Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta | |
![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
İnsan Bilim | |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Yazar | Mesaj |
osmanziya
Kıdemli Üye ![]() Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3865 ![]() Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
![]() ![]() ![]() Gönderim Zamanı: 18-Şubat-2020 Saat 13:23 |
Değerli Hocam
Çalışmalarınız hep takdir edip tebrik etmişimdir. Bilirsiniz evrime karşı değilim ancak Evrim ve ya da Yaratılıştan birini salt haline getirip dinsel bir kuram çıkarmak yanlıştır. Evrim kadar devrimde var.. yaratılış kadar buyruluşta var.. yazgının dayatımı kadar yargının deneyimi de var ve hatta genetik dürülüş kadar nörolojik bir dirilişte var. Ne var ki bilimsel paradigmalardan ve dinsel doğmalardan kurtulmak kolay değil. Bu durumda benim kuramım Evrimde Homo Sapiens denilen yol ayrımı aslında Adem A.S. Yer küresiyle birlikte başka kürelere de IŞINLANMASI bulunuyor. Yani hem primatlar var hem Adem A.S. var. Fakat insanların dayatma, toptan kabul toptan red, alışkanlık, alışkınlık, hükmü peşin ve fikri sabit gibi ikini birden telif etme gibi bir yaklaşımı tutarlı görmez.. olgulara ve belgelere karşı diretirler. . Bu konuda yılllarca önce yaptığımı bir çalışmada; http://www.mustafabugucam.com.tr/index-ins.htmlhttp://www.mustafabugucam.com.tr/index-ins.html Bu durumu uzun uzadıya anlatmıştım. Ancak daha sonra bu gibi içeriksel bilgileri ve bilgi içeriklerini bırakarak Yöntembilimsel Analiz Üzerine biçimsel çalışmalarıma ağırlık verdim Nasıl destek görmez ATLANTİS konusunda diye Truva üzerine diretiyorsa bilim adamı sizde Destek gelmez diye Homo Sapiens’in Adem A.S. olduğunu şuur altından reddediyor olamaz mısınız ? Ancak böyle diyorum diye elbette siz böyle düşünüyor olamazsınız. Siz hakikatı arayan bir bilim adamı olarak.. dine karşı çıkan.. (Tanrı’ya karşı çıktığınızı düşünmüyorum, en azından deistsiniz) bir kuram sahibi olduğunuz kuşku götürmez. Aynı zamanda RUHA karşı çıkan bir bilim adamı olarak ADEM A.S. kuramına da yakın olmayacaksınız. Tabi siz ruhu madde de ararsanız bulamazsınız. Diğer taraf TEPEDEN inme.. totoliter toplum ve otoriter devlet değilde bilgi toplunu ve hukuk devletine sizin gibi inanmışım. Aslında dinin değil din adamlarının Hür-ruH projesini yanlış anladıklarını düşünüyorum. Zaten dinci bir tanrı tanır ya da bilimci bir tanrı tanımaz olmanın bu güne kadar zararından başka bir yaranı görmedik. Jan Jack Ruso vahşi tabitaın içinde medeni bir şehrin çıkmasını akla uzak görüyor ve ancak hubutu adem denilen gökten indirilme ile akla yakın olacağını söylüyor. Rahmetli Nur Baki hoca ancak Adem aleyhisselam ile TANIŞARAK bu konunun çözüleceğini söylemişti. Bende öyle düşünüyorum.. fikri ve nazari ve farazi bilgilerin verdiği ilim bir yere kadar. Ancak insanda bundan ötesine de yer var ancak bu kişinin gelişimine ve çalışmasına bağlıdır. Çalışmalarınızda kolaylıklar ve başarılar dilerim. Bilgi, sevgi, saygı ve sağlıcakla kalınız. Mustafa BUĞUÇAM Not: Ekte hakikat konusunda yaptığım en son tablo var. Toplumsallaşma- uygarlaşma hangi aşamalardan geçti? İnsanlığın neyi zaman keşfettiği araştırılıp, bir zaman çizelgesi üzerinde gösterilirse, şekildeki grafik ortaya çıkar. Grafikte insanların 2.5 milyon yıl önceleri taş-yontmayı, 500 bin yıl önceleri ateş yakmayı öğrendikleri, 50 bin yıl önceleri ise üstel = eksponansiyel şekilde artan bir bilgi oluşturma evresine girdikleri görülür. İnsanlığın doğadaki yaşamı, 2.5 milyon yıl önceleri Afrika’nın bir yerinde sert taşlardan kesici bir alet yaparak başlamış, 2 milyon yıl önceleri Asya ve Avrupa’ya kadar yaşam ortamını genişletmiş, yaklaşık 500 bin yıl önceleri ateş yakmasını öğrenerek, soğuk buzul devri koşullarında hayatta kalmayı başaracak bir yaşam düzeyine ulaşmıştır. Ancak tüm bu 2 milyon yıllık yaşam süresince insan yabani hayat yaşamış, aile-kabile haricinde ortak bir yaşam sistemi oluşturamamıştır. Ta ki yaklaşık 50 bin yıl öncelerine kadar. Çünkü 50 bin yıldan sonra insanlık öyle bir hızlı bilgi oluşturma sistemi içine girmiş ki, patlamalı =üstel= eksponansiyel bir bilgi oluşturma evresi başlatılmış. Günümüz teknolojisiyle yapılan genetik DNA analizleri günümüz insanlarının atalarının dünyanın neresinde ne zaman ortaya çıktıkları, ne zaman nerelere göç ettikleri konularında kesin bilgiler vermektedir (Sahakyan et al 2017, Shinde et al 2019, Narasimhan et al 2019). Bu bilgilere göre modern insanların ataları en son yaklaşık 60-70 bin yıl önceleri Afrika’da ortaya çıkmış ve oradan dünyaya yayılmıştır. Asya’daki ilk yerleşme noktasının haritada “kırmızı” hatla belirtilen Güney-Batı Asya olduğu görülmektedir. Güney-Batı-Asya’daki bu ilk yerleşim ve gelişim noktasının neresi olduğu şimdiye dek hep soru işareti olarak kalmıştır, çünkü konu sadece arkeolojik kazılarla sınırlı kalmış, jeolojik bilgiler dikkate alınmamıştır. Dikkate alınmayan jeolojik bilgiler arasında bu konuya ışık tutacak hangi bilgiler vardır? Braidwood (1995) arkeolojik verilere göre ilk toplumsallaşmanın yaklaşık 12 bin yıl önceleri Güney-Batı Asya’da bir yerde olması gerektiğini de vurgular. Güney-Batı Asya’da ise kazı yapılmamış tek bir bölge kalmıştır, orası da Basra Körfezi altında kalan bölgedir. Arkeolojik veriler, Sümerler adlı bir toplumun yaklaşık 6500 yıl önceleri Basra Çevresinde ortaya çıktıklarını ve 5500 yıl önceleri de şekilde gösterilen yerlerde kentleşmeler kurduklarını göstermektedir. Sümerler ilk-yazıyı bulan toplum olarak da çok önemlidirler ve kil tabletler üzerine çivi yazılarıyla geçmiş tarihlerini anlatan çok önemli belgeler bırakmışlardır. Bu çivi yazılı tabletlerde “Denizden iki ırmak ülkesine (Mezopotamya’ya)” geldiklerini belirtirler (Ceram 1972) Sümerler hangi denizden Basra kıyısına çıkmış olabilirler? Basra körfezinden! Sümerler deniz altında bir yerde yaşayamayacaklarına göre, acaba Basra körfezi eskiden kara halinde miydi? Arkeolojik araştırmaları takip ederken 1980li yılların sonunda, BRENTJES’in, (1981), “Völker am Euphrat und Tigris = Fırat-Dicle bölgesi toplumları” adlı araştırmasında, Meteor araştırma gemisinin yaptığı araştırma sonucu Basra-Körfezi’nin 15 bin yıl önceleri tamamen kara haline geçtiğini gösteren şekildeki durumu görünce beynimde bir şimşek çaktı: Atlantis: Kayıp Ülke! Ve onun üzerine hemen Eflatun’un Atlantis konusunda verdiği bilgileri edinmeye çalışıp, bu bilgilerin buzul devri ve buzul-devri sonrası bu ovada beklenen olaylarla ilişkiler içerip-içermediğini konu alan şu makale ortaya çıktı: GEDİK, İ., 1992: Atlantis: Efsanevi batık kent nerede? Türklerle ilişkisi var mı? Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 285, s.8-10, İstanbul. Tam bu yıllarda meşhur bir arkeolog Eberhard Zangger Atlantis’in Truva’da olduğu şeklinde bir makale yayınladı. Ben de 1992’de Atlantis’in jeolojik nedenlerle Basra-Hürmüz arası ovada olduğunu yazdığım makaleyi ona gönderip, Truva olamayacağını yazdım. Ne cevap verdiğini düşünürsünüz? “Evet Truva’da olamayacağını biliyorum, ama öyle yazarsam, mali destek alma şansımız artıyor” mealinde bir mektup yazmıştı. Mektup hala benim arşivlerimin bir yerinde vardır. Gerekirse arar çıkarırım. O tarihten beri sürekli olarak Atlantis konusunu daha fazla argümanlara dayanarak sürekli olarak duyurmaya çalışmaktayım. Ama bizim halkımızın çoğunluğu (nerdeyse %99.9u) yabancı hayranlığı içindedir ve kendi öz değerlerinin dedikleri -yazdıkları yabancı bir BÜYÜK tarafından desteklenmedikçe, dikkate alınmaz. Hal böyle olunca Atlantis konusu uydurma bir efsane imiş gibi ansiklopedi sayfalarında yerini almaya devam eder. Gedik 1992 makalesi uluslararası geleneklere uygun bir makaledir ve yayınlanmıştır. Bu arada “uluslararası yayın” konusu hakkında kısa bir bilgi vereyim. 1)-Yayın dünyada yazılı basında kullanılan herhangi bir dilde yapılmış olabilir. 2)- Yayın olarak kabul edilebilmesi için en az 200 nüsha olarak basılması şarttır. (Bu nedenle akademik tezler en az 200 adet olarak çoğaltılırlar) 3)- Yayınlanma tarihinde öncelik, telif hakkı vs. gibi konularda önem taşır. 4)- Yayın bir dergide veya kitap halinde olabilir. Bu bilgileri vermemin nedeni, Gedik 1992 tarihli “Atlantis: Efsanevi batık kent nerede)” başlıklı yayının uluslararası kurallar çerçevesinde bir yayın olarak kabul edilmiş olacağını vurgulamaktır. Bunun haricinde günümüzde internet ortamı yayıncılığı da ortaya çıkmıştır ve çoğu bilgiler internet sayfalarından duyurulmaktadır. Ben de bu olanağı da devreye sokup, İngilizce olarak : http://dropletsofgod.blogspot.com.tr/p/atlantis.html Ve Türkçe olarak: https://tanriyianlamak.blogspot.com/2019/08/atlantis-neden-gercektir.html adreslerinde daha ayrıntılı veriler sunmaya devam ettim. Ama şartlanmış insanlık nedense görmemeye devam ediyor. Yani kısaca özetlemek gerekirse, Atlantis konusu uluslararası yayın ilkelerine uygun olarak 1992 yılında yayınlanmıştır ve bunu her bilimsel araştırıcı kabul etmek zorundadır. Yayına karşı çıkacak kişilerin ise, yazılanlarda bir veri veya mantık hatası bulup ortaya koymaları gerekir, ki bu hiç yapılmamıştır. Bu bilgiler ışığında Afrika’dan 60-70 bin yıl önceleri ortaya çıkan modern insanın atalarının, Güney-Batı-Asya’da nerede yaşamaya başladıkları ve orada geliştikleri açıklık kazanmış olur. Atlantis Kültürü neden hayali bir tasarım olamaz ve Neden Basra-Hürmüz arasında olmak zorundadır? Modern insanların atası olan Homo sapiens sapiens!in 60 küsur bin yıl önceleri Doğu-Afrika’da ortaya çıktığı genetik verilerle belli olduğuna göre, bu insanların günümüz dünyasındaki insanlarla ilişki ve bağlantılarının nasıl olduğunu görelim. Bunu arkeolojik, antropolojik ve jeolojik olaylara dayanarak araştıralım. • 1-) 70 bin yıl ile 15 bin yıl öncesine kadar dünyada buzul devri olduğundan, insanların yaşam ortamı ekvatora yakın ve yüksekliği 3-4 yüz metreden düşük alanlarla sınırlı • 2-) Bu alanların su kenarlarında bulunması zorunlu, çünkü henüz suyu taşıyacak çanak-çömlek yapma bilgisi oluşturulmamış, • 3-) Arkeolojik verilere göre, insanlığın toplumsal yaşama başladığı bölge Güney-Batı-Asya’da bir yerde olmalı (Braidwood 1995) • 4-) Saptanabilen en eski toplu yerleşim noktaları Bereketli-Hilal denilen bir bölgede bulunmaktadır. • Bu bölgedeki Göbekli Tepe’de 11600 yıl önceleri insanların bir ortaklık davranışı ve karşılıklı bir yardımlaşma içinde bulundukları görülmektedir. Daha önceleri sadece aile-bağlarıyla bir arada bulunup, diğer insanları rakip (hatta düşman) görürken, diğer insanları rakip-düşman görmeyerek, ailelerin birbirlerine bitişik, yani ortak-duvarlı evler içinde yaşayarak, evlerine çatıda açılan bir delikten merdivenle inecek tarzda HÖYÜK denilen toplu yaşam ortamları oluşturmaları tam anlamıyla bir toplumsallaşma göstergesidir. • 1- hem geceleri artık korku ve endişe içinde değil, güvenli ortamda bulunmanın rahatlığı-huzuru içinde yaşamak • 2- hem onlarla güç ve kuvvetini birleştirip, tek bir aile veya kabilenin başaramayacağı işleri başarabilmek, • 3- hem karşılıklı iş-bölümüne giderek, farklı alanlarda uzmanlaşıp, üretimi ve hizmeti artırabilmek uygarlığın temelleridir. • Şimdi herkesin şu soruyu cevaplamasını istiyorum: Göbekli Tepeliler ve diğer Bereketli Hilal bölgesi sakinleri gökten mi buraya geldiler? Dünyanın diğer bölgelerindeki insanlar hala yabani hayatı yaşarken, bu insanlar nereden böyle bir toplumsal yaşam kültürü edindiler? • Kuzeyden ve doğudan gelmiş olamazlar, çünkü oralar buzul devrinde kar ve buz örtüsü altına yaşama uygun olmayan yerlerdi. • Batıdan gelmiş olamazlar, çünkü sadece deniz var. • Güneyde ise yine yaşama uygun olmayan kurak ve susuz bir çöl ortamı. • Tek bir ortam kalıyor: İçinden iki büyük ırmağın geçtiği 800 km uzunluğunda ve 200 km genişliğindeki Basra-Hürmüz arası ova (=Atlantis -Ovası). Karar vermeden önce şu noktaların da dikkate alınması gerekir: • 1-) Dinamik sistemler fiziği toplumsal davranışın gereği olan bir üst-sistemde (toplumda) uzlaşma yeteneğinin, ancak insanların dar bir alanda sıkışmış olması sonucu olabileceğini öngörüyor. • 2-) Jeolojik olaylar böyle bir sıkışık ortamın Basra-körfezinin kara haline geçtiği 15 bin yıl öncelerinin Atlantis-Ovasının tekrar denizle kaplanması sırasında yani 12-14 bin yıl öncelerinde olması gerektiğini gösteriyor. (Hatta daha önceleri, ovanın her tarafına su kanalları kazarak, tüm ovayı yaşanılır hale getirilmesinde ilk uzlaşma kültürü oluşturulmuş olabilir.) • 3-) Shinde et al 2019 araştırması dünyadaki ilk toplumsal gelişimlerin Anadolu’da olduğunu gösteriyor. • 4-) Eflatun toplumsallaşmanın Atlantis ülkesi adını verdiği 540 x 190 km boyutunda devasa bir ova ve onun ucunda bulunan bir göldeki adalarda gerçekleştiği bilgisinin Mısırdaki bir tapınakta kayıtlı olduğunu ve o bilgilerde şunlar bulunduğunu: 1- Bu gölün her yıl süren sürekli taşkınlar ve sel felaketleri nedeniyle gittikçe bataklığa dönüştüğünü; 2- Kuzeydeki dağ yamaçlarının bu sel felaketleri nedeniyle çırıl-çıplak kaldığını; 3- Gölün çevresinde çok verimli 540 x 190 km boyutunda devasa bir ova bulunduğunu (bu boyut deniz sularının çekilmiş olduğu Basra-Dubai- arası bölgeye tam uymaktadır) 4- Bu ovanın su kanallarıyla döşenerek, her tarafında yaşama uygun koşulların oluşturulduğunu; (Bu koşul şu nedenle gerekli: Henüz çanak-çömlek gibi su taşıyıcı eşyaların bulunmadığı bir zamanda, insanlar ılıman iklimli bu ovanın her tarafının yaşama açılmasına çabalamış olmalılar. Dicle-Fırat ırmakları sularının, kanallar kazılarak ovanın her yerine dağıtılıp-yaygınlaştırılması yaşam ortamının genişletilmesi için tek çaredir. Böyle bir kanalizasyon neden gerekti? Çünkü Buzul devri yaklaşık 100 bin yıl sürmüştür; bu uzun sürede, o ılıman iklimde yaşamak için insanlar her türlü çareye başvurur. En basit çare ise, obsidiyen baltaları ile, yumuşak zemin üzerinde kanallar kazarak, yaşanılacak ortamı genişletmektir. 5- Gölün yakınlarında bir “Herakles-sütünları” terimiyle ifade edilen bir boğaz (Hürmüz-boğazı) olduğunu ve oradan çok büyük bir okyanusa (Hint-Okyanusu) açıldığını vurgular. 6- Bölgede Nar, zeytin, Hindistan cevizi vs. gibi bir sürü özel meyvenin bulunduğunu; 7- Ve bir gece aniden sulara gömüldüğünü; 8- Bu olayın 11600 yıl önce gerçekleştiğini yazar. Burada yazılanları tek tek değerlendirelim: 1- Sürekli taşkınlar ve gölün çamurla dolması ve dağ yamaçlarının çırıl-çıplak kalması çok tipik bir dağ-buzulu ergimesi sonucu gerçekleşen ve jeolojide Solifluksiyon olarak bilinen bir olaydır. Böyle bir olay yaşanılmadan uydurulamaz. Mutlaka yaşanmış olmalıdır ki, insanların hafızalarında uzun yıllar yaşanılan sıkıntılı bir dönemin anısı olarak, derin bir iz bıraksın ve nesillerce hatırlanıp aktarılsın. Üstelik verilen tarih jeolojik verilerle tamamen uyumludur ve o tarihlerde böyle taşkınlar olması çok normal bir durumdur. 2- Ovanın su kanallarıyla döşenmesi, yaşam ortamlarını genişletmek zorunda kalan insanların yapmak zorunda oldukları bir olaydır ve nedeni açıklanmıştır. 3- Ada veya adaların suya gömülmesi, buzul devri sona ermesinin bir sonucudur ve önceki bölümlerde anlatılan jeolojik gelişimlerin bir sonucu olarak kesinlikle gerçekleşmiştir. 4- Böyle olaylar yaşanılmadan uydurulamaz. Üstelik verilen tarih jeolojik verilerle tamamen uyumludur ve o tarihlerde böyle bir taşkın olması çok olasıdır. İnsanlık yaşadıkları unutulmaz olayları çeşitli hikayeler olarak nesilden nesile aktararak bilgileri gelecek nesillere miras bırakmışlardır. Mısırdaki tapınaktaki bilgiler de Atlantis ülkesinden kurtulanlar tarafından aktarılmış bilgiler olmalıdır. Tüm bu gerçekler karşısında hala Gedik 1992 yayınını dikkate almamak hangi bilimsel davranışa, hangi sağlam bir insan mantığına yakışır? Mantıklı insanlar hala Atlantis’in neden Ege-denizinde, Cebeli Tarık çevresinde, Atlantık Okyanusunda veya başka bir yerde ararlar veya oralarda yapılan araştırmalara değer verip de, Basra - Hürmüz arasında olduğunu bir sürü bilimsel argümanla ıspat eden Gedik 1992’yi hiç dikkate almazlar? İsmet Gedik Hocamızın yazıda geçen resimleri bunlar: ![]() ![]() Düzenleyen osmanziya - 18-Şubat-2020 Saat 13:26 |
|
![]() |
|
![]() ![]() |
||
Forum Atla |
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |