Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya
Mesaj icon Konu: gercekler orulur mu yoksa gorulur mu Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3286

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: gercekler orulur mu yoksa gorulur mu
    Gönderim Zamanı: 28-Kasım-2016 Saat 00:28

Gerçekler örülür mü yoksa görülür mü ?

Bizim gerçeği görülür var saymamızın bir nedeni gerçekler hakkında başkalarının bilgi, görüş ve düşüncelerine baş vurmamızdır. Fakat asıl neden gerçeğin ne kadar gerçek olduğunu konuşunda sıkı bir eseme ve yargılama yapmamazıdır. Sıkı bir mukayese ve muhakeme yapan insanlar bile gerçeğin ne kadar gerçek olduğunu konusunda kesin ve tartışmasız bir sonuç ortaya koymamalarıdır. Bu durumda olan iş.. bir takım insanların gerçekleri örmeleri ve bu hazır bilgi, görüş ve düşünceleri kabul edenlerinde bunları gerçek olarak görmeleridir.
GERÇEK NEDİR ? Konusunun tartışmasına girdiğim entelletüel seviyesi yükselmiş insanları bu konuyu tartışmak için açtığım “platform”den sürekli kaçmaları.. bana bu inancı sağlamıştır.. çünkü gerçeği arama motivasyonu ve hakikatı bulma saiki “gerçek”ten güçlü olsaydı.. bir şekilde beni güçlü zekalarıyla susturmaları gerekirdi.. diye düşünüyorum.. bunun iki nedeni olabilir:

Birincisi bu taakkül düzeyi yüksek insanlar zaten gerçeğin örüldüğünü biliyorlar ve yeni bir örme üzerine de “gerçeği görme” konusunda gereksiz tartışmaya girmiyorlardı.. ikincisi onları yöntembilimsel analiz dediğim yeni bir anlatım aygıtının reklamını dinlemek istemeyişleri ve bu dili tanımaya değer meraklı bir konu bulmayışlarıdır. Bu nedeni bir birine eşit gerekçeler görüyorum. Elbette benim düşünemediğim başka sebebleri de olabilir. Ancak sonuçta her kültürün.. her çağın.. her USLU aydının.. her ESEME yapan insanın TEKİLLİK sırrıyla başkalarından ayrı ve özgü bir GERÇEK tasviri vardır.. ancak bunlardan başka yine akılları ve akıl yürütmeleri gereği ORTAK bir düşünce ve MÜŞTEREK bir dil oluşturan yanları da bulunmaktadır. İşte bu ortak yanların ve müşterek taraflarının; ÖZ-GÜ irade ve istenç SEÇ .. ÖZ-GÜN refekleks GÜÇ.. ÖZ-DEŞ   usul ve yöntem GÖR .. ÖZ-GÜR iman ve inanç GÜR olduğunu düşünüyorum. Ancak bu gün yazdığım AFORİZMA ile “ÖZ”ü reddediğimden sözcüklerin başında “ÖZ”ü kaldırın sonlarında indirdiğim seç, güç, gör ve gür sözcüklerini yeğliyorum. Yani gördüğünüz gibi ortak yanı bile söylerken öylü-yorum.. örü-yorum.. görü-yorum ve söylü-yorum. Dile getiri-yorum.. dile götürü-yorum.. dillendiri-yorum.. düşündürü-yorum. Yorum aşağı yorum yukarı yoruluyoruz lakin örülüyoruz.


Sonuçta yapılan, edilen, kurulan ve kılınan bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyanın aşağıda betimliyeceğim gerçekleri vardır.   
FİZİK gerçekler vardır.. yanıldığımızda değiştirip düzeltilen.. TARİHSEL gerçekler vardır.. çoğu yarım kalmıştır.. daha sonra tamamlanmak üzere saklanıp kayd edilen.. bu doğal (tabii) ve dönel (tarihi) gerçeklerden başka bir de SOSYAL (toplumsal)   gerçekler vardır.. siz bunu dinsel gerçekler de diyebilirsiniz.. bir toplumun ya da ulusun ya da bir ümmetin.. bunlar ise yanlı gerçeklerdir.. çünkü bu gerçeklerin tam karşısında savunulan.. inanılan ve kanıtlanan söz ve düşünceledir.. fakat her iki tarafta görüşlerini toptan kabul ve toptan redd mantığı ile düşündükleri için bunları din ve inanç haline getirmişlerdir. Bu durumda yanlar birbirlerine göre “kafir” yani hakikati görüp kabul etmedikleri için ayrıca suçlu ve cezalandırılması gerekliler konumunda bulunurlar.

Bu sayılan fizik, tarihsel ve sosyal gerçeklerden başka bir de kültürel, ekonomik ve politik hak ve özgürlükler vardır ki bunlar bir devlette geçerlikte ve yürürlükte bulunan pozitif hukuk tarafından cezai yaptırımı ile düzenlenmiş ve yasa haline getirilmişlerdir. Yasaların uygulanması için de yaptırımlarla desteklenmişlerdir. Örneğin hukuka aykırı ise korunmaz ya da ağır hukuka aykırılık ise suç teşkil eden ve cezalandırılır.

Yaptırım ile düzenlenen her kural ahlaki ve insanı olmaktan çıkarılmış dinsel kurallardan daha güçlü dinler haline getirilmiş demektir. Töresel ve ahlaksal yasaların yaptırımları yoktur lakin devletin yasalarının yaptırımı vardır ve bunlar devlet olmanın bir gereği olarak zorla uygulanırlar. Bu nokta da laik YASALARIN dinsel yasalardan bir farkı kalmamakta her ikisi de mevcut bir devletin geçerli ve yürürlü hukukuna göre uygulanması yaptıra bağlanmış YASAKLAR haline gelmiştir.

Bu kökeninde ekonomik ve politik olan yasakların hukuksal hale gelmesi ve yaptırımlar ve karşılıklarla zorla uygulanması ÇAĞDAŞ devletler açısından fazla bir bağlayıcı ve kısıtlayıcı bulunmamaktadır. Ancak mavi ya da kırmızı ya da yeşil renkli devlet otoriter ve totaliter bir DEVLET yapısı haline geldiğinden bu kısıtlamalar artmakta ve çoğulcu yaşantıya ve özgür davranışa engeller koymaktadır. Örneğin devletin otoritesinin rengine göre.. KAMUSAL alanda baş örtüsü takmak yasaklanmakta ya da baş örtüsü örtmeye zorlanmaktadır. İnsan hak ve hürriyetlerine bir dayatma haline gelmekte.. insanların kimliği ve kişiliği zedelenmekte samimiyeti ve ciddiyeti zarar görmektedir. Bu durumu göz ardı eden eleştiriler ise hürriyet varlığına ya da yokluğuna bakmadan kısıtlamanın içeriğine bakarak her bir taraf karşı tarafı baskı kurmakla suçlamaktadırlar. Hatta öyle ki bu içerikle karşı tarafı hürriyetini kullanmasına engel olmasının ötesinde vatan hainliği ve dinsizlikle saldırmaktadırlar. Yani böyle bir, durumda tarafların hiç biri haklı ve meşru ve masum değildirler. Oysa kitap “LA   İKRAHE   FİDDİN” dinde ikrah ve zorlama yoktur diyor. Laiklik denilen bu lâ ikrahelik çiğnenmektedir. Bakara süresindeki ayetelkürsiden hemen sonra gelen bu tümce.. nedense hiç okunmuyor galiba..

Peki bu hoş olmayan durum neden kaynaklanmakta ve niçin sevgi ve saygıdan sonra gelen hoş görü erdemi işlememekte ve üstelik sevgi ve saygıya ters olarak karşı tarafı nasıl kendi dinimize zorlamaktayız ?

Çünkü yanlış fizik, yarım tarihsel ve yanlı sosyal gerçeklerden öte tam ve kamil bir gerçeğin bulunduğunu düşünüyoruz.. sarsılmaz.. sallanmaz.. kuşkusuz ve kesin bir hakikatın olduğuna inanıyoruz ki biz buna HAKK adı veriyoruz.. başka bir anlatımla “Gerçekler çoktur amma doğru bir tanedir.” Diye beylik ve yuvarlak bir tümcede kullanabiliriz.. fakat yukarıda bahsettiğim gibi aydın ve entelektüel insanlarla.. GERÇEK nedir..DOĞRU nedir.. diye tartışmaya girdiğimde.. kaçıyorlar.


işte insanlar din söz konusu olduğunda bu inanç ve tapınma ve kulluk konusu olan “gerçeklere” karşı geldiklerine.. sosyal..tarihsel ve fizik gerçeklerinde üstünde TANRISAL bir alana girerek hem kendi düşüncelerini hem karşı tarafın düşüncelerini tartışmaktan kaçınarak bilgi, görüş ve düşüncelerinin üstünde ÖRÜLMEMİŞ düşüncelere   ve aynı zamanda GÖRÜLMEMİŞ görüşlere bağlanarak bilgilerini BUYRUK haline getirmekte ve bunlara inanmaktadırlar. İşte böyle bir durumda sevgi da kalkmakta.. saygı da bitmekte ve hoş görüden esar kalmamaktadır. Çünkü artık bu kişinin istencini örmesi dışın ve bilincinin görmesi üstünde bir akıl dışı ve akıl üstü gerçektir.. ve bunların hangisinin akıl dışı ve hangisinin akıl üstü olduğun saptamakta kolay değildir ve bu durumda başka akıllıların ördüklerini gerçeğin örmesi olarak kabullenmek durumunda ve belki de zorunda kalıyoruz.

Sevgiyi ve saygıyı kaldıran ve hoş görüyü bitiren ikinci neden; kurallı bir yasa ve yasaklı bir yaptırımı bilgiyi uygulatan ve buyruğu uyduran yani kanunları işleten yasama,yürütme ve yargı erki olan DEVLET güçlü olduğu için.. güçlü olanda doğal olarak aynı zamanda haklı olduğu için.. bu güçlü ve tartışmasız haklı karşısında kimse ses çıkartamamaktadır. Ancak böyle bir durum bilgi toplumu ve hukuk devleti olan cumhuriyetlerde olmaz.. kargaşa çıkmasın ve asayiş bozulmasın gerekçesiyle ve ehveni şer ilkesiyle çalışan devletlerde olur.. lakin çoğu yazarlar bu kamu yararından ziya da baştakilerin çıkarı olduğunu düşünürler. Sonuçta bunu da kişiler yine başkalarının durumu ve konumu örmesine bakarak karar verirler. Bu durumda yine kargaşa çıkmaması için tek tek fertlerin düşünmesi yerine bir muhalefet partisinin çatısı altında bunun yapılması toplumu daha iyi bir cumhuriyete hazırlar.

İnsanların karar verirken karşı tarafın yapıp etmelerini yargılamada adaletten saptıran ve insaftan uzaklaştıran bir vicdansızlık sergilemesinin üçüncü nedeni yaptığı işin bir kamu görevi olduğunu düşünmeleridir. Belki dinini korumak.. belki dilini korumak.. belki vatanını korumak.. belki namusunu korumak saikası olarak gördükleri bu hüküm ve yargıda bu gerekçelerle kendilerini masum olarak ta görürler. Belki yukarıda tümel ve genel olan iki gerekçeden başka bu KAMUSAL bir yaklaşımla kişinin devletin kamu düzine ve asayişi sağlam görevi ve yetkisi bulunduğu ve bu yetkiyi kullandığı için karşı tarafın siyasi görüşünü bir hainlik olarak algılamakta ve haksızlık yapmaktadır.

Dördüncü olarak belki bundan da öte devletin yasalarını uygulayan yargı ve yürütme güçlerini kullanan kimseler.. kendilerinin hiçbir yorum hakkını ya da değerlendirme yetkisini bırakmayacak şekilde buyrulan bilgilendirmeler ve talimatlarla kanıta ve gerekçeye bakmadan bu yasaları uygulamak zorunda kaldıkları için, istemeyerek te olsa, başka insanlar cezalandırılmakta ve belki çoğu zamanda haksızca ve acımasızca yaptırımlara maruz kalmaktadırlar. Bu KİŞİSEL bir durumdur.. her birimizin yüksek bir vicdana ve geniş bir insafa sahip olması beklenemez. Her birimizin yapabileceği cesaret ve dayanacağı metanet aynı değildir. Sıradan bir insandan seçkin yaklaşım ve tutum beklenemez. Bu bireysel yetersilik olduğu kadar toplumsal bir yetersilikten kaynaklanır. Bir yerde yazdım hukuk boşlukta değildir.. toplumun bilimi ve eğitimi.. ulusun dini ve dili ve uygarlığın teknolojisi ve ideolojisi kadardır. KURESEL bilim ve hukuk.. BİLGİ TOPLUMU ve HUKUK DEVLETİ ülkülerine ulaştığı derecede.. yeteri kadar karizmatik değil kurumsal KANTİTEYE    ve karakteristik değil KURAMSAL KALİTEYE   kaliteye eriştiğinde sanırım bölgesel ve ulusal yaklaşımlar da meşru ve makbul sınırlara çekileceklerdir.   

İşte bu dört gerçekçenin en önemlisi en birinci gerekçedir; Gerçeğin görülmesi. Yani bir düşünceye bir inanç olarak kuşkusuz ve kesin olarak inanılmasıdır.

Şimdi bu yazıyı aslında SPINOZA’nın DİNSEL mağduriyeti VE HUKUKSAL mazlumiyeti üzerine hazırlamıştır. Sonra genişleterek bu hale getirdik. Ancak Spinoza’ya yapılan haksızlık karşısında tarih onu mahkum edenleri değil Spinozaya ödüllendirmiştir. Onu muhakeme erenlerin adını kimse bilmiyoruz ama Spinoza’yı bilmeyen aydın yoktur. Umarım Spinoza geleceğimizi aydınlattığı kadar Tanrı’nın da aydınlığını alacaktır. Böyle cahilce bir teizm karşısında onun deizme kaçması.. ateist olmaması bile kendisine verilmiş bir tanrısal ödüldür aslında..

İşte Spinoza belki bu “din”ce GERÇEĞİN GÖRÜLMESİ fikrine karşı çıkarak mağdur olmuştur.. ancak gerçeğin ÖRÜLMESİ fikrine değil de gerçeğin GÖRÜLMESİ düşüncesine kendisi de sahip olduğu için temelde karşı taraftaki insanlarla yani din ve devlet sahipleriyle aynı duruma ve konuma düşmektedir.

Yani Spinoza dahi bir KOZA (monadoloji) ördü ve karşı tarafta bir ROZA (din) ördü.. ki eğer bu iki taraf.. her ikisinin de birbirinden farkı olmayan OZ’ları değil de K-oz-a ile R-oz-a deki   KA ve RA’larını görselerdi.. ve bu KARA’nın altındaki ARA’yan ören ipek böceğinin OZ olduğunu ve onu örselemeden özgür tutmanın hepimiz için iyi sonuçlar vereceğini düşünselerdi.. bu anlayış körü körüne inançtan örü örüne düşünceye geçecekti.. ve böylece İNANÇ gerçekten özgür ve mutlu ve kutlu olacaktı diye düşün-yorum.

Bu durumda.. dildeki poz’ların tutturulamaması .. dindeki doz’ların ayarlanaması   ve üstelik koz’ların paylaşılmasından dolayı.. bu güne kadar gerçeği görme üzerine kurulu körü körüne inançlar nedeniyle yapılan boşu boşuna savaşların önüne geçilememiştir. Bunun için .. yeni bir zihniyet.. yeni bir dil.. yeni yöntem.. yeni bir anlam sürücü ve yeni bir anlatım aygıtı gerektiğini düşünüyorum.. böyle bir çalışmayı da YBA ile yürütüyorum.

Böylece belki insanlar gerçeği gördüğü değil gerçeği ördüğü zihniyetiyle hareket ettiklerinde daha az kavgacı.. daha az.. kırıcı.. daha çok barışçı.. daha çok hoş görülü olacağını sanıyorum.

Bilmem yanılıyor muyum ?
Osman Ziya

28.11.2016 KARTAL



     SPINOZA
SPINOZA

1655'de Spinoza, yahudi Mahkemesi tarafından din dışılıkla (materyalistlik ve Tevrat'ı küçük görmek ile) suçlanır. Bu sorgulamada Tanrı'nın bir bedene sahip olduğunu savunan Spinoza, sonunda hahamlar tarafından din düşmanı olmakla suçlanır ve pişman olmaya zorlanır. Bu yıl içinde Spinoza Tanrı, İnsan ve İnsanın Refahı Üzerine Kısa Bir İnceleme) adlı çalışmasını da bitirir. Bu kitap çok güçlü olmamakla birlikte Spinoza'nın felsefesini tüm temel tezlerini barındıran bir yapıt olarak değerlendirilir.
1656'da 24 yaşındaki genç Spinoza Amsterdam Sinagog'u tarafından, her ikisi de Dekartçılığın bir formuna dayanan, "Tanrı'nın evren ve doğanın işleyişi olduğu, bir kişiliği olmadığı ve İncil'in Tanrı’nın doğasını öğretmek için mecazi ve simgesel bir kitap olduğu" iddialarını savunduğu için Yahudi cemaatinden kovulur , yahudi cemaatinden aforoz edilerek atılır .
Spinoza demiş ki;
Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur;bu karşı çıkış elbette açık gözlülerce değil, iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerce olur. Hakikat diye inandıkları görüşlerin, yasalara karşı suç olarak kabul edilmeleri kadar insanların hoş göremeyecekleri şey yoktur. Bu gibi durumlarda, yasalara nefretle bakmayı ve hükümete karşı elinden geleni yapmayı saygıdeğer hareketler olarak düşünürler.....BARUCH SPİNOZA

NOT: Bu anlatım.. KİŞİSEL olarak inanç konusu kuşkusuz gerçeklerimin olmadığı ve BİREYSEL olarak bağlanılan tartışmasız düşüncelerimin bulunmadığı anlamına gelmiyor. BEN Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'a inanan TEİST bir insanım ve inancımın gereği olan Tanrıya tapma ve kulluk yapma hürriyetimi kullanıyorum. Ancak çağımızda dil ve din.. emek ve hürriyet.. siyasal partiler ve ideolojiler tarafından öylesin kötü anlaşılıyor ve kötüye kullanılıyor ki bu dört ortak insanlık değerlerinin kullanılması ve yaşanılmasını sağlayan BARIŞ ortamını ortadan kaldırdığı için İSLAMİYETİN gerektirdiği nizam ve mizanı toplumsal yenileme görevinin küresel değil bireysel ölçekte başlatılmasına girişilmesiyle sağlanacağını düşündüğüm için bunun ön şartı olan koşulsuz din ve vicdan serbestiyetinin sağlanması ve düşünce ve girişim hürriyetinin gerçekleştirilmesinden yanayım.     



Düzenleyen osmanziya - 28-Kasım-2016 Saat 08:41
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk