Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
İnsan Bilim
 YöntemBilim Forumu | İnsan Bilim | İnsan Bilim
Mesaj icon Konu: beyin içinde kırk bin fersah... Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3545

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: beyin içinde kırk bin fersah...
    Gönderim Zamanı: 29-Eylül-2014 Saat 13:01

BEYIN40 DİZİNİ İÇİNDEKİ DOSYALAR
20140929_125920_BEYIN40.rar


Beyin içinde kırk bin fersah.. yazılı dilin 4 bin yılllık geçmişi var..
sesli dilin en az 40 bin yıllık bir birikime dayandığını var sanıyoruz..
diğer taraftan mevcut beynin oluşumu için var sanılan
neo korkteks ve limbik sistem ve r-kompleks için
30 bin yıllık evrim süresi öngörülüyor..
Beynin oluşumu ve dilin bulunuşunun
parelel olup olamayacağı ayrı bir konu..
ancak insanı akıldan ve bedeni de
beyinden ibaret görmüyorsak
beyin, hafıza, zeka, mantık ve akıldan başka
kalb.. ruh.. sır.. sair letaif ve lisan konusunda farklı
deneyimlere ve öğrenimlere de kapı aralamak..
alternatif yollara ve aydınlanmalara da kapalı olmamak gerekiyor.

İnsan bir muammadır..
Beyin (nesne) bin dil mi yapıyor
yoksa dil (kimse) bin beyin mi yapıyor ?
Onu damar ve sinirler ağının bulanıklığında
yiten bir balık görmek istemiyorsak
kimsenin "ben"inin   bir "tılsım-ı müşkil küşa" olduğunu
nazara almak gerekiyor..

işte bu yazı bize bu yolda bir girişim başlatmamıza umarım vesile olur...   


Kuş beyinli derler.. akılsız davranana.. sanırım ya kuşların beyni küçüktür.. ya da insan hevai davrandığı içindir.. ancak bu terim yeni olmalı çünkü daha yeni öğrendik düşünce ve davranışlarımızın yönetim merkezinin beyin olduğunu.. eskiden yürek olduğunu sanıyorlarmış.. gerçi orada da sezgi ve sair ince tahassüs vardır.. ama beyin açık ve seçik olarak düşünce ve davranışlarımızda ve hatta duygularımızda etkili olduğu ortaya çıktı yeni araştırmalarla.. 12 milyar (15 ? 33) hücre (nöron) diyoruz beyin kapasitesi için ve sanırım yüzde beş ile onunu da kullanıyoruz.. şimdi hücrelerle birlikte hücrelerin aralarındaki bağlantı ve sinaps’ları da sayınca cinas çıkaracak kadar bir BİLGİ olasılığı çıkar.. çünkü her bilgi bir bağlantıdır.. en azından bilen ve bilinen arasındaki ilişikiyle bilgi olayı gerçekleşir.. bilenin beyninin bağlantıları ile bilinenlerin mabeyni arasındaki bağlantıları nazara alınca artık bilginin sadece okunan bilgi olarak kalmadığı ve aynı zamanda bir yazılan bir BELGE olduğu da ortaya çıkıyor.

Şimdi bilgi’nin, soyut ilkeler ve boş yorumlarla yapılmış kuru bildirimler olmadığı.. bunlardan başka varlık ve olayların işlevlerine ilişkin gözlemler ve veriler bulunduğunu da nazara almak gerekiyor. Ancak bilgi, belge ile bitmiyor. Hafıza, zekadan ve mantık ile çalışan AKIL’dan başka tefekkür, tezekkür, taharri gibi latife ve kabiliyetleri de var insanın. Bunları nazara almayınca ARA’ma ve BUL’mayı unutmuş.. bilgi ve belgelerin soru ve yanıtlarının oluşturduğu bir BİLİM bulutu içinde kaybolmuş BEYİN’ler haline geliyoruz. Buyrukmuş.. sözmüş.. değermiş.. hukukmuş.. ahlakmış.. dinmiş.. bunlar artık bir tür bilgimsi ve bilgi benzeri bağlantı ve ilişkiler haline geliyor ve sonunda BEYNİ GELİŞMİŞ maymundan ve hayvandan türemiş beşeriyetin evrimi ve tekümülü içinde kala kalmış bir “insan” olup çıkıyoruz.

Ne kadar kalabiliyorsak..

Bu “hayvan”ı küçülttüğümün değil “insan”ı büyülttüğümün resmidir. Elbette beşerin hayvani tarafı ve özellikleri var ancak bu haliyle yarıştığında hayvandan aşağı düşüyor. Serçe kuşu kadar bile olamıyor. Ancak insana YÜKLENEN ilim’i inşa etmek ve irade’yi ihdas etmek gibi başka vasıflarla beşer, bir sınıf yükseliyor ve bir katman yukarı çıkıyor. Bu nedenle beşeriyet yapısından çıkan medeniyetin KAPI’sının inşa ettiği en büyük YAPI “insaniyet”dir. Ancak önemli olan bu yapının hangi KAPI’yı açtığını aramak ve bulmaktır.

Selahattin bey kardeşimle ilk beş versiyonuna kadar inşa ettiğimiz BEYİN çalışmasının dosyalarını içeren BEYIN40 dizini içindeki en son dosyayı resim haline getirip buraya yapıştırdım ve dizini de guruba yükledim.
Bu tabloları inceleyerek, imgeleyerek, irdeleyerek, kurgulayarak, eleştirerek, değiştirerek, düzelterek, ilerleterek, geliştirerek kendinizin olan bir İNSANBİLİM denemesi yapabilirsiniz. Düşündüklerinizin kurguladıklarınızın yazılması ve yayımlanması fazla önemli değil.. önemli olan yapılan gönül çıkarımlar ve el kullanımları ile bilgilerin uygulanması.. buyruklara uyulması ve söylenilenlerin yaşanmasıdır. Bunlar yapılmasa bile bu konuda böyle bir tefekkür kapısının açılması ve önüme çıkan ummanda aklımızın bineceği bir SAL yapılması bile masalsı bir destan olacaktır. Maalesef bu güne kadar arkadaşlarımızla böyle bir çalışma ortamı bulamadım ve kuramadım. Okuyanlarım sadece okudular.. hatta sanırım çoğu tablolarla bile ilgilenmedi.. Amma önemsediğim ve önerdiğim İNSANBİLİM çalışmasından önce yapılması gereken, insan-bilimi tamamlayacak islam-bilim inşa etmede, insan içeriğinin saptanmasında kullanılacak yöntem olan ve islam resminin çizilmesinde dilimiz bulanan YÖNTEMBİLİM’in kurulmasıdır.

Gelelim beyin’e.. tablolarım diyor ki “beyin” cihazı, cisim ve ruh mabeyninde aracılık yapan merkezi bir uzviyettir. Ruhun kullandığı bir araçtır. Ruh gidince cesed haline gelir ten ve beden. Teni beyin YÖNETİR ama ruha da YARDIM eder diyebiliriz. Şimdi bu   “yönetir” ya da “yardım” eder deme “mecaz” anlamdan çıkıp “hakiki” haline getirildiğinde küfri hissettirir ve şirke kapı açar. Dil illeti ifade ederken.. akibeti ibare ederken.. hakikatı hikaye ederken.. hakkı intak ederken..   ayrı alanlarda dolaştığının farkına varmalıdır. Milyarlarca nörona da sahip olsa AKILSIZ’ca nesnelere akıl yükleyip onlara yönetim ve yardım gücü vererek olgusal ve mantıksal yanlışlığa düşenin BİLGİ KURAM’ından dışarı bir cehalet sunduğu aşikar. Aynı zamanda da   DİN KURUM’undan dışarı bir dalalet sergilediği de ortaya çıkar. Bu durumda o kimse ya YARATMA’yı anlamamış olur veya TANRI’sallık hakkında bilgisi yoktur. Bu bilgisizlik ve anlayamamış olmakla beraber   SANRI’sına bir AD takar. Sanrısına taktığı adı ve ismi; koşulsuz.. kuralsız yani salt-haline getirip kendine kraldan öte bir TANRI kurmuş olur, desem de inanma.. bi düşün.. belki o inşa ettiğin AD, senin AR’ının adıdır ve harf / ar işaret / gösterge olan var oluşunla O’na bir   mir’at olmuş ve Yaratan’a ayna bulunmuşsundur.. öyle ise BEYAN’ına dikkat et ki bu güzellik ve iyilikleri beyin’ine ve Ben’ine mal ettiğin anda ŞİRKE düşersin de haberin bile olmaz. Zaten Ahsen-i Takvimden Ahsen-i Ameli gideceğimiz yolda böyle türlü türlü seker’ler ve meker’ler olur.

Bu seker ve meker beynin hangi tekerinde ?

Çünkü insan sadece bedeninden ve beyninden ibaret değil.. sadece hafızadan ibaret değil.. sadece zekadan ibaret değil.. sadece mantıktan ibaret değil.. sadece AKIL’dan ibaret değil.. akıldan aşka KALBİ var. Akıldan başka RUHU var.. Akıldan başka SIRRI var.. ve akıldan başka NEFSİ var.. ve bunların “ilmi”ni yapmak ve “kelam”ını etmek için de günlük dilde kullandığımız MANTIK ve bilimsel bilgide kullandığımız MATEMATİK yeterli değildir. SÖZ DİZİMİ esrik eder ve ANLAM BİLİMİ ise tuzaklarla doludur. Kutbi Mantık ve Nisbi Matematik beşeriyet ve uygarlık tarafından tedvin edilmiş ve giderek geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan sun’î aygıtlar ve zihnî araçlardır. Yazılı dil için 4 bin yıl geçmişse sözlü bir dil içinde 40 bin yıl geçmiş olabilir. Bu günkü dil seviyemiz ve düşünce düzeyimiz elli bin yıllıkta olsa hikmet.. felsefe ve din konularında hala yetersiz.

Beyin bunun neresinde ?

Öteden beri din içinde ortaya çıkmış ve aklı dünyadan temizleyen tasavvufu seyrini KONTROLSUZ bulurum. Nefsi kesretten arındıran tarikat inisinasyonunu da GARANTISİZ görürüm. Bunun içinde başkalarına da öneremiyorum. Belki de bu ene’mi yenemediğim ve nefsim’e mağlub olduğumdandır. Ancak ayık olarak uyuyanların yaptıklarını görünce uyumaktan uyanınca olacaklardan korktuğum kesin. Doğrusunu Allah bilir. Bana göre ayağı yerden kesen ve dünya sorunlarına fani çözümler sunmayan ve burudaki geçici sorumluluklarımıza geçici çareler önermeyen bu fazilet ve feragat kurumları.. kendileri ne kadar pak ve kutsal olursa olsun.. insi kişilerin ve cinni varlıkların kötü   emellerin alet edilebilir. Saadeti katletip kudsiyeti tenkid ettirebilirler. ŞERİATIN kontrolü dışına çıktıklarında ticaret için VERİMLİ olmadıklarına.. MUHAKEMAT-I KUR’ANİYYE denetimi haricinde çalıştıklarından siyasette KÖTÜYE kullanıldığına da tarih tanıktır. Hasılı SELİM KALB önemlidir, arifin kalbi sevimlidir ve şeyhin gönlü şefkatlidir ve fakat SALİH   aklın ve Sahih NAKLIN denetimi yoksa başkaları tarafından suiistimal ve ilim ve itikadımızı hurafelere bulaştırabilir.   

Felsefeyi dinleştirmek yani TEKNOLOJİ’ye mübtela olmak ya da dini dünyevileştirmek yani dini İDEOLOJİ üretmek.. dünyayı yetkinleştirip insanı erdemleştirmek amacıyla da yapılsa olumlu meyvler alınmadığını ve verimli sonuçlar vermediğini de gelecek gösterecek. Organizasyon ve biz olunca salahatı tahakkuk ettirmek zordur.. kemal ve hayır içeren salahat olunca biz’i gerçekleştirmek kolay değildir fakat sağlanması gereken ve sınavımızın konusu olanda her ikisinin dünyevi başarının ve uhrevi bağlılığın beraber birlikteliğidir.

Bu birliktelik beynin neresinde ?

Kimsenin kimliğini arayıp kişiliğini kurarken.. kutlu mutluluğunu ve erdemli özverisini kılarken.. kullandığı dilinin elverişli bulunup bulunmadığını.. dünya dengesini ve toplum uyumunu sağlamada zorlandığını.. kısaca insanın kendine yabancılaştığını görmek için İNSAN model ve standartları ortaya koymak gerekiyor. Böyle bir kriter ve kıstas olmadığı takdirde SALIH AKIL.. dil tarafından kullanılarak ŞEYTAN’ın tapınağının şövalyesi olmaktan kurtulamaz. Deny dünya ile din deynini ayırt etmeyen DYL, suiistimal edilen din ve inançlarla, dünyayı bağımlı kralların “saray”ı ve bağlı kölelerin “agora”sı haline getirdiğini çağdaş AVM’lerde hissediyorsunuz. Bu göz boyayan hapishanelerdeki ÇAĞDAŞ krallar ve köleler.. belki geçmişte Fravunların ve hatta yüz yıl önceki Osmanlı Padişahlarının saltanatında bile olmayan eş standartı ve araba teknolojisi bulunduran konforlu eviyle mutlu olup   ve lüks işiyle yetinebilirler ancak ünlü mesleklerinden ve şanlı uzmanlıklarından ESMA-İ HÜSNA’nın nurlu bir ışığına ve sururlu bir gölgesini bile elde edemezler. Saadetleri dahi, vakti gösterdiğini bilmeyen saat gibi boş tiktak’lardan ibarettir. Yaptıkları taka tuka sesleri bir düğündeki maytaplardan fazla değildir..   nerede kaldı bir İSM-İ AZ’AM ipinin ucuna tutsun…

Beyin bu ipin neresinden tutunuyor ?

Bir zaman akıl denilmişti AVRUPA aydınlanma çağında.. KANT onların ayaklarını yere değdirdi.. dikotomilere düşen aklın kesini bulamadığını göstererek bilgilerimizi.. buyruklarımızı.. umutlarımızı test etmişti… Daha önce ARİSTO septiklerin tartışmalarına katı yöntemi kurgulayarak bu rasyonel ölçü ile onların seslerini kesmişti.. Şimdi BEYİN denilen bir HEYULA çıktı karşımıza.. arayışını durdurmuş çoğulcu bulucular.. pulcular.. çapulcular.. onun gölgesinde serinlemeye çalışıyorlar. Sanırım biri daha gelecek ve medeniyet-i beşerin, bu ağacın gölgesinden yeteri kadar dinlendiğini göstererek İLERİ yürüyüşe ve YÜCE yükselişe ikna edecek.. başladı bile.. Batı pilini bitirdi.. şimdi doğunun katkısının doğumu başlıyor.. hayır hayır.. ne doğunun (X) ne de batının (Y) ürünü olmayan amma her ikisinin bileşiminde yeni bir çocuk doğuyor ve yeni bir yüz geliyor…

Bu yüz beyinin neresinde ?

DİL OLMAZSA OLMAZDIR

İki nesnenin bağı, bu eşya ister bu nöron hücresi olsun ister yerin çekimi olsun, bu bir belgedir.. iki kimsenin ilişkisi, bu eşhas ister bağlı olsun ister başıboş olsun, bu bir buyruktur. Belgeler ve ilişkiler.. işletimler ve işlemler.. kurgular ve kılgılar.. bilgi konuları ve buyruk komutları   halinde dil tarafından; kavramlar; anlamlar; tamlamalar; tanımlar; yüklemler; yargılar halinde sözcük ve tümcelerle ifade edilir. Nesnelerin görüntüleri ve kimselerin gösterileri dil kalıpları ve düşünce mizanları ile göstergeler ve görüngüler haline getirilir ki biz bu dolaylı işaretlerle ve araçlı delaletlerle doğru ve gerçekler kadar yalan ve yanlışları.. iyilikler ve güzellikler kadar kötülük ve çirkinlikleri yani tamir ve tahripleri sağlar ve yürütürüz..

Peki bu saydıklarım.. örneğin DOĞRU nedir ? GERÇEK ne kadar gerçektir ? Bunları bir felsefeciye sorsan sana edebiyat yapacaktır ya da bilimsel bir irca ile susturacaktır. İYİLİK nedir ? GÜZEL ne kadar güzeldir ? Bunların bir din hocasından açıklamasını istesen sana hikaye anlatacak ya da vaaz edecektir. Elbette bizim bilime.. vaaza ve edebiyata ihtiyacımız var.. Elbette teknik bir saptamaya ya da bilim adamının raporuna ya da bir avukatın savunmasına veya bir yargıcın kararına gereksinimimiz vardır. Tefekkür ve tezekkür bizim okur yazarlığımızın bir meşru ve makbul bir etkinliği.. ancak bunlar günlük gereksinimden ve dünyevi doyumdan öte bir yarar, yetkinlik ve erdem vermez. Bir ayet ile başka bir ayet arasında bağ ve ilişki kursan bu da sana İNANÇ olarak dönecektir.. tefekkür ve tezekkürünü KİTAB’a çevirdiğin anda artık başka bir alana geçersin.. NAMAZIN medyasına.. dünyanın ve zamanın medyasından, dinin ve namazın meydasına geçtiğinde ise soğuk sudan sıcak suya girmiş ve çıkmış gibi olursun. Olmuyor musun yoksa olamıyor musun ? Olmuyorsan NAMAZIN medyasını ZAMANIN medyasını götürüyorsun demektir.. yani ya geçmiş anıları ya da geleceğin projeleri senin zikrin ve fikrin haline geliyor demektir.. ayetteki sözcüklerin ve tümcelerin kavram ve anlamlarının ortaya koyduğu bilgiler sana bir konu BELİRTMİYOR.. buyruklar bir komut YAPTIRMIYOR demektir. Haa Kur’an dili olan ARAPÇA’mı bilmiyorsun.. demek dünya benim gibi seni de avucuna almış ki ilim ve kelam kapısından hak ve hakikat yapısına geçirmek istemiyor demektir.. e kolay değil zaman çalan bu kadar görsel ve işitsel çekici tuzaklar varken onlarla başa çıkamazsın.. Çağımızda bilim ve fünun yapmak için MATEMATİK zorunlu.. dünya ve san’at yapmak için İNGİLİZCE gerekli.. din ve hukuk yapmak için için ARAPÇA vazgeçilmez DİL’lerdir.


Şimdi dünya deyince İngilizce.. bilim deyince matematik ve din deyince arapça öğrenmeye mecbursun.. çünkü mesleğini icra edip iş, aş, eş, ev, araba olmak zorundasın… Yöntembilimsel analizi öğrenmek, kullanmak ve yararlanmakta BU GÜN İÇİN insanbilim ve islambilim yapmak için zorunlu olmasa da gelecekte arayanlar için gerekli dil haline gelecektir.

Şimdi sanıyorum ki beynin sağ ve sol lobları bizim global konuşmamızı ve analitik düşünmemizi sağlıyor da ar’ı görmemiz ve ad’ı duymamız nesneye bakma ve kimseyi işitme haline mi geliyor ?     


NAMAZ MEDYASI


Öyle ise hazır buraya gelmişken NAMAZ MEDYASI konusunda bir açıklama yapayım. Namaz kılarken çoğumuzun sık sık yinelediği okuduğu dört tane zamm-ı sure var.. kevser.. ihlas.. felak.. nas.. bu dört sure aslında etrafı surlarla çevrili muazzam dört tane kale ve sen bunu feth edeceksin. Şimdi Fatiha-i Şerife ile soru’nu.. sorun’unu.. derd’ini ARZ ettiğinin ve zammı surelerle de bunların yanıt’ını.. çözüm’ünü.. çare’sini TALEP ettiğinin farkında isen namaz kılarken aslında bir kudsi alış veriş yaptığın ortaya çıkar. Zamanın Çağdaş AVM’leri gibi ve fakat ona karşı kurulmuş bir çarşı gibidir namaz… Fakat kendinin ne istediğini bilmiyorsun ve senden ne istenildiğini de bilmiyorsun.. bu normal mi ? Değil.. öyle ise namazı BEDENEN kılıp kurtuluyorsun demektir.. ama bu kurtulmak bir insana yeter mi ? Elbette namaz medyasında mal ve para bildiğimiz ücret ve semene benzemez. Orasının malı nimet ve hizmet, parası ise külfet ve sevabdır. Borcu ödeyip yeni bir nimet-i hizmet   karşılığı külfet ve yeni hizmet karşılığı ücret-i sevap almak istemez misin ? Çünkü külfetlerin sonradan nimetlere ve ücretlerin sonradan minnetlere dönüşüyor.. minneti ve ni’meti artanın muhabbeti de artıyor ve böylece ibadet muhabbet oluyor.. ama önce iş ibadetin zahmet ve meşakkati ile başlıyor.. Böylece muhabbet haline gelen ibadetin ve namazın daha tatlı olsun ve Yaratanla ilişkin daha sıcak bulunsun...

HİÇ hareket etmeyen adama günlük spor gereklidir ve en az namazın hareketleri kadar olmalıdır.. HİÇ düşünmeyen adama günlük tefekkür gereklidir ve en az namazın zikirleri kadar olmalıdır.. Pek HEP tarafına koymaya bir iştiyakın yok mu ? ÇOK artırma ve arıtma yolunda bir iştahın bulunmuyor mu ? işte bu hep ve çok tarafımızı biraz daha dünyadan dine çevirdiğimizde kazancımız daha da ARTIYOR… kurtulma olasılığımız bir daha BÜYÜYOR..

Acaba diyorum ki beyin kapasitesini büyütsek.. sevginin ve saygının hacmini de büyütebilir miyiz ? Yoksa Yaratan’a övgümüz ve ödgümüz dünyevi hevalı çıkarlar ve hırslı yararlar la kapanacak mı ?

AYAKLAR ve KANATLAR

İşte bu noktada bu iletinin tablosuna dikkatini çekmek istiyorum.. iştah ve iştiyak ayaklarımıza.. aşk ve merak kanatlarımıza.. bu konuyu çok kere yazdığım halde.. sanırım anlaşılır bulunmadığından ya da sormaya cesaret edilmediğinden belki de konu önemsemediğinden.. bir iki arkadaş dışında hiçbir geri tepki ya da geri dönüş almadım.. Bu nedenle bu konuyu burada biraz daha açık, seçik ve anlaşılır yazmaya gayret edeceğim.

FELAK VE NAS sureleri.. son iki sure ve aynı şekilde Mushaf’ın girişinde FATİHA ve BAKARA suresinin ilk beş ayeti.. DÖRTLÜ bir takım teşkil ediyor benim için.. Mushaf iki kapak arasındaki sahifeler demektir.. işte felak ve nas ile fatiha ve Bakara.. çok güçlü bir MAKARA’dır..

Çok ayıp oldu bakarayı makaraya almak.. ama bir dur bak şu MAKARA’ya.. “mak-ara”yı ters çevir bakalım ne oluyor.. ara-mak.. ara-mak.. ara-mak ARA’mak’tan ve ara makinalardan haberi olmayanlar.. Hak ila aralarında binler hakikat perdesi gerili olduğunda habersizler.. sözcüklerin anlamlarını yani onların çok anlamlı olduklarından habersiz beğenmedikleri bir anlamı söz konusu ederek başkasını suçladılar ve kendilerini rezil ederler.. Makara TEKER demektir.. görsel ve işitsel dünyanın SEKERİ ve esrikliği ve kurgusal ve kuramsal dünyanın MEKERİ ve tuzağından başka ve onların derininde bir GIŞAVE ve HUDA vardır ki bunları tanımak ve tanımlamak gerekiyor.

Çünkü bunlar bizim duyum-alım’larımızdan TAT alarak ve duygu-lanım’larımdan TUT’arak yürüyüşümüzde geçmişi rasat etmeler ve maziye bakmalar arasında aklımıza girenler var.. geleceği rabas etmeler ve ati beklentilerimiz arasında kafamıza TAK’tıklarımız var..   kurallar ve koşullar curcunasında ya da kuramlar ve kurumlar fırtınasında türlü türlü kuruntularımız.. kurgularımız.. çeşit çeşit sıkıntılarımız.. takıntılarımız.. özellikle de namazda sökün eder gelirler üzerimize ve biz musallat olurlar. Hak bildiğimiz batıllardan ya da batıl bildiğimiz hakk’lardan hiç söz etmiyorum. Farkında olduğumuz ya da olmadığımız ŞEYTANLAŞMIŞ insi seslerin ve ACIMASIZ cinni fısıltıların vesveseleri ukdemizde ve sadrımızda fink atarlar.. .

Soru-yorum: Şuur nedir.. sadır nedir.. ukde nedir.. akide nedir.. kaide nedir… Şimdi bunları sözlüğü baksan bile bulamazsın.. orada olsa olsa sadece sözlük ya da teknik tanımı ile karşılaşırsın.. e bunları bile bilmiyorsan.. vaz mı geçeceksin ? Hayır.. bütün bu sözcükleri kendin inşa edeceksin.. mevcut sözcükleri de senin gibi insanlar inşa ettiler zaten.. gökten zembille inmedi kavramlar ve terimler.. bizim şimdi kullandığımız alet ve malzemelerde gökten inmedi.. insanlar bunları (*) BİR İHTİYACA binaen inşa etti para edince de kar kazanmaya binaen imal edip sattılar.. kavram ve ad.. terim ve ar.. sözcük ve anlam.. söz ve anlatım da böyledir.. bir gereksinime ve gelişime binaen ortaya çıkar. Ne yazık ki.. hazıra alışmış biz vatandaşlara İNSANBİLİM yapma zevki verilmemiştir. Soyut edebiyat ile aklı uyuşturulmuş ya da kuru vaaz ile kalbi paslanmış kimselerin gönülleri göğsüne yük ve yürekleri bedenine ağırlık edilmiş.. kendilerinin düşün-me-lerine önem ve kendilerinin düşün-ce’lerine değer vermez haline getirilmişler. Ne yazık ki.. okullar öğreni-c-i yetiştirmeden öğrenci olarak bırakıyorlar hayata kişileri.. ne yazık ki…

Acaba bütün bu durgunlukların ve donuklukların şamar oğlanı beyin mi ?

FELAK VE NAS İLE EVREN VE İNSAN

FELAK suresi ÜÇ MUSİBETTEN bahseder.. biri Gasık KAB’dan ikincisi ukdemize nefes gönderen NEFFAS’dan üçüncüsü Fasık HASED’den.. bu üçünün şerrinden dolayı Felak’ın Rabbına sığınmamızı ister..
NAS suresi de tek başına sadrımıza vesvese veren bir HANNAS ki bu insi de olur cinni de.. bunlardan da   Nas’ın Rabbına istiaze etmemizi ister.

Bu dördünden gasık kab (karanlık) ve fasık hased (kıskançlık) için İZA terimini kullanıyor. Ukdemize yapılan nefes (ses) ve sadrımıza edilen vesvese (fısıltı) için de Fİ terimini kullanıyor. İza ara sıra gerçekleşen demektir.. fii ise sürekli tahakkuk eden anlamına gelir. Yani fısıltı (vesvese) ve seslenme (nefes) süreklidir ve fakat karanlık (kab) ve kıskançlık (hased) ara sırı ve geçicidir. Yani şehvete ve hasede sebeb olan nesne ve kimselerin tahrik ve tazyik etmesi sırasında doğarlar.

HASED aslında çekememezlik demektir yoksa karı ya da kocanın birbirini, aşırı olmamak kaydıyla, kıskançlık sağlık alametidir. Domuz yemediğinin işaretidir. Hasedin bu kıskançlıktan başka asıl küskü veren sebebi bir kimsenin başka birisine kendisinden fazla verilen mal, makam, şöhret vesair yüzünden o kimseye karşı duyulan çekememezliktir. Bu dördünden KAB-ı gasık için biraz fazla açıklama vermek istiyorum.. (**) Bu saydığım terimleri için aşağıdaki tablodaki yerlerine bakınız.. bunların hangisini görüyorsunuz ? Sadece HASED görüyor.. diğerleri yoklar.. aslında diğer üçü bu tablonun dört köşesi ile ilgili.. ilişkili.. bağlı.. bağlantılı.

İnsaflı sorucu dördünden ikisini söyler ikisini bırakır.. akılsız sorucu da üçünü söyler birisini bırakır.. acımasız sorucu ise birini söyler üçünü bırakır.. insaflı olmak için HASED’den başka birini daha söylüyorum: HANNAS. Bu ne insandır ne de cin.. ne nefisdir ne de ene.. ne dünyadır ne de tagut.. Bu sürekli vesvese ve kuruntu veren Hannas’a kaşı Nasa Hannan.. İnsana Mennan.. Kimseye Deyyan Olan’a sığınmak gerekir.. yaşamımızın ve ekmeğimizin borcunu oruç tuttuğumuz Sultanı’mıza iltica etmemiz lazım.   

Bu Hannas’ın vesvesesi MERAK köşemize musallat olur. Zaten NAS suresi.. Rububiyet.. Malikiyet.. Uluhiyet.. yani bütün Halıkıyet ve Mabudiyet katmanlarını sayarak çok geniş bir koruma kapsamına almış merakı.. mecazi malikeyitimizi ve mevhum rububiyetimizi anlamak suretiyle mevcudiyetimizi icad.. inşa.. imar.. etmeliyiz. Bunun içinde Merak hocasına ve soru asistanına baş vurmalıyız. Fakat en tehlikeli mikrob da oraya musallat etmiş… Bu yüzden de şuurdan.. sadırdan.. zattan.. genelden özele bütün sferlerin korunması için ilticaya davet ediyor ve insanı bütünüyle Nas’dan istiazeye çağırıyor Nas suresi.

Öyle ise şimdi sorabiliriz.. İŞTAH’ımıza musallat olan mikrop nedir.. İŞTİYAKIMIZA musallat olan mikrop nedir..   yani sol ve sağ ALT köşeler tamam.. “aşk ve merak” kanatlarımızı anlattım.. bu kanatlarda hased ve vesvese mikrobu var. Şimdi sol ve sağ ÜST köşelerdeki “iştah ve iştiyak” ayaklarımızda hangi mikroplar barınıyor ? ŞEHVET iştaha.. GADAB iştiyaka.. merak İLİM ve aşk İRADE’YE hangi mikroplukları yapar ? İradeye şefkati.. ilme cesaseti.. iştiyaka cesareti.. iştaha iffeti nasıl gönderebiliriz ? Acaba bu yolda beyin yıkama yollarının ya da kafayı doldurma yöntemlerinin etkisi var mı ? İşte bu yazıdaki bütün soruların yanıtları beyin yolunda kaç fersah ilerlediğimizin ölçütüdür.



Sağlıcakla kalın.

OSMANZİYA

Sentaks / sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE
semantik / anlambilimsel / MAANÎ yetersizliklerim
için düz yazıdan özür dilerim


(*) YAPAN ÇATAN HAK.. KULUN FİİLİ MUALLAK "alak"adan yaratılanın durumu bu.. güzel söylemiş Lutfi Filiz Efendi.. öyle ise bize düşen ilgilerimizi yükseltmek.. bilgilerimizi iyileştirmek.. sevgilerimizi güzelleştirmek.. İnşaallah.



(**) Gasık kab.. GASIK karanlık demektir.. KAB ise kapalılık demektir. Hem kapalı hem de karanlık olunca bu gasık kab, ne kabı olur ya da kim kapı bulunur ? KAPKARANLIK bir kap.. bu ne ? Bizim çok parlak gördüğümüz erotik güzellik ve seksüel çekim. Eğer insanın başına bir çökerse.. meşru ve helal cimadan tut gayri meşru ve haram zinaya kadar çok dereceleri var.. bunları tutan perde HAYA’dır.. onu açan elde HEVA.. Şehvetin iştah peçesini kaldırdın mı altında DÜNYA aşüftesinin aşife ede gözü çekici ve gönlü çelici yüzünü görürsün. işte iştahımızın kökünü teşkil eden kuvve-i şeheviye bize çoğalma ve tenasül için verilmiş bir ARAÇ iken onu AMAÇ haline getirdiğimizde HEVA haline gelir. Haya perdesini de yırtarsa ZİNA olur. O bakımdan olabildiğince onun içimizdeki nâ-makbul tazyikinden ve haricindeki gayr-meşru tahrikinden kurtulmaya çalışmamız lazım. Sizin en kötünüz bekarınızdır, uyarısı boşuna söylenmemiş. Evlenmemiş gençlerimize acımalı ve kuvve-i şeheviyenin bu zamandaki görsel ve işitsel cazibesinden korumak için onları eşsiz bırakmamalıyız.

Kuvve-i şeheviyenin ve cinsellik gücünün diğer yanı KUVVE-İ GADABİYE’dir ki bu İŞTİYAK’ımızın kökünü teşkil eder. HIRS’ımızı tetikler. Onu halim ve selim haline getirmek için kitabın emrettiği emir ve nehiylere ve dinin buyurduğu haram ve halelleri dikkat edeceğiz. KUVVE-İ AKLİYE’nin ise iki kanadı var.. biri İLİM teorik akıl.. diğeri İRADE pratik akıl.. ilim MERAK ve irade ise AŞK ile alakalı.. anlaşılıyor ki ALAK’alar dört köşeye yayılır.. nefse.. akla.. kalbe ve ruha. İnsan ALAK’tan yaratılmıştır çünkü.. ruhu da Rabbinin EMRİDİR. Zaten HALK ve EMİR de o MALİK’in mülkü ve melekutu değil mi ? Bize ne kalıyor ? HAKKA Teslimiyet ve HALKA İslamiyet. Aslında yukarıda sorduğumuz sorunun tüyosu bu anlattıklarım. Açık ve seçik anlatılır olma sözümüzü de tutmuş olduk.
Dün akşam bir soru sormuştum.. yol arkadaşıma sen zikirle ben fikirle bunca yıl uğraşıyoruz.. kırk yıldır.. bir sonucu yok.. benim talibim bulunmuyor senin malın mülkün yok.. boşuna mı uğraşıyoruz.. bu haftaki Cuma hutbesinin konusu olan ayet bu gün ona yanıt verdi: “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir. Necm Suresi 39-41. Yani çalışmaların sonuçları dünyevi yarar ve meyveleriyle bitmiş değildir ve onun asıl neticeleri ve hasılaları ahirette görülecektir. Çünkü İmamı Nursinin dediği gibi ibadetin sebebi emri ilahi neticesi rızayı ilahidir. Dünyevi ve uhrevi semere ve faidelere zayıfları teşvik içindir.. demek bizde zayıflardanmışız ya da o anda zayıflamışız ki bu sırdan gafil olarak o soruya sormuşuz. İşte ayetler böyledir.. zamanda ya da namazda insanın sorun çözümü ya da sorunun yanıtı gelir. Yeter ki arayanlardan olalım. Ve ne mutlu bize ki çalıştırılması verimli olan en yararlı aleti çalıştırıyoruz aklımızı… Bu rabbimizin bize fazlı ve ikramıdır. Elhamdulüllah.

          



Düzenleyen osmanziya - 03-Ekim-2014 Saat 07:51
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk