İLLET TRENİ VE AKİBET A-SENSÖRÜ
LAZIM dizini içindeki dizin ve dosyalar
uploads/20121122_165801_LAZIM.rar
Olanak
ile avanak.. olasılık ve salatalık..
olasılığı
ve olanağı sevmediğimiz ya da düşman olduğumuz zamanlarda onlarla alay etmek
üzere kullandığımız sözcüklerdi.. diline düşman olanın aynı zamanda dinine
dahi yabancı olacağını bilmediğimiz “cahil”iyyet devrimizden kalan
çocukça anılar bunlar.
Gerçekten
de olanak; avanak avanak dolaşan bir “ak”ımdır. Rast
gele ilerleyen ve gelişi güzel yürüyen yolcu için söylenebilecek en yerinde
bir tanımlamadır avanaklık. Buna
zuhurata tabi olmakta denilebilir. “Ol-an-ak”ın “AK”ı için denilebilecek bu
girişten sonra bir de “AN”ı için birkaç kelam edelim.. Eğer imkanlar ve
mümkünat için bir birim düşünülecek olsa buna en uygun Türkçe terim “an”
olacaktır; bir lemha, bir lahza, bir tarfe bir göz kırpacak kadar geçen zamandır
günlük dilde.. yoksa matematik olarak santimetrelerin ve gramların on üssü
büyüklükleri ve küçüklükleri gibi “saniye”lerin dahi düşünülebilecek ve
hesaplanabilecek alt birim ve parçaları vardır. Ancak bütün bunların dil
de ve din de adı AN’dır.
Olanak’ı
anlayan.. dini de anlar dili de kavrar.
“Ak”
ve “An”dan sonra gelelim “OL”a..
Taşkın
Tuna Bey “Ol Dedi Oldu” kitabında Tanrı’nın kainatı nasıl oldurduğunu anlatıyor.
Merakı ölmemiş yaşlılara, arayışı solmamış aydınlara ve öğrenmesi sararmamış
gençlere duyurulur. Bir ömür boyu gerekli diye beynini lüzumsuz pek çok
bilgilerle dolduran insanlar için büyük bir boşluğu dolduracak bir eser.
Kainatın büyük boşluğunu nasıl doldurulduğunu öğrenmenin, insanın içinde
büyük bir boşluğunu kapatacağı muhakkak…
Olanak..
yöntembilimsel analizle şöyle yazılabilir:
OL AN
AK
Bu
yatay yazıyı soldan sağa doğru okursak.. ol’an önce an’ılır sonra akar.. ya
da tersine sağdan sola doğru okursak.. ak’an önce anılır sonra olur.
Ancak
“olanak”ı böyle ard zamanlı ve yatay
değil de eş zamanlı ve dikey olarak
yazmayı severim:
AK
OL
AN
Ol’an aynı zaman da aktığı gibi anılır ya da aynı zamanda
an’ıldığı gibi akar.. zam-an.. an’a yapılan zam’dır. Bu zamda bir nesne ak’ar ya da bir kimse an’ar.. an-cak; oluş ve
ölüş eşittir. Ol-an-ak’ta ya da öl-an-ak’ta.. nedense insanlar olumsuz anmayı
sevmezler de öl-an-ak’tan daha çok hep ol-an-ak’ı ünlerler de öl-an-ak’ı
unuturlar. Olanak, “Tarafeyni mütesaviyendir” der imamı Nursî
(R.A). Yani iki yanın ya da iki yönün müsavi olmasıdır ve bunun en genel
tanımı da varlık ve yokluğun eşitlidir.
Öyle
ise yukarıdaki diyağram şöyle olacaktır.
AK
Ö --- L --- O
AN
Anda
itibar edilen olum ya da ölüm akda ihdas edilir,
Yani
O’nun izni ve inşası ile olumlu veya olumsuz durum ya da devim ünleme veya
unutma itibar ve ihdas edilir. Çünkü emir ve halk O’nundur.
Aslında
bu iletinin dizini içindeki tabloları powerpoint sunusu ile gösterecektim..
ancak buna olanak bulamadım.. ölanak oldu.. bulmak ve olmak.. iki noktadır.. bulmak “vecd” olanağı, olmak ise “kevn” olanağıdır.. Genelde ilk
incisini “iç”te ikincisini “dış”ta
görürüz. Daha doğrusu öreriz.
Ben,
ilkine ŞEKİL ikincisine SURET adı veririm.. içimizde bulduğumuz tasarımlar
şekil, dışarıda olan biçimler ise surettir.
Attığım
değişkenler, atadığım değerler tuttu mu ?
Artık
buna yükleyenler ve yargılayanlar karar verecektir.
Yine
olanak’a girdik.. konuya giremedik..
Eğer
sunu yapabilseydim belki biraz daha açık ve seçik anlatım yapabilecektim..
ama AÇMAK istediğim KONU şu olacaktı:
Yapmak
için bilmek yetmez; sevmek ve istemek
dahi lazım.
Bilmek
için görmek yetmez; anlamak ve inanmak dahi lazım.
Kâzıma
lazımlık lazım…
Lüzumsuz
lafları sevmezler.. ayıp sözler hoşa gitmez
fakat
tam yerine geldi mi manzara konulur.
LZM
kökü ne anlama gelir , gereklilik adı ne bildirir ?
Hürrî
lüzum ve ol-malı’lık ile ayni zaruret
ve olur-lu’luk
bize
İCABI verir.
Peki
SELB neden müteşekkildir ?
Muhtemel
ve bedihî olan ile meşrutî ve bedii olandan!
O
zaman kesreti selb edip, vahdeti icab eden
Zihnin
lüzumu ile cesedin lazımlığı
arasındaki fark
Laz
uçar da kaz uçmaz mı arasındaki fark kadardır.
Çünkü
ikisinin de kanadı kısa ve aklı
kısadır.
Şimdi
siz bu dil oyununu aklın bir köşesine atın ve yukarıda bold / kalın olarak
dizdiğim tümceye bakın. Zaten anlatımı muğlak ve anlamı mübhem bu söz ve
sözcükleri okur için değil gelecek yazar için kaydettim.
Önce
birinci tümceyi bir yineleyelim
Yapmak
için bilmek yetmez; sevmek ve istemek
dahi lazım.
Ve
bu terimleri yöntembilimsel analizle
yerleştirelim köşelerimize:
YAPMAK İSTEMEK
eylemek
SEVMEK BİLMEK
İnsanların
çoğu sevmek ve istemeyi nazara almadan hemen bilmekten yapmak’a geçmek isterler… örneğin eğitim ve öğretim
ile bir ilkeyi yerleştirmenin olası bulunduğunu, bir ülküyü gerçekleştirmenin
yeterli olacağını ve bir ereği ele geçirmenin mümkün olduğunu sanırlar.
Yanılırlar.. eğer öyle olsaydı tabib sigara içmez ve hoca günah işlemezdi…
eğitim ve öğretim bilim ve bilgi verir. Fakat bunların sonucu olan koşullar
kümesi kuramdan ve kurallar kümesi
kurumdan başka fazla bir getirisi yoktur.. koşulları ve kuralları
işleyerek kararlar oluşturan kişiler ve kurullar ve hatta tüzel
kişilikler, sevgi ve saygı türeten,
istek ve dilek tüketen, başka üretim araçlarına muhtaçtırlar. Yani kuru
kuruya bilim ve hukuk yapmanın fazla bir yararı yoktur. Yararlı
sonuçlara ve yetkin işlere yani din yönetimi
ve ahlak yönelimi olmadan halkın ve nasın doğru yolu bulması olası değildir..
çünkü an zamlandıkça nam azalması gerekir ki bu da zam-an ve nam-az
denklemini istilzam eder, lazım olur. Eğer denilirse ki sevgi ve saygı
türeten ve istek ve dilek tüketen
üretim de bir tür eğitimdir.. yani türetim eğitimdir..
tüketim eğitimdir.. yönetim eğitimdir.. üretim eğitimdir.. o zaman derim siz
benim gibi lafı fazla eğip büküyorsunuz.. öyle ise lafı SAĞLAMCA eğip SAĞLIKLICA bükmenin bir yolunu ve
YÖNTEMİNİ bulalım.. Yoksa düşünce tarlasında çalıştırdığınız ve AR kölelerinİN
zombisi ve dil arenasında
çarpıştırdığınız AD gladyatörlerinİN zebunu olmaktan kurtulamazsınız! Onlar sizi
dillendirme düşüncesinden
İN’dir’ir’ler de nasıl düştüğünüzü anlamazsınız. Hasılı yapan bilir, bilen
konuşur amma yapmak için sevmenin coşkusunu taşımak ve istemenin tutkusuna
katlanmak gerekir ki bildiğimiz konuşmaya değer olsun.
İkinci
tümcemiz şu idi:
Bilmek
için görmek yetmez; anlamak ve inanmak dahi lazım.
Şimdi
bunu yöntembilimsel şemasın kuralım:
GÖRMEK İNANMAK
oylamak
ANLAMAK BİLMEK
İlk
tümcede bilmekten yola çıkıp yapmaya gidiyorduk.. bu tümce de ise görmekten yola çıkıp bilmeye
gidiyoruz .”Bilmek için sadece görmek yetmez.. anlamak ve inanmak dahi gerekir.” Gibi yuvarlak anlam ve soyut
anlatım zihne fazla bir içerik vermez.. düşünce hangi bilmeleri kast ediyoruz
diye sorar.. çünkü öyle “bilme”ler var ki sadece görmek yetiyor ve anlamaya gerek
kalmıyor ve inanmakta hiç gerekmiyor.. mesela dış beş duyunun duyumsaması ve
kokunun ya da tadın ya da rengin ya da sesin algılanması için filozof olmaya
gerek yok belki bilim olarak onun ikinci niteliklerinin fizik birinci
niceliklere bağlı olduğunu bilmek yeter.. ışığın ve sesin alt ve üst duyum
eşiklerinin öğrenilmesi ve ölçülmesi belki altı bin yıllık bilim hayatımıza
mal olmuştur fakat iz’lerin algılanmasından ve is’lerin duyumsanmasından
harflerin / ar’ların irdelenmesine ve
isimlerin /ad’ların imgelenmesine
geçildiğinde sadece “görmek”, duymak, koklamak, tatmak ve dokunmak yeterli
değildir. Burada gözlenen verileri
akıl ilkeleriyle yorumlamak gerekir. Bu yetmez yorumlarımız dil nesneleriyle
dillendirmemiz gerekir. Yorumlama da sağlam yargılamalarımız için doğru karşılaştırma ve dillendirmede sağlıkla dile getirmemiz
için doğru karşılama yapmak gerekir. Bu da kavrama ve tanımlamada düşünme aracıyla anlamayı
kurarken tutarlı, bağlama ve tamlamada dil aygıtıyla anlatma oluştururken
uyarlı olmak gerekir. Bütün bu gerek
ve lüzumların sağlam olup olmaması dahi
bilmede görmekten ve algılamaktan başka yorumlama tuzaklarından
sıyrılmayı ve anlama engellerinin aşılmasını ister.. örneğin isteme ve
gerekme arasında ne fark var ? ya da sevme ve anlama sürecini birbirinden
nasıl ayırabiliriz ?
Öyle
ise yukarıdaki iki şemayı birbiri üzerine bindirelim:
GÖRMEK İNANMAK
YAPMAK İSTEMEK
Eylemek
/ Oylamak
SEVMEK BİLMEK
ANLAMAK BİLMEK
Koca
Yunus’un ünlü bir sözü:
“İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.”
Yani
bunu Dücane çevirisiyle sunalım:
“Bilmek,
bilmeyi bilmektir. Bilmek kendini bilmektir.”
Anlatımımıza
göre buradaki bilmelerin biri başlangıç olan ve yetersiz kalan “bilme”, ikincisi sonuç olan ve erek
olan “bilme”dir. Bu ikisini açık ve seçik nasıl ayırt edeceğiz ?
Yöntembilimsel
analiz ile oluşturmaya çalıştığım insanbilim kurguma göre insanın vehim ve
hayal gözünün gördüğü fikir ve zikir motoruyla irade taşıyan bir ilim
(bilmek) haline geliyor anlamak . fikir makinasının ve inanmak
zikir makinasını benzinidir. Ancak bu teşbih ve metafor ne günlük yazıyla
anlaşılabilir ve ne de matematikle anlatılabilir. Bu yöntembilimsel analizin
yukarıdaki şematik anlatımına bakıldığında ve insanbilimin genel modeli
bilindiğinde anlaşılır ve anlatılır,
eleştirilir ve tartışılabilir hale gelir.
İnsanbilim’imin
genel modeline göre ye’mek ve ey’lemek ile oy’lamak ve öy’lemek’ten ibaret
uyma ve uygulamaları olan insan ya uyanık fazdadır ya da uyur fazdadır.
Uyanık fazında iken NEFİS bakar ve
görür, AKIL bilir ve bilir, KALB sever ve anlar ve son olarak RUH ister ve inanır.
Bu dördünün düğümü olan SIRR-I İNSANÎ ise zaman ve namaz arasında gidip
gelirken tasaffi eder. Böyle tanzif, tezkiye ve tathir olur.
Diğer
taraftan hasıl olan bu bilmek (ilim) onu gerçekleştirmek ve gereğini sağlamak
yönünden tek başına yetersizdir. Sevmeye dayanan ciddi himmet ve istemeye
bağlı reddi gayret bulunmazsa potansiyel bir aydınlık halinde kalır. Bu
himmet ve gayretin iradi hareketi ve ihtiyari faaliyeti ile icraat haline
gelen ilimden ve bilmekten istifade edilmesi, istimal edilmesi, istihdam
edilmesi ve intifa edilmesi ile başka bir bilmek hasıl olur ki buna da
marifet (bilmek) adını verebiliriz. İlim marifeti doğurur. Elbette bu
anlatımın ortaya koyduğu resim, bu
resmin ortaya koyduğu tablo eleştirip tartışılabilir. Ancak bu nokta
da günlük dilin bir terime, birden fazla kavram ve anlamlar yüklemesi
tartışmayı bilimden çok edebiyata, hakikatten hikmete götürecektir. İnsanlarda
hangi edebiyat kuvvetli ve hangi
hikmet hakikatli ise ona meyledecektir. Oysa “Hakk”ı arayan için edebiyatın
kuvveti ve hikmetin hakikati, onu ifade
edin kişinin penceresinden görünen manzaranın fotoğrafıdır. Bu fotoğrafın
matematiksel dil ile ifadesi bile onun tersim, tasvir ve teşkil mahiyetinden
kurtarmaz.
Örneğin
kainat tasviri konusunda tarihi gelişimi ifade eden ve birbiri içinde ibare
olan üç model var. Yer merkezli Aristo fiziğine dayanan Batlamyus
kainatı, Newton fizini dayalı güneş
merkezli Kant-Laplas kuramı ve Einstein fiziğine bağlı merkezsiz (izafi) uzay
betimlemesi. Bunların her bir biri birbirinden ayrı hatta karşıt zaman ve mekan tanımları, hareket ve madde
modelleri içerirler fakat bulundukları alanda geçerlidirler. Örneğin yer merkezli küresel astronomi bu
gün bile gemi ve uçakların rota tayininde işe yarar. Newton fiziği yer yüzü
fiziği için uygulaması olan yegane fiziktir. Einstein’in izafiyet Macro dünyası ise bu gün için evreni
anlamada micro dünya için Kuantum
kuramı ile birlikte fiziğimizi işgal eden iki resimdir. Tüm bu resimleri
birleştiren büyük resmi aramada ve bulmada lisan-ı mantık ve matematik dili
yetersiz kalıyor. Çünkü “lisan” sadece “nasil”i anlatan bir dildir. Neden’i
ve niçin’i ancak dinin anlamlandırması ve amaçlandırması açabilir.
İşte
bu hikmet, hakikat, felsefe ve din noktasında da günlük dil yetersiz
kalıyor.. bu nokta da bilimsel dil olan matematik yetersiz kalıyor.. öyle ise
bize yeni bir dil lazım.. hem günlük dil gibi temelli ve düzenli olarak anlaşılır olacak fakat ondan ilerisine
götürecek.. hem bilimsel dil gibi
ortak ve ölçülü olarak güven verecek
fakat ondan yüksek olacak.. bu ihtiyacı karşılayacak, bu isteğe karşılık
olacak ve bu lazımeye yanıt verecek yöntembilimsel aygıtın analitik düzlemin
mantıksal ve metodik kullanımının olduğunu düşünüyor, savunuyor ve sunuyorum.
Ancak
bu düşüncenin gerekçelerini, bu savın kanıtlarını ve bu sununun belgelerini
henüz hazırlamış ve tamamlamış değilim. Ve bunu yalnız başına
gerçekleştirmeye bireysel gücüm,
kişisel olanaklarım ve özel yeteneklerim de yetmez. Ancak internette
sunulan ve belki ardımda kalacak olan on binlerce şema ve levhanın ilkelerin
anlaşılacağını umuyor, diyagram ve tablonun dilinin çözüleceğini bekliyorum.
Ömrüm vefa etmez ve öğrenici ve öğreticiler bulamazsam bile çivi yazısını çözen insanlık, benim K ve P projesinde çizgi yazısını da rahat
çözüp onu uygulamayı başaracak ve
yürütmeye koyacaktır. Ancak gönül ister ki hikmete yeni bir dil kazandıracak
bu özgün yolda ve felsefi arayışın ve
dini buluşun; yeni yürüyüşte öncülük onurunu taşıyacak
partiyi oluşturacak ve ilk başlatıcılık sevabını alacak ekipi kuralım. Bunun
gerçekleştirilmesi ise düşünenlerin arayış ve sorgulayışında analitik
düzlemin bu mantıksal kullanımınında tezekkür ve mukabelelerinde
yararlansınlar ve paralel ve simetrik eksenlerin metodik anlatımını tefekkür
ve muhakemelerinde kullansınlar, böylece zamanla bu çaba ve gayretler ortak
bir dil ve müşterek bir yöntem, tümel bir anlam sürücü ve genel bir anlatım
aygıtı haline gelecektir, inşallah.
Burada
avanak teriminden olanak kavramına
geçiş gibi, olasılık kavramından salatalık terimine de intikali kısaca işaret
etmek istiyorum.
Salatalık..
bu gün “hıyar” sebzesinin nazik ismi.. “Hayır’da hayır var” gibi seçimlerde
propaganda aracı olarak kullanılan bir tümce var.. evet veya hayır intihab
ve seçimi, iyi (hayır)
ve kötü (şer) yanlarından birinin tercih edilmesidir. Bu seçimi yapan
güç, hep gizli olan HAYIR aradığı için
İHTİYAR adı da verilmiştir. Bu güç yaşlandıkça daha arttığı için bu işi
yapana ihtiyar hatta kuruluna ihtiyar heyeti denilmiştir.
Bu
güç ve işi, olanak ve yeteneklerden
iyi bir iş çıkarma İHTİMAL’ini elde etmeye uğraştığından; mevcut seçenek ve
yanlardan muhtemel hayırlı bir sonuç
alma OLASILIK’ını sağlamaya çalıştığından, olanak bir derece ilerleyecek ve
yeni oy kazanacağından ve taze bir boy alacağından olasılık olanağın bir
noktasındaki bir uzantı, avanağın elindeki bir salatalık, akılın ucundaki bir
yön, kalbin penceresindeki bir yan, şeklin çeşitlerindeki bir hadd ve suretin
türlerindeki bir hatt, düşüncenin kullandığı bir ip, dilin üzerinde yürüdüğü
bir satır ve zamanda yürüyen bir illet trenidir.
Bu
İLLET treninin en canlı misali; bir
BEŞERİYET tarağının bir dişinden çıkan tohum ve MEDENİYETİN bir dişinin yarığından çıkan
bir doğumdur. Her bir ALEM olan doğum, milyonlar olasılıktan bir olasılığın YİNELENEN
zevciyetin başlangıcıdır. İNSANLIK ırmağının bir damlacığından patlayan YENİLENEN bir cinsiyetin
kabarcığıdır. Ki çokluktaki çiftlikte
ve bu birlikteki teklikte, bu kabarcıkta istidatlarda binler
kabiliyetler var.. bu ayniyet ve hürriyeti hamil kabiliyetlerde yüzbinler
meharetler ve muvaffakiyetler bulunur.. bu hakimiyet ve hamiliyeti taşıyan
meharetlerde milyonlar meslekler ve meşrebler var.. bu müzeyyen ve münakkaş mesleklerde
milyarlar vazifeler ve salahiyetler bulunur.. Bu izzetli ve hikmetli vazifelerde milyar kere milyar san’atlar
açılır ve saçılır.. biz de bunları açık ve seçik görmek için yeni bir dile,
yeni bir düşünceye ve yeni bir yönteme muhtacız…
İşte
olasılık salatındaki salat’a dikkat et.. yakarışlarında bu vesileyi salt’a
çevirme, yalvarışlarında bu vasıtayı hayra kullan, dininde bu aleti şerde
çalıştırma, dünyanda bu treni kötü yola sokma.. salata koş çağrısını uy,
salih ol ve feraha, felaha eriş.
Allah
bizim ve sizin illet yatay treninde
giderken akıbetin dikey sensörünü açsın.. salih ve salihalarla arkadaş etsin..
ikabımızı güzel ve ukbamızı iyi etsin. Amin.
Sağlıcakla
kalın.
OSMANZİYA
Sentaks /
sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE
semantik /
anlambilimsel / MAANÎ yetersizliklerim
için düz yazıdan
özür dilerim
NOT: Bu iletinin
dizini içindeki dosyalar olanak penceresinde düşünce evrenin sınırlarını
yokluyorlar ve dil dünyasının sırlarını arıyorlar…
http://sites.google.com/site/yontembilim/
http://sites.google.com/site/insanilim
http://groups.yahoo.com/group/BAKARA/
http://groups.yahoo.com/group/oku-ikra/
http://groups.yahoo.com/group/yontem-bilim/
http://groups.yahoo.com/group/insanbilim/
www.yontembilim.com
www.insan-bilim.com
|