Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya
Mesaj icon Konu: acıma nereden geliyor... Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3562

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: acıma nereden geliyor...
    Gönderim Zamanı: 11-Aralık-2024 Saat 14:06



MEHMET BAŞ Bey Kardeşimin PAYLAŞIMI

Hüzünlü Duvarlar, Mehmet ve Emet Aydoğan'ın Hikayesi
Mehmet ve Emet Aydoğan’ın isimleri, Niğde’nin Selçuk Mahallesi’ndeki bir okulun duvarlarında hâlâ yaşamaktadır. Ancak bu isimler, sadece birer harfden ibaret değildir. Her bir harf, derin bir öykünün, bir kaybın ve direncin mücadelesinin taşıyıcısıdır. O okulun önünden her geçen, o isimle birlikte bir hikâyeyi, bir acıyı ve bir umudu hisseder. Bu duvarlarda yankı bulan hüzün, sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmaz, aynı zamanda acıların, umutların ve fedakârlıkların bir arada yaşadığı bir anıttır.
Aydoğan ailesinin öyküsü, Kitreli köyünde başlar. O okulun temelleri, sıradan bir şekilde atılmaz. O temeller, kaybolan bir anne-babanın hatırasını ve öksüz kalmış üç kardeşin özlemlerini, yitirilmiş bir hayatın yükünü sırtında taşıyarak yükselir.
Bir zamanlar, Niğde'nin Alakuş mevkiinde huzurlu bir yaşam süren Aydoğan ailesinin hayatı, bir sabah ansızın değişir. Bahçede oyun oynayan küçük Ayşe, bir anlık dikkatsizlikle su kuyusuna düşer. Anne Emet, gözlerinde yalnızca sevgi ve korku barındıran bir anne yüreğiyle, kızı Ayşe’yi kurtarmak için hemen kuyuya atlar. Fakat ne yazık ki, Emet de kızını kurtaramaz, kendisi de boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. O korkunç sessizliğin içinde, Ayşe’nin çaresizliği, bir ömür boyu silinmeyecek bir iz bırakır.
Baba Mehmet Aydoğan, yaşanan bu felaketi görüp, sevdiği kadınla çocuğunu kurtarmak için kendini su kuyusunun derinliklerine bırakır. Saatler süren bir mücadeleye rağmen, ne Emet ne de Mehmet hayatta kalabilir. Cesurca verdikleri yaşam mücadelesi, ne yazık ki son bulur. Kardeşler, bir gecede anne-babasız kalır. Küçük Ayşe, komşuları tarafından kuyudan çıkarılabilir. Fakat o an, Ayşe’nin kalbinde, kaybettiği annesiyle babası kadar büyük bir boşluk bırakır. O yaşta öksüz kalan Ayşe, bir daha çocukluğunun o güzel günlerine geri dönemez.
Zamanla Ayşe ve kardeşleri İbrahim ile Şefik, tüm acılarına rağmen hayata tutunmayı başarır. Anne ve babalarının kaybını bir türlü unutamazlar. Hayatlarını sürdürürken, onları onurlandıracak bir şey yapma düşüncesi hep zihinlerinde vardır. Almanya’da geçirdikleri yıllardan sonra maddi açıdan rahatlamışlardır. Ancak geçmişin acısı ve ebeveynlerinin kaybı, içlerini sızlatmaya devam eder. İşte o zaman, Şefik Aydoğan’ın önerisiyle, bir okul yapma fikri doğar. Bu okul, yalnızca bir eğitim yuvası değil, aynı zamanda kaybettikleri anne ve babalarının anısına bir vefa borcu olarak inşa edilecektir.
Şefik, Ayşe ve İbrahim, yurt dışından Niğde’ye dönüp, Selçuk Mahallesi’nde bir arsa alır ve burada bugünkü ilkokulun A bloğunu inşa etmeye başlarlar. O okul, geçmişin acılarını ve kayıplarını unutamamak, onları onurlandırmak için bir yol olur. 12 Kasım 1986’da okul, eğitime kapılarını açtığında, sadece üç kardeşin değil, kaybettikleri anne ve babalarının da ruhu burada yaşamaya devam eder. 1986-1987 eğitim-öğretim yılı başladığında, okul, adını ve ruhunu Mehmet ve Emet Aydoğan’dan alarak eğitime başlar.
O okulun duvarlarında, bir yandan dersler yapılırken, diğer yandan kaybın ardından doğan umut her köşede yankı bulur. Mehmet ve Emet Aydoğan’ın adı, sadece o okulda eğitim gören çocuklar için değil, her gün o okulun önünden geçenler için de bir anlam taşır. Bu okul, geçmişin ve geleceğin, kaybın ve direncin, acının ve sevginin birleşimidir.
Kitreli köyünden Selçuk Mahallesi’ne, geçmişin hüzünlü izlerini taşıyan, ama aynı zamanda geleceğe umut bırakan bir anıt gibi yükselir.
Mehmet Baş




dedim ki:

Paylaşım için teşekkür ederim.. Rabbimiz gani gani rahmet eylesin.. çok ibretli bir olay. Ana ve abanın.. anne ve babanın çocuklarına olan şefkati.. hatta en zayıf anne tavuğun civcivi için köpeğe saldırması.. muhabbet ve şefkat ve merhametin tecellesidir. Ancak kişilerden olaylara.. olaylardan olgulara.. olgulardan isimlere geçmek için de böyle ÇARPICI olaylar, örnekler ve kişiler gerekiyor. Bu fedakarlığı ve acımaya her ana baba yapar demek değildir. Can tatlıdır. Çoğu kolay kolay canını verip kahraman olmuyor, bu yaşam öyküsünde. Ancak samimi ve ciddi bir insanlık.. safi ve halis bir islamlar için bu gibi olaylarla test ediliyoruz. Kuru bir dava ile ilgileniyorum.. biliyorum.. seviyorum.. bayılıyorum.. tapıyorum demek yetmiyor. Davanın delillendirilmesi ve kanıtlanması gerekiyor. Örneğin bir olay anlattınız ve bunun gerçekliğine gösteren bir de resim koydunuz.

osmanziya 11.12.3024 14:05 Saygılarımla




Düzenleyen osmanziya - 11-Aralık-2024 Saat 14:09
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3562

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 11-Aralık-2024 Saat 14:10
Mehmet BAŞ Bey Kardeşimin paylaşımı:

MİT'in İlk Sivil Müsteşarı : Hüseyin Avni Göktürk
Sabahın erken saatleriydi. İzmir’in loş sokaklarında ağır adımlarla yürüyen yaşlı bir adam, düşünceli yüz ifadesiyle geçmişin izlerini taşıyordu. Hüseyin Avni Göktürk, bir asrı neredeyse tamamlamak üzereyken, hayatının önemli dönemlerini zihninde tekrar tekrar yaşar gibiydi.
Niğde’de, 1901 yılının soğuk bir kış gecesinde dünyaya gözlerini açtığında, ailesi onun hukukçu, siyasetçi, hatta bir dönem istihbaratın başında olacak bir lider olacağını hayal etmiş miydi bilinmezdi. Ancak o, küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye olan açlığı ve disiplinli çalışmasıyla fark yaratmıştı. Konya Sultanisi’nde okurken gösterdiği azim, onu İstanbul Hukuk Fakültesine ve ardından Cenevre’ye kadar götürdü. Gözleri her zaman ilerideydi; kendini geliştirme arzusu onun en büyük pusulasıydı.
Hüseyin Avni, hukuk alanındaki eğitimini Cenevre ve Berlin gibi Avrupa’nın önde gelen şehirlerinde tamamladı. Dışarıdan bakıldığında sert bir bürokrat gibi görünse de, aslında derin bir düşünür ve mükemmel bir akademisyendi. Yurda döndüğünde Adalet Bakanlığında görev aldı, hâkimlik yaptı. Ankara Hukuk Fakültesi’nde medeni hukuk alanında dersler verirken, kürsüdeki duruşuyla öğrencilerinin gözünde bir bilge gibiydi. Hatta bazı öğrencileri onun azmi ve bilgi birikiminden etkilenip hukuk yolunda yürümeye karar vermişti.
Bürokraside yükselişi, Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığıyla taçlandı. Ancak Hüseyin Avni için hayatın dönüm noktası siyasete atıldığı 1950’li yıllarda başladı. Demokrat Parti'den Niğde Milletvekili seçilmesi, siyasi kariyerinin başlangıcıydı. Adalet Bakanı olarak görev yaptığı dönemde cesur kararlar aldı, ancak bu kararlar kimi zaman tartışmalara neden oldu. O, eleştirilere rağmen doğru bildiğinden şaşmayan, dimdik duran bir karakterdi.
Belki de onun hayatındaki en ilginç dönemlerden biri, 1957’de Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) görev aldığı zamandı. MİT’in ilk sivil müsteşarı olarak tarihe geçti. Sadece devletin sırlarını değil, insanların güvensizliklerini ve korkularını da yüklenmiş gibiydi. Geceleri uykusunu bölen düşüncelerin ağırlığı, bu dönemde daha da artmıştı. Ancak o, bu görevi de hakkıyla yerine getirdi.
Hüseyin Avni Göktürk, 1960 darbesi sonrası kısa bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı. Ancak beraat ederek, onurunu korumayı başardı. Ardından Adalet Partisi’nden Niğde Senatörü olarak siyasi hayatına devam etti. Bu dönemlerde yazdığı eserler, onun hukuk ve siyaset dünyasına olan katkılarının somut bir göstergesiydi.
1983 yılında İzmir’de hayata gözlerini yumduğunda, arkasında sadece bir ömür değil, bir miras bırakmıştı. Yazdığı kitaplar, verdiği dersler, yaptığı reformlar ve kazandırdığı vizyon, onu tanıyanların hafızasında derin izler bırakmıştı.
Hüseyin Avni Göktürk, her şeyden önce bir öğretmendi; hukukçuydu, devlet adamıydı. Ama en çok da, memleketine hizmet etmeyi görev bilen bir vatanseverdi. Sessiz İzmir sokaklarında yürürken bıraktığı ayak izleri, aslında bir dönemin izlerini anlatıyordu: Zorlu, mücadele dolu ama onurlu bir hayatın.
Mehmet Baş



IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3562

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 11-Aralık-2024 Saat 14:12


SEVGİNİN GÜCÜ face gurubunuda

Mustafa DAĞ Kardeşim tarafından paylaşıldı..
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3562

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 11-Aralık-2024 Saat 14:31
ENBİYA 35

Külli nefsin zaikatülmevt
ve nebliküm bişşerri velhayri fitne
ve ileyna turceun

Her nefis ölümü tadacaktır
Biz sizi fitne içinde şerr ve hayra mübtela kıldır
Dönüşünüz bizedir.


IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk