedenle de kainat hakkında tasvirlerini yeni verilerle düzeltir. Böylece, evren hakkındaki FENNİ kuramlarını, geliştirerek ilerletir. Ancak birikim ve gelişime dayanan sonsal bilgisini evrene ilişkin DİNİ kitaplarla nakledilen kutsal sözlerle ilişkisini kurmakta daha ince bir düşüne ve daha duyarlı bir anlayışa gereksinim var.. Bu zor ve güç işi başarmakta kararlıysanız, sizden önyargısız bir sorgulama, dikkatli ve sabırlı bir kurgulama bekliyorum.    

İlk önce şunu belirteyim ki, evrenin “KOSTANTLAR”ı olan açık “ölçümler” yani “değişmezler”in hangi veriler olduğu saptamak ve Kitabın “MUHKEMAT”ı olan kesin “anlamlar” yani “nasların” ne gibi bildirimler olduğunu tespit etmekse ise, hem bu yazının konusunu hem yazarının ihtisasını aşar. Çünkü evrene ilişkin   VERİLERİNİN geçerli açıklanması uzmanlarının yetkisine girer. Keza kitabi BİLDİRİMLERİNİN bağlayıcı anlaşılması da müçtehitlerin yapacağı bir iştir. Ama şu bana göre açık; yer ve gök hakkındaki, fenni betimlemeleri “değişmesi” ve dini yorumların “yenilenmesi” yüzünden her iki tür açıklamada zamanla değişen ve gelişen bir çizgi sergiler.

          “çok küçük evrenler” (MİKROKOSMOS) yani alem-i süfli ,   “çok büyük evrenler” ( MAKROKOSMOS) yani alem-i ulvi; araçlarımızın geliştiği kadar görüş alanımıza girse de dış beş duyumuzun limitlerini aşarlar.   Bu yüzden bu   “gizlenen evrenler” hakkında bilgilerimizi, duyarlığı çoğaltılan araçlarımızla birlikte araştırma yöntemlerimizi ve inceleme tekniklerimizi   geliştirerek artırırız.

Bu deneme-yanılma olgusu ve araştırma geliştirme süreciyle bilgilerimiz yetkinleştikçe ve teknik araçlarımız geliştikçe, yeni varlıklar ve yeni olaylardan haberdar oluruz. Elde ettiğimiz “taze” bilgileri ve yaptığımız “yeni” kuramları tartışma ve eleştiriler ile yeni gözlemlerimizle test ediyor, denetliyoruz.

İşte bu değişim ve gelişim, denetim ve düzeltimler, yeniliklerin motorudur. Bu keşif ve icatlarla fenni bilgilerimizi revize ediyoruz ve kuramlarımızı değiştiriyoruz. Bu tecdid ve yeniliklerle   dini kavrayış ve yorumlarımızı da geliştiriyoruz. Bunlardan korkmamak gerekir.

Ancak bu bilgi saçılımının ve görüş açılımının kökü ve kaynağı olan   Araçlarımızın yeteneği kadar bulunan evren sabiteleri ve aklımızın gereği kadar olan Kitab Muhkematı değişmiyor. “Kadar” diyorum çünkü onlar da bize “verilen” kadar tam ve yetkindirler. İmamı Nursi’nin MESAİL-İ MANEVİYE dediği bu kısım değişmez. Ancak MESAİL-İ MADDİYE dediği tekamül edip evrilen ve gelişen bizim görüş ve düşüncelerimizle kurumlarımız ve kurumlarımız, bilgilerimiz ve buyruklarımızdır.

Tekessür ve temasül kanunlarının açıklamak , tenasül ve tenevvü yasalarının yorumlamak suretiyle   cansız ve canlı evrene ilişkin toptan bir tekamül (evrim) kuramının çıkartılması fenni değil felsefi bir konudur. Bu konuyu webimde din ve fen ilişkileri sayfasında tartışması yapılmıştır oraya gönderme yapıyorum.

Şimdi..   binbeşyüz yıl önce insanlar kainatı akdeniz çevresinden ibaret zannederken bu gün güneş siteminden başka yıldızların gezeğenlerini   keşfetmektedir. Yine beş yüz yıl öncesinde güneşi evrenin merkezi zannederken yirminci yüzyıl başlarında onun yıldızlardan bir yıldız olduğu ortaya çıktı. Keza kendi galaksimizin ve başka galaksilerin varlığını yetmiş yıl önce, gelişen araçlarımız ve değişen kuramlarımız sayesinde öğrendik.
       
Demek ki zamanla edindiğimiz verilere göre göklerin ve gök sistemlerin yapı ve işleyişi hakkında bilgilerimizi yenilemek ve değiştirmek, düzeltmek ve geliştirmek zorundayız. Bu değişim seyri bazan evrimsel bazan devrimsel bir nitelik arzeder. Ama her ikisi de birbirine tamamlayan gelişim ortaya koymaktadır. Ama her devrim, hem fenni hem dini olarak kainat tasvirimizde köklü değişikliklere yol açıyor. Bu değişim artık yüzyıllara değil bir insan ömrüne sığıyor. Bu güne kadar kozmoğrafya üç devrim geçirmiştir:

İlk kainat tasvirimiz; Aristo (ölçme ve sayma kullanmayan nitel tanımlamalı) fiziğine dayalı Batlamyus’un yer merkezli kainat telakkisidir.

İkincisi Newton’un geliştirilmiş güneş merkezli kainat tasviridir. Yeni kozmolojik keşif ve ölçümlere dayanan bu kuramı Newton aynı zamanda kendi buluşu olan matematik analizle genel çekim yasasını kanıtlamıştı. Newton fiziğine (değişen hızlı / değişmeyen zaman ve mekan kavramlı) bağlı bu düşünce,   Kant-Laplace   güneş merkezli kainat tasviri (kuramı) nın temeli oldu.

Üçüncüsü Einstein’in (ışık hızı değişmezli / değişen zaman-mekanlı izafiyet fiziği) de düşüncesi   merkezsiz Büyük Patlama (Big Bang) Kuramına yol açtı. Bu güne kadar Kozmoğrafya fiziği izledi, sanırım bundan sonrada beraber gidecekler daha sonrada fizik, kozmolojiyi izleyecek.. diye düşünüyorum. Bir ülkesinin bütçesine sağmayacak kadar masraflı parçacık hızlandırıcıları atomu lime lime ederken “Hesap” ve “Kitab” evreni lif lif açıyorlar.. demişim bu yazıyı yazarken… Keşke bu açılımların gelecekte hangi yeni kuramları açacaklar bilmiyoruz.. deyeseymişim.. çünkü yazıyı yazdıktan yirmi yıl sonra bu gün paralel evrenlerden, anti maddeden, karanlık maddeden.. karanlık enerjiden söz ediyoruz ve 14,7 milyar yaşında ve 100 milyar çapında görünün evrenin görünmeyenin evrenin ancak yüzde dördü kadar olduğunu düşünüyoruz.


Evrene ilişkin bilgimizin evriminde, bilgilerimizin birikimi, araç gelişimi ve bilimlerin birbiriyle yardımlaşması esas zemindir. Bunu astronomiye ilişkin nazariyelerimizin değişmesinde ve gelişmesinde açıkca görüyoruz. Astronominin evrimi ne sadece göklerin gözleminde araçlarımızın duyarlılığının artması   ne de sadece yerde edindiğimiz ve geliştirdiğimiz fizik bilimine ilişkin telakki, tasvir ve faraziyelerin doğrudan etkisi vardır. Bunlarla birlikte sadece fizik bilimlerin değil matematik araçlarımızın geliştirilmesinin de önemi vardır. Yer merkezli evren tasviri genel çekimin kanıtlanması, Newton’un keşfi olan matematik analizle sağlanmıştır. Merkezsiz evren betimlemesi ise ışık hızı ölçümüyle birlikte Einsten Matematikten, Lorentz dönüşümlerinden yararlanmış bulunmasıyla gerçekleştirilmiştir.

VE EN ÖNEMLİSİ, Kitabın bildirimlerinden ve aydınlığından yararlanılması gerçeğinin unutulmasıdır: Kitab”ın bize “gökleri ve yeri incelemiyormsunuz ve düşünmüyormusunuz ? diyen sürekli çağrı ve uyarılarını göz ardı ediyoruz. Bu gaflete rağmen, batıda yer merkezli görüş dini hüviyete bürünerek yüzyıllardır istibdadını devam ettirmesine rağmen bizde yer ve güneş merkezli görüş ikisi birlikte fenni nazariye halinde kalmıştır. Hatta İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Marifetname”sinde fenni kesinlik kazanmadığı dönemlerde bile Güneş merkezli kainat telakkisi, asıl kabul edilmiştir.

Kaldı ki bu üç kainat tasviri birbirinden tamamen kopuk değildir, kademeli bir ilerleme sergiler. BİR yer merkezli (kapalı), İKİ güneş merkezli (değişmez) ve ÜÇ merkezsiz (görecel) kainat olmak üzere üç telakki; üç tarihi değişimi yansıtan, hepside alanlarında geçerli olan, birbiri içinde üç ayrı dünyadır. Sokaktaki avam ilkini tanır ve her yerde geçerlidir, lisedeki talabe ikincisini öğrenir ve yeryüzünde geçerlidir, üniversitede astronomi bilimi tahsil eden üçüncüsünü öğrenir ve uzayda yürürlüktedir.

Arabaları atların ya da motorların çektiği engebeli ve sürtünmeli yeryüzünden , süredurumla gidilen ve çekimsiz boşlukta durulan uzaya çıktığımızda dünyamızda değişir. Ama ister yer yüzünün “altını” inceliyelim ve ister gökyüzünün “üstünü” araştıralım değişmeyen iki husus var:

Birincisi; dini açıdan insanın YARATILIŞIN ortasında bulunduğu gerçeğidir. Makro A “kübbe”/kürre ile mikro C “cübbe”/zerre   arasında bir midi B “habbe”/hücre menzil olan bedenimizin evrenin “merkesinde” durmasıdır. İnsan, evrenin göz bebeğidir. (ARZ) (*)

İkincisi; fenni açıdan bilgilerimizin bir EVRİM geçirdiği olgusudur. Hem bedinimizin “üstündeki” MAKRO DÜNYA, hem bedenimizin “altındaki” MİKRO DÜNYA yani yıldızlara ve atomlara ilişkin bilgilerimizin birbirlerini etkiliyerek değişmesi, yenilenmesi ve gelişmesidir. (SEMA)       

İşte Kur’an-ı Azimüşşan insanların FKB (Fizik-Kimya-Bioloji) ve özellikle astronomi bilimlerinin bu gelişmeli özünü nazara alarak fennin maddi konularında bağlayıcı bilgiler vermemişken ne yazık ki bazı din adamlarının evren hakkındaki kuram ve yorumları kitabi ve dini gerçekler zannedilmiş ve üzülerek ifade edelim ki zamanla eskiyen ve geçerliliğini yitiren bu görüşler için din ve kitap suçlanmıştır.

     Bu YANLIŞA YENİDEN DÜŞMEMEK İÇİN, bu değişim ve gelişim hakikatini nazara alarak bu sunumda verilen bilgi ve belgelerin, yapılan açıklama ve yorumların, nihayet bizim çağımızın kainat tasvirleri (betimlemeleri) ve nazariyeleri (kuramları) olduğu unutulmamalıdır. Hatta bu surumda esas alınan big bang kuramına ilişkin yeni itirazlardan sunumda bahsedilecektir. Keza bu sunumda anlatım, tasarım ve kurgulamaların, kişisel “bilgime” ve yorum “kapasitesime” bağlı zihni bir model olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.

     Elbette anlatılanlarda gerçeğin doğru yanlarıyla birlikte kişilerin hata payları da olacaktır. İdeal olan kişisel hata paylarının giderek azaltılmasıdır. Bu bağlamda Kozmoğrafya alanında geçmişin masa başı spekülasyonlarından gözlem ve ölçüme bağlı kanunlara doğru gelişerek hurafelerden arınmakta olduğu da bir vakıadır. Simya da kimyaya, astrolojiden astronomiye geçişi hatırlama, bu olguyu örneklendirecektir. Zaten insanlığın misyonu, fıtratın vazifesi ve yaratılışın amacıda bu dini “doğru”yu açma ve fenni “gerçeği” genişletme değil midir ?

     Bu özetlemeden sonra ,

A) Şayet kozmolojinin son verileri olan;

1) Big bang
2) İçiçe anaforlara teorisini
3) Parite doktrini
4) Parelel evrenler kuramını;

nazara alırsak

B) Kur’an-ı Azimüşşan’ın çağdaş yorumu olan Risale-i Nur Yedi gök hakkındaki açıklamalarına ve bu suna esas olan AyetelKübra Risalesinin birinci mertebesine;

bağlı kalırsak,

     “ARZ”ı,   bedenimizin bulunduğu rasat ve gözetleme “merkezi”, “SEMA”yı da, bu merkeze göre muhit ve gözeteleme “sınırı” (ya da alanı) olarak alabilir ve yorumlayabiliriz.

Buna göre bizim merkez noktamız (önce arzdı, sonra güneş oldu, sonra galaksi oldu, sonra mahalli galaksi kümemiz oldu, sonra... ) daima yenileşecek ve değişecektir. Çünkü çevre sınırımızda sürekli değişmekte   ve genişlemektedir. Başka bir ifade ile bilgimizin evrimi ile her bir “sema” (muhıt) , bir üst semaya nisbeten “arz” (merkez) haline gelmektedir. Bu arz ve sema tanımlamalarımızın değişmesine merkez ve muhit koordinatlarımızın yenilenmesine rağmen rağmen, üçü altta – dördü üstte yada yedisi altta – yedisi üstte, “KESRET” (ÇOKLUĞU) ifade eden “yedili sistem”, ister fenni bilgimizin tespitti gibi “izafi” bulunsun, ister dinin inancımızın belirttiği gibi “mutlak” olsun, korunmaktadır. Başka bir ifadeyle, gökler hakkında bu yenilenen ve gelişen bilgilerimize karşılık “seb’a semavat” (tıkla) yani “yedi gök” ya da “kesretli sema” sürekli gerçeğine olan inancımız (tıkla) değişmeyecektir.

Rasat (gözlem) merkezinin DEĞİŞMESİNİ, NESNE değişmesi, KİMSE değişmesi yada nesne ve kimse ilişkisinin adı olan BİLGİ değişmesi olarak üç anlamda aldığımızı belirterek Ancak DEĞİŞMEZ konusunda “şimdi” şunları söyleyebilirim:

Şimdi biz evreni, patlayan bir tohumdan bugünün boyutuna ulaşan kocaman bir DAİRE ya da HÜVE olarak düşünebiliriz. Bu daire yine bir nevi nüveler ve hüveler olan zerreler ve kürelerden oluşmuştur.
Zerreler ise zaman ve mekan kadrosunda ortaya çıkan “kütlesi” ve “hareketi” olan      ÇİFT YAPILI minik varlıklardır.
Kürreler ise, birbiri içinde   DÖRT mütedahil daire (odalar ve obalar halinde) oluştururlar. Bu daireler genel zaman ve mekan kadrosunu paylaşan birbiri içinde “organ-sistem-ortam” hiyerarşisi içinde kademelenme gösteririr. Çünkü bu çift yaratılış (parite) en genel evren yapılanma yasadır. Çünkü evrende Hüve lafzı gibi “O”nu göstergeler..



Bu sunumda, dünyanın atmosferi hariç olmak üzere onun üstündeki üç uzayı tanıtmaya çalıştık.

Kürreler sisteminde bir alt küre bir üst kürenin içeriğini, bir alt öğe bir üst kümenin elemanını ve bir alt sistem bir üst ortamın organını oluştururlar. Mesala arz, bir gezegen olarak diğer gezegenlerle güneş (yıldız) sisteminin içeriğini oluşturur. Güneşle birlikte yüz milyar yıldız, samanyolu (galaksi) sisteminin elemanları haline gelirler. Bizim galaksimizle birlikte yüz milyar galakside dördüncü küre olan kainatın alt sistemleri halinde birbirine bağlanmıştır.

Bu gün için hem hacimleri ve koşulları yektdiğerine muhalif hem öğeleri ve elemanları birbirinden farklı birbiri içinde dört uzay gözlenmektedir. Birincisi, arzın, ATMOSFER boşluğu yani cevv-i sema. İkincisi güneş(yıldız) sisteminin GEZEGENLERARASI uzayı yani sema-ed-dünya. Üçüncüsü, galaksi (gökada) sisteminin YILDIZLARARASI uzayı. Dördüncüsü, galaksilerin oluşturduğu kümeler, bu kümelerin oluşturduğu ÜSTBOŞLUKLAR. (Semavattıan ötesinin KÜRSÜ olduğu ünlü Bakara 255’inci ayette bildirilim ve bunu da vesia (kuşatan) eden ARŞ’a işaret edilir. Bu konuda Hasn AYBERG’i Arz’dan Arş’a seri eserini ve Taşkın TUNA’nın “Ol dedi Oldu” iki ciltlik muhteşem yapıtını okumanızı öneririm)

     Küreler’e “hüveler” demiştik. Çünkü; kürreler, çifter kübbeleri, onlar çifter zerreleri, onlar çifter cübbeleri oluşturmaktadır. Bu cübbeler ve kubbeler arasında zerreler vardır ki bunlarda atomlar ve bunlarla yapılan nüveler ve bunlarla yapılan HÜCRE’ler var.. Hücrelere yüklenen “ene”lere geçtiğimizde artık evren ilimlerinden insan ilimlerine geçeriz.. enelerden oluşan zümreler kimi dini kimi fenni tutarak insanın kendini ve evreni anlamasına ve açıklamasına yardım etmektedirler.

Siz hangi tarafta olursanız olun acizane bir tavsiyem var.. karşı tarafa da dinlemeyi öğrenin ve ondan yararlanmaya alışın.. ben yaptım çok yararlı oluyor.. Kaybınız olmaz kesinlikle.. zaten çok değerli olan inancınızı, ister teist ister ateist, kolay kolay vermezsiniz. O zaten sizin hayatınızın temeli.. Ama gerçekten FAZLADAN ve FAZLINDAN bir kapı açılırsa az bir kazanç değil bu..

     Şimdi gördük ki bütün bu yaratılanlar; “Ve halaknaküm ezvaca” yani “ve biz her şeyi çift yarattık” buyruğuna uyuyor, ama ben ya da ben hala “uyuyor” olabiliriz, şu dile bak.. sanki bizimle alay ediyor (*) bilimsel ve evrensel bir tespit olan parite (çift yaratılış) yasası bilgisiyle uygunluk içinde ve bizim uyumumuz da buna bağlı..

     Paritenin (zevc: zıdd ve nidd); her görünen evrenin görünmeyen çifti, her maddenin antisi, her boyutun gizlisi, her yaratılanın paritesi, var demektir. Partner aramadan neden duramadıklarını belki şimdi anladın..

     Şimdi paritenin (ezvac-ezdad) kozmolojik ve ontolojik anlamından eksiztansiyel ve epistemik anlamına geçersek;

     Bilginin çoğalttığı her nesnenin yada tersine nesnelerin çoğalttığı her bilginin,

      Latince ve Arapça iki gözlü “H” harfi gibi çift ve karşıt gözü gibi (her nesnenin yapı ve işlevi) yada (her bilginin ilke ve verisi) bulunur.

O halde dünyamızın çiftini aramak gerekecektir. Vahdeti karşısındaki kesrete yönelenlerden, evrende “yer küre” nin simetrisini arayan çıkabilir veya “arz”ın paralelini bulmak isteyen olabilir. Hatta Kur’an-ı Azmişşan, yedi arzdan bahsediyor kapalı olarak, yani dünya dışı yedi uygarlıktan. Fakat bizce, en değerli tenazur (bakışımlılık) ve en önemli muvazi (koşutluk), Hem, bizi de barındıran bu fâni “dünya” güzelinin,   “uhra” yansımasının ve “amel” tohumunun, bâki ukbadaki açılmasıdır.

Hem kesretin, (tıkla) ebter tuzağından, heva ve hevesten ari hak ve hakikati görmek göstermek suretiyle, kurtularak kevser denizinde vahdeti bulmasıdır.   

Ne mutlu nefsini tutana,
Ne kutlu enesini dizginleyene
Ne mutlu ısrafa karşı koyana
Ne kutlu zulme baş kaldırana
Ne mutlu insanı yükseltene
Ne kutlu islami yüceltene
Ne mutlu ve ne kutlu,
Türklüğünü ve Kürtlüğünü
Rasulullaha ve Kitabullaha verene
Ne hoş ne hoşnud
Hoşgörüsünü ve öngörüsünü
Koruyan ve kurtarana...
Ve Rabb’a abd olana
Ki onlar bu gün ABD’e abdal olmazlar.

Böyle bir Abdullah’a bir değil bin dünya verilse az geliyor... O kadar ki cennetlerin ötesine Rıza-yı Bari veriliyor..


23.11.2020 Üçyol-İZMİR 15:17

Osman ZİYAOĞLU







DİP NOTLAR

(*) Slaytımızıda evrenin göz bebeklerini izleyin bunu göreceksiniz.. gözlerinize inanmazsanız bende hoca gibi inanmazsan ölç diyeceğim. Malum hoca sormuşlar dünyanın merkezi neresidir ? O da demiş merkebimiz bastığı yerdir, diyerek Einstein’in merkezsiz görecel evren telakkisini o zamandan beri savunmuştur. Çünkü bu gün biliyoruz ki Big Bang kuramına göre her “yer” evrenin merkezidir. Burası oradan dünyaya baktığımız odaktır. Odağı özek haline getirmekte her kişinin kendi sorunudur.

(**) Felsefe ekibinde Osmanziya adıyla yazdığım yazılardan anlaşılacağı üzere, yöntebilimsel yaklaşımım fen (bilim) ve din (hukuk) ilişkileri genelinde ve bilginin yapı ve işleyiş olgu ve ilkelerini nazara almaktır. Özelinde Yöntembilimim “katı” bilimsel kuram ve “kesin” dini yorum, kabul etmez. BİLİM ve HUKUK ilişkileri bundan daha genel olan dil ve din ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirilir. DİN ise haz ve ödev ahlakının üstünde olan Mekarim-i AHLAKTIR.

Tüm bu ilişkilerde de iki DEĞİŞMEZ var: Birincisi katı yöntem ve ikincisi kesin inanç. Aklımızın zorunlu yasaları ve bedenimizin olası verileri bizi hem böyle hem de şöyle bakmaya zorlar. Düzenli bir evreni ileri süren ve kanıtlayan insanlar kadar rast gele bir evreni düşünen ve belgeleyen kişilerde bulunacaktır. Her iki yanı birlikte gören ve gösterenlerde. Keza inanç yönünden aklı aşan kalb ve ruh gibi cihazları kullanan ya da gözlemin ve mantığın üstünde bulunan kaynaktan bilgilenen yada bilgilendiğini ileri süren insanların din ve öğretileriyle konuşanlar olduğu gibi sınırlı veriler dışındaki bilgilere inanmayan ya da sınırlı verileri saltlaştıran ve bilimi dinleştiren mantık-sız insanların inanç ve metafiziği de bulunacaktır, her zaman. Her ne kadar metafiziklerine lojiğe dayandırlarsalarda.   Bütün bu olasılıkları nazara aldığımızda yöntembilimsel yaklaşımın anlamı şu oluyor:

Kesin içerikli ve donmuş bir “bilgi” olası değildir ve katı ve değişmez durmuş bir “gerçek” yoktur. (Bu tümceyi düzeltemiyorum, sağlam bilginin hem gerçek hem doğru olması gereğini ortaya çıkardığım Yöntemimin bundan sonra ortaya çıktğı belli olsun diye)

Bu şu demekte değildir: kullanılacak içerikli belirli bir bilgi olamaz ve sonsuza dek dayanılabilen ve varsayılan bir gerçek yoktur. “tırnakları” sökülmüş bir bilgi ve gerçek vardır. Çünkü bu bilgi yenilenir ve gerçek değişir.. birbirini geliştirir.    Ama tırnak işareti içine alınan bir SALT “bilgi” ve SALT “gerçek” peşine düştüğüm zaman yöntembilimsel yaklaşıma başvurmak zorunda kalıyorum. (Nitekim zorunluluk yayımlanan YBA çalışma açıklığa kavuştu)

Bu günkü verileri, buluşları, bilgileri ve onların tarihsel süreçlerini nazara aldığımda; birbirini içine alan ve en yenisi, kuramların en özeli ya da en geneli kalan Aristo, Newton ve Enistein “fizikler”ine dayalı “Astronomiler” görüyor ve biliyorum. Bir tarafatan da insanın istidatlarının genişliğinin KİTABIN okyanusuna sığabileceğine inanıyor ve yaşıyorum. Böyle bilgi ve gerçek ol.an.ak.ları hususunda insan ve evrenin var.ol.uş’u konusunda hem önümüzde uzun evrimli bir yolun bulunduğunu hem burnumuzun dibinde çok kısa devrimli bir yüzün bulunduğunu da gösteriyor. İsteyen dilediği bulur ve istediğiyle gider! Allah azze ve celle bizim ve sizin akıbetinizi ve ahiretimizi güzel ve iyi etsin. Amin.    

     “     
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk