Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta | |
Aktif Kullanıcılar Aktif Konular Üye Listesi Takvim Arama Yardım Skins Kayıt Ol Giriş |
Yöntembilim | |
YöntemBilim Forumu | Yöntem Bilim | Yöntembilim |
Konu: TAHASSUS | |
Yazar | Mesaj |
mustafa
Üye Kayıt Tarihi: 27-Nisan-2010 Gönderilenler: 81 Hak Puan : 0 Kidem : 5 OrtalamaHak : % 0 Irtibar :0 |
Konu: TAHASSUS Gönderim Zamanı: 01-Nisan-2017 Saat 00:00 |
düzeltilmiş:
TAHASSUS TAHASSUS dizisi içindeki dosyalar 20170331_235857_TAHASSUS.rar İnsanlar bu güne kadar her kolaydan zora giden bir yola alışmışlar.. yani onlara vereceğin şeyi azar azar ve alıştıra alıştıra verirsen.. kolayca ..suyun ve usun dahi dahil olmak üzere.. akıtabilir ve yansıtabilirsin.. ve zamanla senin verdiğin nesneleri kendileriyle birleştirip dışarı çıkarırlar.. fikir ise fikir.. tohum ise tohum.. fikirlerini kafaları sokarsın.. bu yolla.. bana sokuyorsun demezler.. senin ördüğün ve gördüğün ve gösterdiğin nesneleri GERÇEK ve hele biraz dini tarafa aitse üstelik KUTSAL olarak görmeye etrafa göstermeye başlarlar. Örneğin FARKINDALIK denilen bir nesne çıktı.. son çeyrek yüz yılda.. bir farkındalık fırtına uçuşuyor.. yıllardır.. her farkındalıkla uyanıyor.. ayılıyor ve bayılıyor farkındalığa.. öyle ki birbirlerinin beş para etmez olduğunun farkında oluyorlar.. Amerikancılar Fransızcılara.. Fransızlar Amerikancılarla Sünniler şiilerle .. şiiler Sünnilerle amansız bir kültür savaşı içindeler ve birbirleriyle ünlü bilim adamları.. san’atcılar ve filozoflar da dahil olmak üzere.. amansız bir husumet düzeyinde bir rekabet sergiliyorlar.. Örnek; aşağıda eklediğim yazıda. Oysa insan şuuru sadece geçmişe bakmaz ve var olanın zıd ya nid olarak farkında olmaz.. aynı zamanda geleceği bekler ve yok olanın.. mahrum olanın.. haram olanın.. değerini bilir.. keza şuur (tanınç) bu yatay ve MEDDİ geçmiş ve geleceği fark ederek ve kadar ederek tanıdığı gibi.. dikey ve AMEDİ olarak tahassüsleriyle yani duyumsamalarıyla zahir olanı temas ve temaşa ettiği gibi batını olarak edeb ve ebed yapar. Şimdi belki büyük olasılıkla anlamadığınız bu dörtlükten ve hatta türkcçe anlamlarını dahi bilemediğiniz bu sekiz sözcükten birini ele alarak azar azar ve yavaş yavaş dilediğim uzan bir kitabı yazarak insanlara anlatarak.. bu fikirleri onların kafasına sokarak ünlü bir yazar olabilirim.. işte bundan kaçındım.. kader izin vermedi.. belki.. amma öyle olsaydım beni okuyan insanların onda biri beni eleştirecek onda bir düşünce ortaya çıkaramazlardı.. çünkü biri yazmaya öbürü de okumaya alışmış.. bu sadece okuyanlar ve sadace yazanlar bir süre sonra gerçeklikten kopmuş bir UYKULAMA (nevm) dünyalarıyla la UYGULAMA (yakaza) dünyasının önünü kapatmaya çalışacaklardır. Oysa başkasının kendisine soktuğu fikirlerle değil kendisinin çıkardığı fikirlerle.. görüşlerle.. düşüncelerle.. bilgilerle.. yüklemlerle.. yargılarla.. tasarlarla ve kararlarla hareket etmeye çalışlarsa durum çok daha başka olacak.. insanı BEN'ini bir başka ben değil bizzat kendisi tanımış olacaktı.işte ben size kolay yoldan giderek bu kötülüğü yapmıyorum. Varın siz beni anlaşılamaz kötü bir insan olarak bilin.. fark etmez.. Şimdi ben salak salak ne yapıyorum.. kolaydan zora değil.. zordan kolaya götürüyorum.. zordan kolaya götürüyorum.. onların anladığı dilde yani DÜZ YAZIDA yavaş yavaş.. azar azar.. parça parça.. alıştıra alıştıra.. sindire sindire.. özümlemeye özümleye .. böyle ya da şöyle bol bol sözcükle yazı yazmıyor.. YÖNTEMBİLİSEL ANALİZ diye yeni bir dil.. yeni bir yöntem.. yani bir anlam sürücü ve yeni bir anlatım aygıtı sunuyorum... Zaten yeni bir işi ya da nesneyi öğrenmek ya da tanımak zordur.. bir de bu iş YEP YENİ olursa.. yinelenecek bir parça da bulunmuyorsa.. bu zorluğa kim katlanır ki.. katlanmaz yavaş yavaş öğretilen ve alıştırılan teism ve ateizm adı verilen savaşı yaparlar. Arkadaş madem TANRI zorla kendisinin tanınmasını istiyorsa bunu kendisi yapsın ya.. niye kullarına bırakıyor ki.. bunda bit yeniği yok mu ? Var.. elbette Yüce Allah bu işi zorla yapmaz.. ayetelkürsinin hemen arkasında ayetle dini zorla yapanların TAGUT olduğunu açıklar üstelik.. fakat insan kendi düşüncesini kendisi kurmuyor ve tefekkür yapmıyor ki.. başkasının sikini pardon düşüncesini kafasına sokuyor.. kafa değil SOKET mübarek.. her türlü ramı.. görüntü kartını.. ayo kartını sokabilirsiniz. Evet peygamber savaşmı.. müsrif ve zalim ve haksız kafirler ve müşriklerle..DEVLET KURULSUN iye değil.. zaten o devlet için değil GÜZEL AHLAK için gönderildi.. ALEMLERE RAHMET OLARAK.. Özetle ben soketine fikir ve bilgi ve görüş düşünce sokacak öğrenciler aramıyorum. Benim anlamaktan usanmış.. bilinenlerden bıkmış taliplerim.. öğrenici arkadaşlarımı arıyorum. Çünkü ben ne okuyucusu olan bir yazar ne de öğrenicisi olan olan bir öğretmen DEĞİLİM. Ben öğreniciyim ve öğrenici eşimi ve çocuklarımı ve arkadaşlarımı arıyorum. Belki onlarda biri ÖĞRETİCİ olur.. bu iş benden sonra daha kolay olur. Yeni bir öğrenici ve öğretici gelinceye kadar. Şimdi öğrenicilerim bu yazının linkinde olan zor işe soyunmalarını.. orada olanları izleyerek.. imgeleyerek.. irdeleyerek ve isteyerek kendileriyle sevişmelerini bekliyorum. Yoksa görüş ve düşüncelerini sergileme.. bilgi ve yorumlarını sunmaya.. ve bunları tartışmaya vakit harcayanlar.. öğrenmeyi öğrenmeye değil de öğrenmek için çaba harcayan ve bu arada beni okuyan arkadaşlarımın sadace ve sadece vakitlerini alırım o kadar. Bende zaten onlar için bir buçuk yılımı verdim.. sonuçta herkes kendi işine dönse iyi olacak... Sağlıcakla kalın. Osmanziya OSMANZİYA Sentaks / sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE semantik / anlambilimsel / MAANÎ yetersizliklerim için düz yazıdan özür dilerim (KİBİRLİ RETORİĞİN SONU) Modern ve Çağdaş Fransız Entelektüelinin Düşüşü ; Foucault, Derrida ve Baudrillard gibilerinin yazıları kasıtlı anlaşılmazlıkları (opaklık), kelime oyunları yapmaya yönelik saçma sapan fetişleri ve nesnel bir anlam yaratma olasılığını inkârları ile bu durumu daha da karmaşıklaştırdı. Modern Fransız kültürünün en karakteristik icatlarından biri “entelektüel”dir. Fransa’da entelektüeller, edebiyat, sanat, felsefe ve tarih gibi sadece kendi alanlarında uzman değillerdir. Evrensel terimlerle de konuşurlar ve toplumsal ve siyasi meselelerde ahlaki yol göstericilik yapmaları beklenir: Hatta en seçkin Fransız entelektüelleri adanmış figürlerdir, savundukları görüşlerin dünya çapındaki simgeleridir – örneğin Voltaire’in dinsel hoşgörüsüzlüğe karşıt tavrı, Rousseau’nun cumhuriyetçi özgürlüğü savunusu, Victor Hugo’nun Napoleoncu despotizme karşı belagatli konuşmaları, Emile Zola’nın Dreyfuss Davası sürecindeki tutkulu adalet yakarısı, Simone de Beauvoir’in şiddetli kadın eşitliği savunuculuğu. Her şeyden önce Fransız entelektüelleri halklarının milli gururunu okşamışlardır. İlerici düşünür Edgar Quinet’in Galyalılara özgü özgüvenle ortaya koyduğu gibi: “Fransa’nın uğraşı dünyanın zaferi için kendini feda etmektir, en yüksek insanlık ve uygarlık düzeyine ulaşma ideali için feda etmektir, kendisi için olduğu kadar başkaları için de...” Bu Fransız entelektüalizmi bilgi, özgürlük ve insanlık durumu hakkındaki göz kamaştırıcı kuramların görkeminde de kendini gösterir. Birbirini takip eden modern entelektüel kuşakları – çoğu Paris’te Ecole Normale Superioure’de öğrenim görmüştür – kitaplarda, gazete makalelerinde, kitap yazılarında ve yıllıklarda hararetle hayatın anlamını sorgulamışlardır, bu yolda rasyonalizm, eklektisizm, spiritüalizm, cumhuriyetçilik, sosyalizm, pozitivizm ve varoluşçuluk gibi çetrefil felsefi sistemler kurmuşlardır. Bu hummalı kuramsal hareketlilik İkinci Dünya Savşaı’ndan sonraki on yıllarda insan anlağındaki bilinçdışının ve mitlerin etkisinin öneminin vurgulanmasıyla ortaya çıkan yapısalcılıkla birlikte zirveye ulaşmıştır. Bu yaklaşımın ileri gelenleri, her ikisi de College de France’da profesör olan etnolog Claude Levi-Strauss ile iktidar ve bilgi felsefecisi Michel Foucault’dur. İsmi ünlü Amerikan giyim markasını taşıyan Levi-Strauss ömrü boyunca blue-jean’le ilgili sorulara muhatap olmuştur. Sol entelektüelin simgesi ise halk entelektüeli rolünü zirveye taşıyan Jean-Pual Sartre idi. Angaje enteleküelin kendisini devrimci hareketlere adaması, yerleşik ortodokslukları sorgulaması, ezilmiş toplulukların çıkarlarını savunması onun göreviydi. Fransız entelektüalizmine katışıksız bir cazibe kazandırdı – ütopyacı bir gelecek vaadiyle, polemikçi tavrı ve çelişkileri ortaya çıkarmasıyla, zamanının yerleşik kurumlarına karşı aşağılayıcı tutumu ve bohem yaşantısıyla; ister Cumhuriyetçi devlete, ister Komünist Partiye, ister Cezayir’deki Fransız sömürge rejimine, isterse de ülkedeki üniversite sistemine karşı. Kendisinin de söylediği gibi o her zaman bir “vatan haini”ydi – ve muhalif ruhu modern Fransız entelektüellerini sarmalayan auranın merkezinde yer alıyordu. Milliyetçiliğin her türlüsüne karşı olsa da, kültürel ve entelektüel derinliği kendisinde cisimlendirmesiyle ve çaba göstermeksizin elde ettiği üstünlükle Fransızların kendilerine özgü üstünlük duygularına katkıda bulundu. Gerçekten de, Sartre, hiç kuşkusuz 20. yüzyılın en ünlü Fransız’ıydı, yazıları ve polemikleri Buenos Aires’ten Beyrut’a tüm dünyada hararetle takip ediliyordu. Bugün sol, bu görkemli geçmişin soluk bir gölgesinden başka bir şey değil. Saint-Germain-des-Près’deki teorik tartışmaların yerini moda dükkânları aldı. Hatta, Paris, Thomas Piketty’nin kapitalizm üzerine yazdığı kitap gibinadir istisnalar hariç, beşeri ve toplum bilimlerin ilham merkezi değil artık. Çağdaş Fransız entelektüellerinin başat özelliği artık yüzeysel, ikincil özellikler (Bernard-Henri Levi gibi kişilerde tipikleşen) ile koyu bir karamsarlık. Fransa’daki çok-satar edebiyat-dışı kitap listelerinin tepesinde şimdilerde yeni bir şafağı vaat eden kitaplar değil, ama Stephane Hessel’in “Indignez Vous!” (2010) gibi kayıp kahramanlık öyküleri ve Marine Le Pen’in Ulusal Cephesinin Fransız kimliğinin yok oluşu hakkındaki İslamofobik ve kendine acıyan tiratları yer alıyor. En yakın tarihli iki örnek olan Alain Finkielkraut’un “L’Identité Malheureuse”’u (2013) ile Eric Zemmour’u “Le Suicide Français”inin (2014) her ikisi de yozlaşma ve ölüm imgeleriyle tıka basa dolu. Bu marazi damarın en son örneği ise Michel Houellebecq’in, Aydınlanma değerlerinden uzaklaşan bir Fransa toplumu panoramasında, bir İslamcının Fransa devlet başkanlığına seçilmesini anlatan distopik romanı “Soumission” (2015). ** Fransa’nın yolunu kaybetmesi nasıl açıklanabilir? Daha geniş bir kültürel manzarada görülen değişiklikler Galyalı özgüvene büyük darbeler indirdi. Marksizmin 20. yüzyılda çözülüp dağılması geride postmodernizmin doldurduğu bir boşluk bıraktı. Ama Foucault, Derrida ve Baudrillard gibilerinin yazıları kasıtlı anlaşılmazlıkları (opaklık), kelime oyunları yapmaya yönelik saçma sapan fetişleri ve nesnel bir anlam yaratma olasılığını inkârları ile bu durumu daha da karmaşıklaştırdı (postmodernizmin kofluğu, Laurent Binet’in, filozof Roland Barthes’ın 1980 yılındaki ölümü etrafında örülen gizemli bir cinayet romanı olan, en son kitabı “La septième fonction du langage,”da muhteşem bir şekilde hicvedilmiştir.) Ama Fransız realitesi rahatlatıcı olmaktan çok uzaktır. Aşırı kalabalık ve devlet tarafından desteklenmeyen Fransız yüksek öğrenim sistemi, Fransız üniversitelerinin giderek düşen derecelerinin de gösterdiği gibi yıpranmış durumda, sistem daha az liyakate dayalı ve daha çok teknokrat hale geldi, 19. ve 20. yüzyıldaki atalarına oranla daha az sofistike ve entelektüel yönden daha az yaratıcı seçkinler yetiştiriyor. Doğru Fransızca konuşmaktan bile yoksun Sarkozy ve Hollande ile entelektüel selefleri arasındaki karşıtlık dikkat çekici. Fransızların entelektüel dinamizmlerini yitirmesinin ardındaki tartışmasız en büyük etken, hem maddi anlamda hem de kültürel bakımdan Fransızların global ölçekte güçlerini büyük oranda yitirdiklerine ilişkin giderek kuvvetlenen düşünce. Siyasal olarak Amerika Birleşik Devletleri, yani bayağı Anglo-Saksonlar tarafından yönetilen bir dünyada ve Almanya’nın ekonomik gücüyle yönetilen bir Avrupa’da Fransızlar kendilerini yeniden bulmaya çalışıyorlar. Çok az çağdaş Fransız yazarı – muteber Houellebecq hariç— uluslararası alanda tanınıyor, bunlara Nobel ödüllü Le Clézio ve Patrick Modiano da dahil. Fransızca konuşulan ülkeler ülküsü (Frankophonia) içi boş bir kabuk olmaktan öte bir şey değil ve kibirli retoriğinin arkasında organizasyon, dünyadaki Fransızca konuşulan topluluklarda çok az yankı uyandırdı. Bu Fransız entelektüellerinin uluslarının geleceği konusunda neden karamsar olduklarını, neden içe dönükleşip giderek ulusal geçmişlerine yöneldiklerini açıklıyor: Fransız tarihçi Pierre Nopa’nın daha dobra bir şekilde ortaya koyduğu gibi Fransa “ulusal taşralılık”tan çekiyor. Bu bağlamda, ne eski Sovyet Bloku’nda komünizmin çöküşünün ne de Arap Baharı’nın Fransız düşüncesinden esinlenmediğini belirtmek önemli. Bilakis Avrupa mülteci sorununda takındığı kolektif tavırla utanç içinde kıvranıyor. Sudhir Hazareesingh Balliol College, Oxford’da siyaset bilimi dersleri veriyor Çeviren: Osman Çakmakçı Düzenleyen mustafa - 01-Nisan-2017 Saat 00:25 |
|
Forum Atla |
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |