Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Din
 YöntemBilim Forumu | Diğer | Din
Mesaj icon Konu: dava nedir ?(Kapalı Konu Kapalı Konu) Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2726

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

bullet Konu: dava nedir ?
    Gönderim Zamanı: 16-Haziran-2012 Saat 12:07
 
Dava, inandığın bir hedef için bütün kaynaklarını ISRAF etmeden sarf etmektir.
Dava, yürüdüğün gaye için HAK olan bütün vasıtaları kullanmaktır.
Dava, hedefin için gece hayatını kazanmak ve gündüz rahatını kaybetmektir.
Dava, gayen için ondan başka gayeleri hep ikinci plana  bırakmandır.
Örneğin bilgiyi istihdaf edinen çalışmanın müstahdemi olacaktır.
Ahireti amaçlayanda dünyasını araç edinecektir.
Allah'ı arayan da bulduklarını bırakacaktır.
 
Bunu kimi TERK ile yapar kimi TALK ile yapar.
 
Kimi için bu yurdundan uzak kalmakla olur,
kimi içinde yurdunda bulunmakla olur.
 
 
Elbette hedefi ve gayesi ne ise onu elde eden herkes yukarıda saydığım işleri yapmıştır.
Fakat bazılarının hedefi ülkesi ve gayesi ulusu oluyor.
Milletine ve memleketine olan  aşklarını  ve emellerini de
çileleleri  ve elemleri ile ısbat ediyorlar.
 
Bununla yetinmeyip hedef ve gayelerine de ulaşıyorlar.
 
Bunlardan biri Fethullah GÜLEN Hocaefendi'dir, bunlardan biri Başbakanımız Tayyib ERDOĞAN'dir. Bu zatlar kendilerinden öncekilerin hizmetlerinin meyveleridir. Onlarda başkalarının meyveleridir ki Kökleri nübüvvet ve fütüvvet damarları, risalet ve velayet sinirleri olan dini ve canlı olan İSLAM DÜNYASI'nın gülleri ve KUR'AN SADASI'nın bülbülleridir.
 
Cenabı Mevla, bizleride, bu dünyanın bir şecerisi ve bu sadanın bir semerisi kılsın.   
 
Ne mutlu onlara.. Allah ecirlerini zayi etmesin.
Allah hizmetlerini daim etsin ve ücretlerini baki ettirsin.
 
Amin.
 
Biz dava adamı olduk mu ?
Ben dava adamı oldum mu ?
Sen dava adamı oldun mu ?
 
Eğer Mana ve Gaye olamadıksa,  ben vehim,  sen ise hayalden ibaretsin.
 
Ancak bütün bunlara rağmen diyorum ki Yusuf,
 
Allah, beni ve seni, bizleri de başta Rasul Ekrem Aleyhissalatü vesselam Efendimiz olmak üzere yaşam öyküleri  emsal alıncak ve sünnet ve metodları imtisal edilecek başarılı, haseneli ve semereli büyüklerimizin izinden iman ve kur'an hizmetimizde  salik, sabit ve daim etsin.
 
Amin.
 
Allah bizi sözü duyan ve en güzeline uyanlardan etsin.
 
Amin.
 
 
 
 
 
 
B:aşbakan Erdoğan'ın İstanbul'da düzenlenen 10. Türkçe Olimpiyatları'nın kapanış töreninde isim vermeden yaptığı 'Türkiye'ye dön' çağrısına Fethullah Gülen'den yanıt geldi.
ABD'de bulunan Gülen, Türkiye'ye dönmeyeceğini ifade etti.

İşte Fethullah Gülen'in Başbakan'ın çağrısına verdiği yanıt:

Şimdi bunu hemen söyleyeyim, orda o kendine yakışanı yaptı. Fakat o ilk değil onu söyleyeyim. Sayın Cumhurbaşkanı da, O da açıktan açığa dedikleri de oldu, bir vasıta ile bana ulaştırdıkları da oldu, söyledikleri de oldu. Daha başka ricari devletten daha başkaları da kendilerine yakışan o cihan mertliği her zaman sergilediler. Ben defaatla duydum. Yanıma gelen, aynı zamanda o arkadaşlardan yanıma gelen kimseler de aynı şeyleri teklif ettiler. Artık Türkiye'ye gelme zamanı değil mi, filan dediler.

Şimdi onlar onu yapmada kendilerine düşen, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Ben bu mevzuda ben demek de çok çirkin bir şey de, ben de bana yaşışanı yapmam lazım. Şimdi onlar davet ederler , gel derler normal. Millet de onlar davet etmeleri lazım geliyor gibi onlara bakabilirler ve nitekim zannediyorum orada alkışın ritmi dozu biraz yükselince de heralde öyle bir talep şeyi imajı aldı Sayın Başbakan.

Ondan da anlıyorum da dedi yani ordaki anlayışını ortaya koydu. Halk da öyle diyebilir yani onlar çağırdığı zaman çağırmasalar ben gidemem, Türkiye emin, böyle güvenlikli bir yer değil dolayısıyla başıma gayile açarım, dert açarım başıma. Arz edeceğim şeyler böyle yakışıksız şeyler olabilir de ben hiç bir zaman böyle başıma dert açacağım mülazası yaşamadım yani.

Yani 27 Mayıs gördüm ben, tekdir gördüm. Hatta ölümle şey yapıldım bir yönüyle. Yani karşıma çıkan bir emniyet amiri merdivenlerin başında eğer dur demeseydi o dramatik filimlerde olduğu gibi dirseğini kaldırmıştı beni merdiven boşluğuna atacaktı ordan ifadeye götürürken. Dur deyince durdu orada. Sonra da beni kovdu oradan, ne arıyorsun burada caminin imamı yani. Askere gitmemişim daha. 12 Mart ondan sonra geldi. 3 sene mahkeme sürdü. Ben 3 sene mahkumiyet aldım. 1 sene de sürgün aldım. ve aylarca içeride kaldım. Ama seve seve gittim yani hiç şikayet etmedim. Şikayet ettimse siz de bilirsiniz.

12 Eylül'de bir şaki gibi 6 sene kaçtım sadece. İçeriye girenler dediler ki, gireni iflah etmiyorlar. Rahmetlik askeriyeden ayrılma Cahit Efendi aman Hocam dedi bana. İçeriye girdi çıktı. Ben de kader başta beni teslime götürmeyen bir yol ira etti bana ben de o yolda yürüdüm, teslim olmayı düşünmedim.

Suiniyetliymiş insanlar. Kötü şeyler düşünüyorlarmış. Daha önce çok kötü şeyler düşündüklerine göre bu zamanda kötü şeyler düşünüyorlarmış. Daha sonra 28 Şubat, 27 Nisan meseleleri oldu. O dönemde de tehditler oldu. Hatta ben yine Amerika'daydım doksan yedide. Devletin başındaki insan bir yerde önemli bir değişiklik olunca bana telefon etti, devletin başındaki insan.

Gel dedi artık durum değişti. Bura emniyet ve güven içinde dedi. Gittim yine hastane için Meyo Kliniğine geldim ben. O zaman tedaviye geldim yani. Belki stend taktırmya geldim o zaman işte o gelişte de kaldı öyle. Aslında şahsım adına endişe dumadım ben. Çünkü dünyaya beni bağlayacak hiç birşeyim yok. Bunları desem biraz iddia gibi olur. Bir dikili taşım olmadı. Çoluğum çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım da olmadı. Bunları ben mensubu olduğum. gönlümü verdiğim gayeyi hayal yaptığım davama düşünceme hep aykırı saydım.

Burada utanarak birsey arz edeceğim size. Askerliğim sırasında bana annem babam ve amcamı araya koyark ve bütün büyüklerim orda başımda bana hayatını değiştirme dediler çok cazip bir teklif sunduklarında arkasında yürüdüğüm amcama ben sizin dininizden de şüphe ediyorum dedim. Din böyle künde künde üstüne giderken ben boynumu ona kaptırmışım bir de ayağıma böyle bir pranga vurusanız sırtım yere gelir benim dedim. Ben öyle şeyleri hiç düşünmüyorum. Hiç düşünmüyorum dedim.

Çok sevdiğim Yaşar Hoca, İzmir'e geldiğim zaman da boynuma sarıldı Kestane Pazarı'nın avlusunda. Yav hoca dedi, falan dedi. Hocam dedim hiç bir zaman aklımdan geçirmedim ben öyle bir şeyi. Ben sadece kendimi bu işe vakfettim . Başka şey düşünmeyi kendime haram sayıyorum. Objektif değil, herkes için değil. Ben zayıf bir insanım. İki şeyi birden taşıyamam diye, tek şeyi omuzumda taşıyayım diye. Boynuma sarıldı, sen de beni dinlemazsen kim dinler dedi. Ağladı, öyle mahsun bıraktım onu.

Dünya adına hiç bir sevdam olmadı. Hiç bir şeye bağlanmadım. Hayatımı çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde bu da benim için olsun falan demedim, düşünmedim. Tek şey namı celili Muhammedi dört bri yanda şehval açsın istedim ben. Ama o mevzuda denecekleri doğru diyemedim. Söylenecekleri söyleyemedim. Nefsimi karıştırdım. Sesim ayarlayamadım. Sizin sorunuza geleyim, ben şahsım adına endişe duymadım. Hatta kırkbeş yaşındayken kırkdört, belki beni asarlar diyordum. Kırkdörtte asmadıklarına göre ellibeş o da onbirin bir katı dedim. Belki o zaman asarlar. Altmışaltı oldu. belki o zaman asarlar dedim asmadılar. Ben hep o hülyalara bağlı yaşadım. Rabbim buna şahit kalbim herkese dahi o biliyor benim. Ancak eğer siz bir gayeyi hayaliniz varsa, bir mefküreniz varsa, o da o Türkiye'de yeni yeni probemlerin olmaması, bir kısım huzursuzlukların çıkmaması, bir kısım kazanımların hafazanallah kaybedilmemesi için yüzde bir ihtimalle oraya gitmeniz bu hususlara zarar verecekse işte ben o endişeyle, şahsım adına değilde o endişeyle gitmek istemem.

O endişemi de izale edebilecek bir tablo görürsem o zaman fakirin bileceği şey benim bileceğim sey dmek yine benlik kokuyor. Benim bileceğim şey demiyeceğim. Fakirin bileceği şey gittiğimde oraya birileri, işin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere zarar vermek suretiyle idareyi zor durumda yüzde bir ihtimalle bırakacaklarsa şayet, Türkiye'deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa ederse burada kalmayı ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar vermemek için daussıla deyip sıla sevdasyla kahve içtiğim kahveleri bile böyle hatırlayarak, ve sonra ondan kaçarak burnumun kemikleri sızladığı anda ondan uzaklaşarak buarada kalacak, yaşayacağım."


Düzenleyen osmanziya - 16-Haziran-2012 Saat 12:15
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2726

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

bullet Gönderim Zamanı: 16-Haziran-2012 Saat 15:22
Bir başka dava örneği:
 
Hekimoğlu İsmail Abi yazıyor:
Bekir Berk ağabey...

İstanbul Barosu avukatlarından olan Bekir Berk'e Risale-i Nur davasını savunmak için 1958 yılında teklif götürülür. Ağabeyimize bu teklifi Doktor Tahsin Tola ağabeyimiz yapar. O da teklifi memnuniyetle kabul eder. Böylece 163. maddeden yargılanan Nur talebelerinin iki bine yakın davasının kazanılmasını sağlar.

Bir gün hapiste tutulan Nur talebelerini birlikte ziyarete gittik. Ben de yanındayım... "Arkadaşlar!" dedi, "Biz sizlerin bir an önce hapisten çıkmanız için mi çalışalım, yoksa inandığınız dava için mi müdafaa yapalım?" Oradaki kardeşlerimiz dediler ki: "Biz burada on sene yatsak da razıyız. Siz Risale-i Nur davasının müdafaasına çalışınız." Bekir Berk ağabey hemen ağlamaya başladı. Gözlüğünü çıkardı, gözyaşlarını sildi...

Erzurum'da Kırkıncı Hoca'nın mahkemesinden çıktık. Hüseyin Abdik'i (rahmetli) Elbistan'da tevkif edip hapse atmışlar. Mahkemeye gidiyoruz yine. Bendeniz yine Bekir Berk'in çantasını taşıyor, şoförlüğünü yapıyordum. Bekir Berk, arka minderde battaniyeye sarılmış uyuyor. Elbistan'a doğru yol alıyoruz. Trafik işaretleri yok, yollar karanlık... Tabii şartlar bizi ürkütüyor amma Bekir Berk ağabey aniden bağırıyor: "Sür!.."

Bir tarafta nehir, diğer tarafta dağlar... Taşlı yolda sürüyoruz. Düşündüm ki herhalde bir hendeğe yuvarlanacağız ve bu iş burada bitecek. Bir taraftan acıkmışız... Hele ben açlığa hiç dayanamam. "Bekir ağabey acıktık. Bir yerde yemek yesek." dedim. Bekir ağabey omzuma yumruğuyla vurdu, marş söylemeye başladı:

"Biz Kur'an'ın şakirtleri, pür imanlı ve zindeyiz,

Bu yoldan dönmeyiz asla, Peygamber'in izindeyiz!"

Bir şey söylediğimde hemen omzuma vururdu. Çok hoşuma giderdi. Beni kardeşi gibi gördüğünden samimi davranırdı. Bir petrol istasyonunun ışıkları göründü, orada mola verdik. Bir tarafta Fırat Nehri, öbür tarafta Munzur Dağları; in cin yok. Bekir ağabey arabadan fırladı gitti, istasyonun yanındaki fakir görünümlü evin kapısını yumruklamaya başladı. İçerden, "Kimsiniz?" diye sordular. "Allah'ın kulu olan bir yolcu..." diye cevap verdi. Kapı açıldı. Dedik ki, "Kardeşim, bize biraz yiyecekle su ver." Adam bizi içeriye

aldı. Soba yanıyor. Üzerinde bir çaydanlık çay fokur fokur kaynıyor. Evi inceledim. Bu evden daha fakir bir ev olamaz, diye düşündüm. Sobanın isi duvarları kapkara yapmış. Evin küçücük pencereleri tavana yakın... Çay geldi. Demlik yine simsiyah. Çayı kaynatmışlar, zehir gibi olmuş. Ne kadar parça, kuru ekmek varsa getirdi, sofra bezine döktü, "Buyurun." dedi. Yedik, içtik. Benim için bir ziyafet sofrasıydı bu. Bugün o çayın tadı hâlâ aklımdadır...

Bekir ağabey, adamın eline, cebinden çıkardığı parayı sıkıştırmak istedi. Adam almak istemedi. "Olmaz kardeşim" dedi Bekir ağabey, "Kardeşlik bunu gerektirir. Sen bize yemek verdin, biz de sana parasını ödeyeceğiz." Böylece yine yola koyulduk. Bekir ağabey yine bağırıyor: "Sür!.."

Kıvrım kıvrım kıvrılan yollarda hızla gidiyoruz...

Daha evvel geçirdiği akciğer rahatsızlığı sebebiyle doktorlar ona kara, hava ve deniz yolculuğunu yasaklamışlardı. Hatta doktoru kendisine demiş ki: "Eğer bu yolculuklara çıkmaya devam edersen, ölürsün!" Bekir Berk ağabey de demiş ki: "Yatağımda rahat ölmektense, mü'minlerin yardımına giderken ölmeyi tercih ederim."

Bu sözleri söyleyen muhterem ağabeyimizin yeni bir çift ayakkabısı yoktu. Hey gidi Bekir ağabey... Çok günler geçirdik birlikte. İman onun Leyla'sıydı. Yazı yazarken o eski günlere geri döndüm. Yoruldum, hüzünlendim...

Üstad Bediüzzaman, Bekir Berk hakkında şöyle der: "Seninle üç beraberliğim var. Biri Risale-i Nur talebesi olman, ikincisi Nur'un avukatı olman, üçüncü bir beraberliğimiz daha var, ama onu şimdi söylemeyeceğim."

Bekir Berk ağabey, şimdi Üstad'ıyla üçüncü beraberliğinde... Yani cennette...

 
 
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2726

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

bullet Gönderim Zamanı: 16-Haziran-2012 Saat 16:31

 

 

 

 

 

Başka bir dava sahibi ise Bekir BERK Ağabey hakkında başka şeyler söylüyor..

HATTI KUR’AN YAZI HİZMETİNİ hedmini bu nur hadimine bağlıyorlar…

 

İki  nebi birbirini haber verirse de iki veli birbirini reddedebilir..

Nitekim sahabilerde birbirbirini reddedip savaşmışlar.

Hak dava gösterilen bu vefa ve feda örneklerini BATIL dava da görebilirsiniz.

Hatta bunlar birbirin içinde karışabilir.

Biri medine hurmalıkları için savaşır, Biri rıza-yı ilahi için savaşır.

Sonuçta araç, gereç ve savaş önemli fakat geçici olduğundan değerli değil değerli olan kalıcı olan amaç ve rızadır.

 

Beka zannıyla fena için savaşan olduğu gibi beka için fenaya katlananlarda var.

 

MAHKEME-İ KÜBRA'da Kitabın maddesi ve manası için savaşanlardan, kainatın geçici çıkarı ve yararı için savaşanlardın, insanın sevgisi, saygısı ve onuru için savaşanlardan, dünyaya cennete çevirmek ya da onunla ebedi cenneti elde etmek için savaşanlardan herkesin HESABI GÖRÜLECEK...

 

Karşılığı da kendilerine verilcektir.

 

Amma bundan daha da önemli olan Hocaefendi'in değil, Başbakan'ın değil, Bekir Berk'in değil, Hekimoğlu İsmail'in değil benim ve senin bu DAVA konusunda ne yaptığıdır.

 

Rıza-i İlahi dediğimiz cevherin bir biri içine dürülü sadefini ve  kışırlarını dürr ve inci sanmakta isek.. KFR ile GFR arasındaki şark ve garb kadar birbirine uzak mesafeyi fır fır dönerek nasıl kat' edeceğiz ?

 

Bir mi'rac hakikatidir gidiyor zihnimde..

mirac uructur

mirac merdivendir

mirac yükselmektir

miraç ilerlemektir

miraç yürümektir

miraç adımlamaktır..

miraz ZAMAN ve NAMAZ adımlarıyla var oluşumu sürdürmektir.

 

Tüm ayetler dolaylı indirildi.. fakt miraçta iki ayet doğrudan verildi.

Hocalar her akşam amenerrasuli diye okur bakara süresinin son iki ayetini...

Bugünlerde yaşam öyküm bu minval üzere yürüyor.

 

Nuri AKAY hocam bir dua olarak bu ayetin mealini (kendi yazdığı) göndermiş: 

 

“Ey Rabbimiz,

Unuttuk veya yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme.

Günahlarımızı sil bağışla.

Bizi yarlıga, bizi esirge.

Düşmanlara karşı bizi koru, yardım et. “

 

Hocamın çevirisi ne kadar ince.. kafirler demiyor düşmanlar diyor.

Nefis kafiri bize büyük bir düşman değil mi ?

 

Şimdi her yatsı namazı sonunun da okunan bu külli dua bu gün yaşanacak..

Muaheze etme, tahmil etme, tuhammil etme, avf et, mağfiret et, rahmet et…

TAHMİL  şeriatı yükleme.. TUHAMMİL ise şeraiti yükleme…

Şeriatı bilen vardır da şeraitı bilen pek yoktur..  Şeriatı bilenlerde anca bildiği kadar bilir.

Bunları gecelim.. Hocamın tercüme ettiği şu dua kapsamına  bakalım:

Muaheze etme,  avf et, mağfiret et ve Merhamet et.

İhtiyarı kizb ve küfür CÜRÜRÜMLERİ ayrı bir tecziye konusu fakat şu nesina ve ahtana KUSURLARI  ki ben buna sina ve hata diyorum yani unutma ve yanılma ile yapılan günahlardan bizi sorguya çekme Ya Rabbi diyoruz.

Bu tamam. Bunda da sorun yok.

Lehe ve aleyhe kazanıp kaybetmelerin bizim vüsat-i kudretimiz kadar olduğunu ilişkin SORUMLULUK ölçüsü verildikten sonra, unutma ve yanılma dahi mesliyet dışı bırakılmıştır ayetle.. aslında bu doğrudan olmasa dolaylı olarak iradedir fakat İLAHİ MERHAMET bunu sorgulama kapsamı dışında tutuyor..

Geriye ÜÇ  konu kalıyor:

AVF

GFR

RHM

Bu üçünü tercüme etmeye çalışırken hocamın tercüme yetişti..

Mağfiret.. nedir ?

Avf belli.. rahmet belli..

tokat atma yüzüme üstelik beni öp.. pardon tokat atma yüzümüze bizi öp.

Çünkü orada hep Nâ nâ nâ var.. yani bizi, bizi bizi..

Bunu anladık fakat şu mağfirette ne oluyor ?

Hocam diyor ki

Bizi YARLIGA bizi ESİRGE

Bir çocuk esirgeme kurumunun ESİRGEMESİ  kaldı.. çok kullanılmıyor..

Bu arada bir de yaşlı yarlıgama kurumu da olsaydı tamamlanırdı.

Sevgi, dostluk, yakınlık ve yavruluk bizim dört tane közümüz var.

Ağlayan gözlere köz demek gelir içimden.. sevgi ve acımayla ağlayan gözler…

Allah korkusundan ağlayan közler, Allah saygısından ağlayan gözler, Allah sevgisinden ağlayan gözler, bunlar aslında birer közdürler.. ateşsiz ve alevsiz közler. İnsanın tozu var, kozu var, tözü var fakat bir de közü var. Şimdi bunu söze getirelim:

Şimdi bu közün biri esirgeme biri yarlıgama…

gama ile geme bir kenara dursun geriye ne kalır ?

ESİR VE YARLI

Sözcük üzerine ilmim yok ve etimolojik çözümleme yapmaya yetkim yok..

Bir atmasyon yapacağım tutarsa..

Esiri ezme ile  yarlı-gama da yargı-lama karşı karşıya getirirsek MAĞFİRET.. yargılayıp ezme yerine yarlıgayıp esirgeme yapma demek olmaz mı ?

Bu ikisini Türkçe’de nasıl karşılarsın ? Eskiden unutulmuş ya de yeniden uydurulmuş bir sözcük bulacaksın.. uyarsa ve başkaları da bunu tutarsa attığın değer (terim) ile tutturduğun değişken (kavram) birbirine kavuşur, yapışır ve zamanla birbirinden ayırt edilmez hale gelirse.. kendi dilinde bir  çeviri,  ki buna karşılama adını veriyorum, yapmış olursun…

Pemgamber hakkındaki Fetih süresi MAĞFİRET ile başlar Nasar suresi de TEVBE ile biter.. Eğer peygamberlerin  dahi mağfiret ve tevbe’ye  ihtiyacı var  ise bizler ne kadar veli olsak dahi evleviyetle mağfiret ve tevbeye muhtacız.

Hasılı çeviri (tercüme)  yapamadıysak da bol bol eviri (tevil).. yaptık ve böylece gördük ki kolay sandığımız çeviri eviriden zor imiş..

Sağlıcakla kalın.

Osmanziya

(NOT: günlük bilgi ve bilimsel dil üzerindeki din ve felsefe konuları için yeni bir DİL gerektiği gibi yeni bir SÖZLÜK dahi gerekiyor.. yoksa edebiyat ve vaz’ın GÜNLÜK DİLİ ile  böyle atmasyonlarla işler yürümeyecek.  )

 

 

 

 

IP
osmanziya01
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 29-Ekim-2009
Konum: İzmir
Gönderilenler: 381

Hak Puan : 10
Kidem : 7
OrtalamaHak : % 100
Irtibar :2

bullet Gönderim Zamanı: 18-Haziran-2012 Saat 18:06
bu gün bir söz okudum: BAĞIŞLAMAK UNUTMAKTIR.
 
Avf, gufran ve rahmet üzerine bir soruşturma yapıldı:
Bağışlama,  esirgeme ve yarlığa ve acıma olarak tercümesi yapıldı.
 
Yukarıdaki tümceden yararlanarak bu üçlüyü şöyle anlayabiliriz.
Bağışlama, silme ve saklama.
 
İnsan bir başkasını nedenli veya nedensiz, gerekçeli ya da gerekçesin avf edip bağışlayabilir fakat bağışladığını ve  vazgeçtiğini unutmaz.
Ancak bağışladığı  şayet dostu ya da sevidiği veya evladı ise aynı zamanda unutuyor.
Hani sevilenin kusuru görünmüyor ya, bu türden bir duygu.
Mağfirette buna benzer bir durum.
 
Bu aslında büyük bir rahmet.
Rahmet mukaddemesi rahmet.
Rahmete daha gelmeden olan rahmet.
Eğer bu rahmet olmasaydı biz işlediğimiz günahı ya da dostlarımızın işlediği günahı unutmaz ve bu yüzden de  kendimizle barışamaz ve dostlarımızla sevgili olamazdık.
 
Allah mağfiret edip yaptıklarımızı bize unutturmasaydı
kısa zamanda ya içimize çöker ya da saldırğan olurduk.
Umudumuz kalmaz ve insanlar arasında  yaşam barışı kurulamazdı.
 
Hasılı bağışlamanın ileri mertebesi bağışladığını unutmak,
başkasınını günahını  ve hatasını gönlünden silmektir.
 
Bu yüzden Lokman Hekim daima hatırlamak ve daima unutmak istenilen
iki konuyu söylerken şunları sıralar:
 
Allahın Azametini ve Nefsinin ölümllüğünü unutma.
Kardeşine yaptığın iyiliği ve kardeşinden gördüğün kötülüğü unut.
 
 
Demek bağışlamak, kardeşine yaptığın iyiliği ve kardeşinden gördüğün kötülüğü unutmaktır.
 
Demek  mağfiret, Bu işin Allah'ın şanına uygun olarak yapılmasıdır.
Özetlersek; Bağışlamak, unutmak ve acımak bir merhamet sürecidir.
 
İnşaallah bizlerde bağışlanan ve acınanlardan oluruz. Amin.
 
 
 
BEYAN dogru olmali ve MAAN hakikati bulmalidir
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk