Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya
Mesaj icon Konu: Osman ziya oglu kimdir ? Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2554

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: Osman ziya oglu kimdir ?
    Gönderim Zamanı: 09-Mayıs-2022 Saat 21:31





Bir vesile ile kendim hakkında bilgi veriyorum:
Degerli Kardeşim alakanız için teşekkür ederim. Eleştiriniz üzerine MUSTAFA BUĞUÇAM sayfama kendimle ilgili açıklama koyacağım. Burada şunu belirtmeliyim ki Gebze 1.Noteri olarak 2017 de emekli oldum. Evli ve uç cocuk babasi olarak yaşın yetmişe dayandi.. lakin işim bitmedi...Daha önce Kültür Bakanlığında Hukuk Müşavirliği yaptım. Buraya da Ordu nun KORGAN ilçesinde iki buçuk yıl Savcılık "yapamadıktan" sonra geldim.. Buradan da masa başı iş yerine kuramsal çalışmak için Kültür Bakanlığını geçmiştim.
Kultur Bakanlıkta ve Noterlikte bulunduğum süre içerisinde 1980 yılından beri kırk yıl için YÖNTEMBİLİMSEL ANALİZ (YBA) adını verdiğim ANALITIK DUZLEMIN gorsel.. mantiksal ve metodik kullanimi olan bir çalışma ortaya çıkardım.. 2000 yılından beri www.yontembilim.com sitemde sunumu yapmaktayım



Sitemin FORUM kısmında ise reklam mahiyetinde düz yazılara ekli tablolarda YBA kullanımının örnekleri olan çalışmaları sergilemekteyim.

http://www.yontembilim.com/forum/Forum.asp











Ayrıca müsetar adımolan OSMANziya hakkına da kişisel sitemde yirmi yıl önce yazdım ve geçmiş bir zamanda düzelttiğim bir bilgi amaç ve tanıtım yazısı bulunuyor.. http://www.mustafabugucam.com.tr/resmim.html

OSMAN ZİYAOĞLU KİMDİR?

http://www.mustafabugucam.com.tr/resmim.html




     1952 doğumlu olarak;
        geçmiş asırların vahşet ve dehşetini aşan savaş ve katliamlarına rağmen, yüzyılın fikir ve teknik alanında değişmesini   gözlemliyorum. Çağımın endüstriyel ilerlemesinden yararlanıyorum ve   hızlı gelişmesini yaşıyorum. Bu olumlu sonuçların, saydam bir iletişim ve berrak bir etkileşimle, gelecekte fen ile dinin işbirliğinin artacağına inanıyorum. Bu nedenle bilgi ile inanç uzlaşmasının çoğalacağı iyimserliğini taşıyorum.
       1974 Ankara Hukuk Fakültesi mezunu olarak;
        68 kuşağı içinde kendini buldum. Bu döneme eğemen olan, ilke ve ülkülerin peşindeyim. Yani ülkenin sorunlarının çözümünde “bilimsel düşünme”nin yerleşmesi ilkesini savunuyorum. Keza yurdumuzun "çağdaş uygarlık" seviyesine yükseltme ülküsünü destekliyorum.
       1923 doğumlu Cumhuriyetimizin yurttaşı olarak;
        kemalist ilke ve ülkülerinin, politik olarak yenilikçi ve gelenekçi kutuplar halinde ayrışmasının etkisini taşıyorum ve yaşıyorum.
        Bu ayrışma hala sürüyor. Bununla beraber Atatürkçülüğü siyasi ve ekonomik çıkarına alet yapan azınlığın etkisi ve yetkisi azaldıkça,   ulusal bileşmeye çevrilecektir. Evrensel   "sol görüş" ve "sağ duyu"   ideolojik karşıtlığının, yinelenen eskinin geleneğin evriminde ve yenilenen tazeliğin gelişmenin devriminde bütünleşeceği rüyasını görüyorum.
        Karşı tarafı yok sayarak sözde kurulan birliklerin, aslında kendini tek doğru sayan yandaşlıkların, sadece kendi gerçeğini öne sürmekle, sürekliliğini koruyamacağı olgusu karşısında, belki de kendi tarafını unutmadan karşı yanıda kucaklamayabilme başarısını ortaya koyabilmeyi bir ideoloji, bir hülya görebilenler çıkabilir.
        Bence gerçekleştirilmesi gereken bu rüya, gerçekleştirilmesi gerekli bir dünyadır. Çünkü Teknoloji ile, sürekli beslenen "standart"larla "patent"lerin sürerliğinin desteklenebildiğini artık öğrendik. Bu olgu, bir gün ideolojimize de yansıyacaktır.
        Din ve ideoloji farklılığımıza rağmen birlikte gerçekleştirilmesi imkanı olan bu dünya ve rüya uğruna; bilgi, görüş ve düşünce alışverişini engellediği kaygısıyla dil taassubunu bıraktım. Çünkü dil yobazlığı, din tutuculuğunu bile aştığından doğruları ve gerçekleri anlatma ve aktarmayı, terim ve deyim kavgasının üstünde görüyorum. Çünkü dil yüzünden   iletişimden uzaklaşmak ve bilimden vazgeçmek; araç için amacı unutmakla eşdeğer bir yanlıştır.
    İkibinlere   gelinen bu zeminde gittiğim ve çoğunluğunda tuttuğunu umduğum şu yol, solculuğu da (aklı) sağcılığı da (kalbi) yermeyen ama her ikisini de içeren bir bütünlüğü yani sürekli ilericilik olan "öncülüğü" önermektedir. Ama çoğumuzun da bu öncülüğü gerçekleştiremediği de bir olgudur.

        İslamın çağdaş yolunu tutan, Kur'an'ın evrensel yolunu izleyen bir müslüman olarak;
Öncüler (sabikun),   hem şimali (mantık) hem yemini (meşiet) kapsayan ve yenilenen geleneği onayan bir yoldadırlar. Sola saplanmış solun fenn hesabına ileri sürdüğü   yıkıcı yeniliğinden ve bozucu değişiminden kaçınmanın, sağa gömülmüş sağın din adına sunduğu durmuş ölçülerinden ve donmuş kurallarından kurtaran bu birlik, fıtrat ve şeriatı hidayet ve istikamette birleştiren diri ve canlı bir sırattır. Bu yol, geleceğe açılan geniş bir caddedir.
        Bu çift yaratılışı ve iki yanlılığı "biçim" de açık açık görürüz: Nasıl beyninimiz sol ve sağ lobunu kaldıramazsak, bedenden sol ve sağ elimizi kesemez isek, bilimden "dır ve değildir" özdeşliğini ve hukuktan "evet ve hayır" özgürlüğü çıkarmak olanağı yoktur. Eril ve dişil hayat ve cesed türselliğini nasıl kadıramazsak, sol görüş ve sağ duyuyu yoksayamaz, tensel güncelliği ve tinsel dinselliği de gözardı edemeyiz.
          Bununla beraber "biçim" gibi içerikte dahi; bilgide birliği, düşüncede bütünlüğü ve davranışta yetkinliği ifade eden öncülük,   orjini itabariyle yeni bir yol değildir. Aristo, Descartes, Kant, İbni Sina, İmamı Gazali, İmamı Nursi gibi batının ve doğunun öncülerini takip etmektir ki onlar geçmişi geleceğe götüren önderlerin izinde yüremektedirler.
       Geçmişte,    değerini ve önemini yitirmeyen kişilerin açtığı bu ÖNCÜLÜK çığırının, gelecekte genelgeçer bir cadde olacağını düşünüyorum...


       Osman Ziyaoğlu, yüzyılımızın son çeyreğinin teknik olanaklarıyla karşınızda arz-ı efkar ederken kendi çapında bazı umutlarını dilegetirmekte   ve müterakim çalışmalarını sizlerle paylaşmakta, takdir ve tasvibinize sunmaktadır... İşte bunlar:
          Ortak aklın ve vicdanın, nesnel bilim ve hukuku oluşturacağını gören, fıtrat ve şeriatın; insana, evrenden yararlanma ve kendini yorumlama hak ve hürriyetini tanıdığını bilen, bu bilgi ve buyruğu değerlendiren insanlığın özgür iradesiyle iyi bir geleceğini kuracağını bekleyen yazar, insanlığın erdem ve mutluluğuna katkıda bulunmak için düşüncede yönteme önem vermiş, genel ve nesnel olduğuna inandığı YÖNTEMBİLİM'İNİ oluşturmuş, bilgilenmede İNSANBİLİM'İNİN temellerini araştırmıştır. Ortak akla ve müşterek vicdana dayanan yöntembilim ve insanbilimin, evrensel usul ve mizan ile kozmik yumin ve imana açılan bir kapı haline getirilmesi ise, ileriye dönük bir ilke ve ülkü, gelecek kuşakların gerçekleştireceği bir işlev ve görevdir.
           Bu yöntem ve temelden çıkan sağlam bir görüş ve sağlıklı bir tutum ile bireylerin kimlik ve kişiliklerin özgür ve etkin varolacağını, bu varoluşun ortaya koyacağı bilimsel yaklaşımın ve hukuksal duyarlığın   canlı bilim ve diri hukukla sonuçlanacağını düşünmektedir. Böyle bir bilim ve hukukun;   toplumun bireyi koruyacak, bireyin topluma katkıda bulunacak koşulları oluşturacağını savunmaktadır. Bu parlak geleceğe oluşturmak için, kısa vadede ve ulusal bazda, BİLİM VE TEKNOLOJİ ÖRGÜTLERİNİN bir bakanlık çatısı altında toplanmasını önermekte, sivil toplum kuruluşlarının katkısını önemsemektedir.
          Bu koşulların neticesi olarak giderek daha "özgür bireyin" ve daha "örgütlü toplumun" küresel barışın güvencesi olacağına herkes gibi   inanmaktadır.
             Çünkü YARATILIŞIN koyduğu bütünlüğü arayan insanın, BUYURULUŞUN çağırdığı birliğe yatkın bulunduğunu gözlemlemiş, insanın varlık yapısını özeği olan bilginin sorguladığı birliğin, inancın özü olan bütünlüğe uygun olduğunu görmüştür. DİN VE FEN İLİŞKİLERİNİN sağlam ve sağlıklı hale getirilmesinin geleceğimizi daha mutlu ve daha kutlu kılacağını öngörmektedir. Bu hem doğuya hem batıya düşen acil bir ödevdir.
            Ruhu olmayan cesed yaşayamaz, cesedi olmayan ruh dahi etkin olamaz. Doğuda mahsur kalan Hak, batıdan yayılan Kuvvet, İnsanlığın ruh ve cesedidir. İnsanlığın canı "çıkıyım" derken bedeni de "tıkıyım" demektedir. Halbuki "Hak" sahiblerinin dünyada yürütülecek görevi için çıkmayı geçiktirmesi, "Kuvvet" maliklerinin ukbada işlevi için tıkınmayı ertelemesi, çıkmanın ve tıkınmanın dengesini kurarak,   bir araya gelmesi,
insanlığın yaşaması için lazımdır. Ya da doğunun kuvveti bulması ve ya batının hakkı görmesi gerekmektedir. Bu üç ihtimalin biri ortaya çıkmazsa, geriye kitabın kaldırılması ve kainatın kapatılması (dördüncü ve son ihtimal) gündeme gelecektir.   
          Ne iş yaptığıma gelince... üç yıla yakın savcılık görevinden sonra bir Bakanlıkta hukuk müşavirliği görevini yürütmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım. 1990-91 yıllarında Araştırma Dergisinde Osman ZİYAOĞLU mahlasıyla "4444 yöntembilim" adını verdiği "grafik baglantılı text " anlatımına dayanan yazılarım yayımlanmıştır.   Hasılı    profesyonel olarak hukukçuluk yaparken amatörce   geometrik düşünceye dayanan yöntembilim kuramıyla uğraşıyorum.
        Bundan sonra diyorum ki;
           Yazılarımda bir taraftan yazım (imla) hataları ve söz-dizim (ifade) yanlışları öbür taraftan akıcı olmayan uslübü ve soyut olan konusu ile keyfinize keder verebilirim. Peşinen özür dilerim. Ama mazeret duymak isterseniz; Yöntembilim çalışmalarından dolayı yıllardır gramatikal tekstler ve anlatımlar yerine grafik şemalar ve anlamlarla haşir neşir olduğumdan edebi aktarımda yetersizliğimi itiraf ediyorum.Üstelik düzyazı yanlışlarımı giderecek ve ifade zayıflığımı azaltacak editör bir yardımcımda bulunmuyor. Bir de sayfalarım yeni olduğundan kendim de düzeltmeye vakit bulamadım.
          Bu olumsuz duruma ve sevimsiz görünüşe rağmen yazılarımı okumak ve incelemek lutfunda bulunursanız olgusal eleştirileri ve mantıkıi tenkidlerinizi her zaman sevinerek ve memnuniyetle kabul ediyorum. Soyutluk ise zaten bilgibilimin kavramsal özüne ilişkin kişisel yordamım ve kurgusal çalışma alışkanlığım olduğunu belirterek bu hususta da hoşgörünüzü istiyor.
           Bu tanışma vesilesiyle sevgi ve saygılarımı sunarım, Efendim.







keza 1998 yılında 4.ulusal yayın kongresinde sunduğm bilgi toplumu ve hukuk devletine ilişkin bildirim burada arz edilmiştir: http://www.mustafabugucam.com.tr/bildiri.htm



IV.ULUSAL YAYIN KONRESİNDE
ULUSAL KALKINMANIN KOŞULLARI
BİLGİ TOPLUMU VE HUKUK DEVLETİ
BAŞLIĞIYLA SUNULAN BİR TEBLİĞDİR.
    IV. Ulusal Yayıncılık Kongresini düzenleyenleri ve katkıda bulunanları kutluyorum.
Kongreye katılan siz değerli konuklarımızı ve dinleyicilerimizi selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.
Dünyadaki hızlı değişme ve gelişmenin odağında yer alan ulusumuz, sorunlarını isabetle çözecek dikkatli kararlara ihtiyaç duymaktadır.
Fakat bu kararlardan önce, bütün olumsuz şartlara rağmen, gelecekten umutlu olmak, tek başına da kalsak, kendimize ve ulusumuza güvenmek gerekmektedir.
Bunun arkasından isabetli kararlara yetecek verinin sağlanması gelir.
Bu da hepimizin bilgilerini birleştirmesini zorunlu kılar. Bunun zemini de, elbette diyalogdur.
Diyalog ise ancak dostluk ve sevgiyi ortamında beslenen bir tutumdur.
Bu ülkede yaşayan bizler ve sizler; bu coğrafyayı paylaşan inançlar ve görüşler, ortak bir düşüncede toplanamazsa da yurttaş olarak uzlaşabilir.
Konuştukça ve uzlaştıkça da ülkemizin sorunlarını çözecek veri gücünü ortaya çıkarabiliriz.
Şimdi bu inançla, kalkınmamızın temel koşulları olan bilgi toplumu ve hukuk devleti üzerine bir bildiri sunmak istiyorum.
GİRİŞ
Bağımsızlığın temeli ulusal kalkınmadır. Yayıncılık ise, ulusal kalkınmanın dinamiğini oluşturan dört unsurdan birisidir.
Ekonomik büyümenin yeterli ve teknolojik ilerlemenin sürekli tutulması, telif ve neşriyat aktivitemizin artırılması yanında ar-ge ve ihtira potansiyelimizin işletilmesi; sosyo-kültürel gücümüzün ve etkinliğimizin açığa çıkarılmasına, bağlıdır. (ek-1)
Bu sosyo-kültürel yapının iyileştirilmesi, bir taraftan yazar ve ilim adamlarımızın haklarını korurken, bir taraftan da basın ve yayın kuruluşlarının desteklenmesini gerektirir. Keza bir taraftan teknolojiye finanse desteğini artırırken, bir taraftan da araştırmayı teşvik ortamının hazırlanmasını ister.
Yayıncılığın dününü, bugününü ve yarınını teşkil eden yazılı, basılı ve elektronik eserlerin nazara alınması ne kadar önemli ise, yayıncılığımızın, uluslar arası yayıncılıkla mukayesesinin yapılması o kadar gereklidir.
Çünkü bu karşılaştırma ile, yayıncılığı güçlendirecek bir yasanın gerekliliği anlaşılacaktır. Telif haklarının kurumlaşması ve neşriyatın kendine yeterli hale gelmesi için, devlet, çaba ve katkılarını bir süre daha artırmalıdır.
Medeniyetlerin değişme ve gelişmelerinde , milletlerin tarih boyunca ortaya koydukları barış ve savaşlarda, insanlık daha müreffeh bir cemiyeti ve daha adil bir devleti aramaktadır. İnsanın doğru ve gerçek, iyi ve güzel değerleri istemesinin bir gereğidir bu.
Fakat insanın çıkarcılık ve bencillik gibi kötü yönelimi ve yorulmadan yada ezerek kazanmak gibi olumsuz eğilimi de vardır. Bu hazır çıkarlarla olumlu değerlerin uyumsuzluğu ister istemez iyiler ve kötüler savaşına yol açar.
İnsanın alış- verişe, oyun ve eğlenceye gereksinimi olduğu gibi eğitim ve yönetim, araştırma ve geliştirme gereği de vardır. Bu gereklerin düzenlendiği ve gereksinimlerin dağıtıldığı hak ve güç makamları için, mutluluk ve erdem adına bir yarışın yapılması da kaçınılmazdır.
Fakat emek ile sermaye arasındaki dengesizlikten; iş, aş ve özgürlük dağıtan bu makamlarda bulunan haksızlarla, zulme uğrayan güçsüzler arasında bir dövüş de ortaya çıkmaktadır
Bu savaşlar ve dövüşler uğruna asrımızda pek çok insan kanı döküldü. Çünkü savaşlar nüfusu artmış bir dünyada, teknolojisi ilerlemiş bir çağda yapılıyordu.
Evren kadar değerli insanın, toplum kadar önemli kanının dökülmemesi için, dengeli ulusal kalkınma ile beraber, uyumlu uluslar arası barışa da önem verilmelidir.
Kalkınmada; yazarlık, yayıncılık, araştırmacılık ve ihtiradan ibaret dört nesnel dinamiği, oluşturacak ve geliştirecek, üç evrensel koşul vardır:
BİRİNCİSİ Bilgi Toplumu
İKİNCİSİ Hukuk Devleti
ÜÇÜNCÜSÜ Tam İstihdamdır.
Bu bildiride, bilimsel ve özgür düşüncenin doğal sonucu, bilgi toplumu; aklın ve vicdanın normal gereği, hukuk devleti, olduğunu ortaya koyduktan sonra, tam istihdamın genel çerçevesi çizilecektir. Fakat önce bu üç koşulun sonucu olan ulusal kalkınma üzerinde duracağız.
ULUSAL KALKINMA
Ulusal kalkınma, sadece gelişmekte olan ülkelerin bir sorunu değil, yerlerini korumak isteyen gelişmiş ülkeler dahil, her devletin ana sorunudur. Onlara için ihtiyaç olan kalkınma, bizim için hayati bir zorunluluk ve kaçınılmaz bir hedeftir.
Ulusal kaynaklarının yerinde harcanması ve kalkınma öğelerinin verimli kullanılması için, ilmi ve sınai gelişmemizin “planlanması” gerektiğini düşünüyoruz.
İlmi ve sınai gelişmeye ilişkin görevler ve yetkiler, çeşitli bakanlık ve kurumlar tarafından paylaşılmıştır. Etkin bir koordine ve kontrol için, bu yakın alanların bir araya getirilmesi, müstakil çalışmasından daha yararlıdır.
Bilimsel ve teknik kalkınmada ciddi planlama yapmak için BİLİM VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI kurulmalıdır. Sanayi ile bağlantısı bulunan bu bakanlığın, bir taraftan her bakanlıkta yer alan Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulları ile devlet kanadı, öbür taraftan akademik çevrelerle üniversite kanadı bulunmalıdır. Böylece bu bakanlık ulusal kalkınmanın, merkezi ve karargahı olmalıdır.
Giderek elektronikleşen ve otomasyonlaşan TÜBİTAK, kütüphaneler, arşivler, basın-yayın enformasyon ve dokümantasyon, telekominakasyon, standartlar, meteoroloji, istatistik, patent ve benzeri ilim ve teknoloji kuruluşları bu bakanlığın çatısı altında toplanmalıdır.
Kalkınmanın çok önemli iki etkenine kısaca değinmek istiyoruz.
BİRİNCİSİ teknolojiye finans desteğidir ki bu bizde yetersizdir.
Liberal ülkelerde bile ilmi ve sınai kalkınma için gereken paralar ayrılmış ve bu iş, bir plan ve programa bağlanmıştır. Bir mukayese yaparsak (1990) Ar-geç harcamalarının GSMH’ YA oranı Amerika da yüzde 2.7, Japonya da yüzde 3, Almanya da yüzde 2,7 iken Türkiye de binde 0.33 dür. Bu mukayese, düşük olan finans desteğini artırmak gerektiğini gösterir.
İKİNCİSİ bilimsel araştırma ortamı olumsuzdur.
Dil ilim için araçtır fakat bizde amaç haline getirilmiştir. Bitmeyen Osmanlıca-Öztürkçe çekişmesinden terim birliğini kurulamamıştır. Bu yüzden iletişimde söz-dizimsel çeviri sorunu yaşanmaktadır.
Din haline gelen ideoloji ya da ideolojiye dönüştürülen din, gönüler de hoşgörüyü kaldırmış ve bu yüzden bilimsel düşünce ve özgür davranış, akıl ve ahlak haline gelememiştir. Bu da iletişimde anlam-bilimsel yorumu güçleştirmektedir.
Birbirini yaşantısından dolayı suçlayan, görüşünden dolayı kınanan insanların bir araya gelerek, iletişim ve etkileşim ile iş ve buluş üretmesi düşünülemez.
Dildeki bu tutuculuk ve gönüldeki şu baskı nedeniyle bilimin toplumsal zemini oluşmamıştır. Ayrıca, adaletsiz gelir dağılımıyla geçim sıkıntısı, siyasal dayatmalarla özgürlüğün kısıntısı, yüzünden, araştırma motivasyonu gelişememiştir.
Özgürlüğün ve ekmeğin olmadığı yerde görüşme ve konuşmaya sıra gelmez. Konuşmanın ve anlaşmanın bulunmadığı ortamda, araştırma doğmaz. Araştırma ve tartışmanın olmadığı yerde de, özgün buluş ve bilgi bulunmaz.
Özel sektörün hali bu olduğu gibi kamu sektöründe de, özerk ve özgür olması gereken üniversite, devletle akademik işbirliği yapmak yerine, siyasal işlevler yüklenerek, araştırmacılık görevini hakkiyle yerine getiremiyor.
Siyasal kaygılardan eğitim ve araştırmaya vakit ayıramayan hoca ile ideolojiden öğrenmeye ve yetişmeye fırsat bulamayan talebe, bilgi ile uğraşmadığından, bilgi toplumuna yetişemez.
BİLGİ TOPLUMU
Bilgi toplumu, bilgisayar kullanan yada bilgi üreten yada bilgiye önem veren bir toplum olarak düşünülebilir. Fakat bunların hepsi bir sonuçtur neden değil. Bütün bunların alt yapısı, bilimsel yaklaşım ve özgür düşüncedir.
BİLGİ TOPLUMU, bilimsel düşünceyi ve araştırma özgürlüğünü esas tutan toplumdur. Tutucu ve baskıcı tutumdan, taklitçi ve hazırcı düşünceden asla bilgi toplumu filizlenemez.
Ulusal kalkınmanın, ekonomik büyümenin ve teknolojik ilerlemenin ana koşullarından birisi olan bilgi toplumunun hem vücudunun hem bekasının sebebi, özgür araştırma ve geliştirmedir.
Ancak bu koşul, politik programlar ve ideolojik projelerle oluşmaz.
HALKIN, eğitilmiş merak ve özendirilmiş şevkle evrenle karşılaşması
AKLIN, doğruyu ve gerçeği aramak amacıyla kitaba ve doğaya yönelmesi
BİLİMSEL ARAŞTIRMANIN ruhunu teşkil eder.
Bu ruh, önce insanın temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla doğar.
Bunun temininden sonra bilimsel düşüncenin yaygınlaştırılması ve düşünce özgürlüğünün sağlanması yolunda alınacak önlemlerin,önemi büyüktür.
Laikliği bozacağı yada demokrasiye zarar vereceği vehmiyle bilimsel yaklaşım ve özgür düşüncenin yasaklanmasından korkulmalıdır. Çünkü bilimin ve hukukun zemini olan özgür akıl ve özerk vicdan olmazsa zaten laiklik ve demokrasi de olmaz.
Elbette bilimsel düşüncenin içeriğini ve özgür düşüncenin kapsamını belirlerken ayrıntı ve yaklaşımda farklılıklarımız olacaktır. Ancak bunu da yine seviyeyi koruyarak bilimsel tartışmaya alışmak ve özgür eleştiriye katlanmak suretiyle farklılıkları, ayrılıklara değil zenginliklere dönüştürebiliriz.
Bu suretle oluşacak yöntembilimle üretilen bilgilerin ve kurgulanan düşüncelerin karşılıklı tartışılıp eleştirilebilmesi daha kolay olacak, verimli ve yararlı veriler daha çok elde edilecektir.
Bilgi toplumunun gündeme geldiği 70li yıllardan beri süren siyasi istikrarsızlık, durmadan artan enflasyon, çatışmalarda harcanan nesiller, kaybolan genç ve körpe insanlar bize sanayi toplumu gibi bilgi toplumunu da kaçırabileceğimiz izlenimi ve endişesi vermektedir.
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen “bilimin”, “hukukun”, “demokrasinin” ve “laikliğin” tartışılması, bilgi toplumuna yetişileceğini müjdelemektedir.
Biz burada araştırma ortamını tartıştık ve bilgi toplumuna değindik. Bundan sonrada hukuka ve hukuk devletine ilişkin görüşlerimizi açıklayacağız.
HUKUK DEVLETİ
Bireyler, genelde zenginlerin, zekilerin ve kavilerin egemenliği ve baskısı altındadır. Bu yüzden akılcı ve gerçekçi, acil önlemler alamaz, etkin ve özgür, güncel savunma yapamazlar. İşte yasalardaki kurallar ve buyruklar yolu ile güçlü ve akıllı olan örgütlü azınlıktan, çoğunluğun korunması gerekmektedir. Bu ihtiyaç hukukun varlık sebebidir.
Demokrasi güçsüz olan çoğunluğun sözünün dinlenilmesi ve halkın sesi ise, hukuk da güçlü olan seçkin azınlığına karşı, çoğunluğun hak ve hürriyetinin korunması ve hakkın sesidir. Demokrasinin ve hukukun sesinin gür duyulmaması, gücün ve azınlığın gürültüsündendir.
Halkın ve çoğunluğun idaresi olarak bilinen demokrasi, hukuk temeli olmadan gerçekleştirilemez. Fakat örgütleşmenin ve demokratikleşmenin gücü olmadan da hak ve hürriyetler yani hukuk yaşatılamaz.
Beden ve beyin arasındaki bağlantı koptuğunda nasıl insan yaşamazsa, azınlığın elindeki devlet beyni ile çoğunluğu teşkil eden halk bedeninin uyumu yoksa devlette varlığını sürdüremez. Bunun için devlet ile halkı arasındaki uyumu, hukuk devletinin ana hedefi olarak ileri sürebiliriz.
Minyatür devletler olan, şirketler ve bankalar, partiler ve hükümetler insanlara hizmet için bir araç olması lazım gelirken amaç haline getirilerek insanın sömürülmesinin ve kullanılmasının nedeni olmamalıdır.
Bunun için hukukun kurulma ve korunma alanı olan ticaret ve siyasette demokrasi ve meşveretin artırılması, temel insan hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması demektir.
Devletler üstü normlar ve belgeler olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve uluslar arası anlaşmaların, ulusal işlerliğinin sağlanması da hukuku üstün tutmanın, hukuk devleti olmanın göstergesidir.
Çünkü uygarlığın ve kültürün gelişmesi ile insanlık bugünkü ulusal devletten gelecekteki küresel boyuta geçerken, bilimi ve hukuku aşama aşama evrenselleştirmekte, özgür aklı gerçekleştirmekte ve özerk vicdanı nesnelleştirmektedir.
Hukukun üstünlüğü, halkın değil daha çok seçkinin ve devletin hukuka uymasıyla sağlanır. Çünkü etkileri olan ve yetkileri kullanan onlardır.
Keza daha çok sorgulanması ve yargılanması gereken yönetenlerdir. Çünkü onların yanlışı ve yanılması daha büyük zarar verir. Halbuki onlar, yargı karşısında dokundurtmaz kanunlar, karıştırmaz geleneklerle korunmuşlardır.
Demek ki hukuk devletinin kurulması seçkinlerin elindedir ve bozulmasından da onlar sorumludur.
Yönetilenler arasına mafya ve çete olarak organizeyle güçlenmiş terörist kişiler, yöneticilerin suiistimalinden ve otorite boşluğundan doğmuş şer odaklarıdır.
Kültürel yönden, din ve ahlak, dil ve milliyet, hürriyet ve meşveret, eşitlik ve ekmek, arkadaşlık ve kardeşlik söylemleri, sadece ulusal değil aynı zamanda uluslar arası ortak değerlerdir. Çünkü her ulustan her tabakadan her bir kimsenin, bu ilke ve değerlere gereksinimi vardır. Bundan dolayı da kuramsal olarak bu ortak değerler hiçbir kişinin, gurubun, partinin ve görüşün tekeline alınamaz. Herhangi bir ideolojinin dayanağı yapılamaz.
Ortak değerler üzerine kurulan ideolojik parti anlayışları yerine, ekip ve başarı ölçütünü esas alan siyasal partilerin kurulmasını öneriyoruz. Bu öneri, din, dil, eşitlik, özgürlük ve barış gibi ortak değerlerin önemsizliğini göstermez.
Tam tersine, öneminden dolayı uluslar arası alanda bile ideolojik ve dini amaç haline getirilmemesini, politika ve propaganda aracı yapılmamasını ister. Uygulamaya geçirilmesinde bilime ve hukuka inanır. İnsanın aklına ve vicdanına güvenir. Bilim canlılığını korudukça ve hukuk diri kaldıkça, sağlanan kamu düzeni ve güvenliğinin sayesinde, dengeli ve uyumlu ekonomi politikle, ideal ortak değerlere ulaşılacağını öngörür.
Burada kadar sunulan argümanlarda radikal görüşler bulunabilir. Ancak kurgusal düşünceler zaten tartışılmak ve eleştirilmek için açıklanırlar.
Burada, laiklik ve hürriyeti kardeş ilan edip bilgi toplumuna emanet ettikten, demokrasi ve meşvereti arkadaş yapıp devleti hukukun emrine verdikten sonra;
Ulusal kalkınmanın üçüncü koşulu olarak açıklayacağımız tam istihdam kuramımız dahi düzeltme ve katkılarınızı bekleyecektir.
TAM İSTİHDAM
Zenginler, yönetenler ve aydınlardan oluşan seçkinler, halkı koordine ve kontrol ederken; banka, parti ve basın gibi örgütlerle ve bilim ile ördükleri ideolojilerle egemenliklerini sürdürürler
Hukukla örgütlenen ve bilimle örülen çağdaş devlette, sanayiin ve ticaretin kombine bileşiminden oluşan ekonomik yapılar ile idarenin ve siyasetin komplike bileşkesiyle çalışan politik işlevler, kompleks bir toplumsal süreç teşkil eder.
Bu süreci anlamak ekonomi politik , bu yapı ve işlevin ideal hale getirilmesi tam istihdamdır. Başka bir ifade ile, ekonomi politik, bir bilim ise, tam istihdam, bir sanattır.
Tam istihdam, ülkenin zenginliklerini, ulusun ihtiyaçlarına göre en adil ve en rasyonel şekilde dağıtmaya hedefleyen iç politikanın ekonomik aracı olduğu gibi ülke kaynaklarına en verimli işlev vermeyi ve bu kaynakların en önemlisi olan insan kaynaklarına en yararlı görev vermeyi hedefleyen makro ekonomimin politik bir aracıdır.
Bu çalıştırmada EKONOMİK HEDEF, ulusal gelirin artması ve bolluğun yayılmasıdır. Bu ödev vermede POLİTİK HEDEF, artan gelirle aşını ve işini bulan, eşini ve evini edinen, onurunu kazanan ve temel gereksinimlerini sağlayan kişilerin, kardeşlik ve barış içinde yaşamasıdır.
Tam istihdam sorunun çözümü, iktisadi yönüyle bilgi toplumuna, bilime ve iktisat ilmine , siyasi yönüyle hukuk devletine adalete ve ahlak ilmine uzanır. Ekonomik boyutuyla emek ve kapital dengesi kadar, politik boyutuyla da iktidar ve muhalefet uyumunu da içerir.
Ekonomi politiğin bu çok yanlı ve yönlülüğü, tam istihdamın şu üçüncü gereğini de ortaya koyar: sağlam bir siyaseti , sağlıklı bir ekonomiyi birlikte yapmak ülkede emniyet temin ve asayişin tesis edilmesine bağlıdır. Stabil olmamış bir ülkede ekonomi de verimli yürüyemez, politikada isabetli yapılamaz. Kamu güvenliği ve düzeni sağlanmadan ne kapitalist ne sosyalist ne de başka bir sisteme de, üretim ve tüketim projeleri gerçekleştirilemez; eğitim ve yönetim programları uygulanamaz.
Bu yüzdendir ki kendi ülkelerinde kredi ve enflasyon , ajan ve terör istemeyen gelişmiş ülkeler, gelişmemiş ülkelerde bunların bol miktarda bulunmasından rahatsızlık duymazlar.
Geçmişte askeri veya diplomasi suretiyle gerçekleştirilen uluslar arası ilişkiler bugün bu iki sinsi silahla yapılmaktadır ki bilgi toplumu ve hukuk devletini bu iki mikroptan başka tahrip eden başka şer güç yoktur.
Tam istihdamın en önemli unsuru ve ilk şartı, düzenli ve kararlı, güvenilir bir huzur ortamın sağlanmasıdır. Ondan sonra tam istihdamın ekonomik cephesinde çalışmaların planlanması (yiyim/say/bilgi), siyasi cephesinde yardımlaşmanın kolaylaştırılması (yönelim/sermaye/hukuk) gelir.
Diğer taraftan, toplumlar geliştikte, nüfus arttıkça ve teknoloji ilerledikçe ucuza maliyet ve verim için üretimin toptan yapılması gerekir. Bu da büyük paraları ve yatırımları gerektirir. Güvenliğin sağlanması, çalışmaların düzenlenmesi ve yardımlaşmanın kolaylaştırılması koşuluna dördüncü olarak, sermaye birikimi sorunu eklenir. Ancak bu birikim yasal ve doğal olmalıdır. Buyuruluş ve yaratılışa uymalıdır. Aksi halde, mal mübadelesi işlevi yanında emek ve kapital kutuplarını birleştirmeye yarayan para, kavuşma hattını ayırmaya, ekonomik dengeyi bozmaya başlar
Bilgi toplumu ve hukuk devleti koşulları ile ekonomi dengeli, politika uyumlu ve istihdam kararlı hale getirilerek, ulusal kalkınma gerçekleştiğinde; toplumun bireyi korur ve bireyinde topluma katkı yapar hale getirilir.
Bu ideal durumda tam istihdam, sözlük anlamına tamamen uyar: Bütün ekonomik yapıların bilimsel ölçüler içinde bulunması; tüm politik işlevlerin hukuksal kurallar çerçevesinde yürümesi; iktisatlı işlevlerle nesnelerin işlemesi ve işletilmesi; adaletli ödevlerle kimselerin çalışması ve çalıştırılmasıdır. Örneğin dünya nüfusunun 60 bin katı yani 60 trilyon üyeyi içeren bedenimizde bu üye hücreler böyle çalıştırılmaktadır.
Şimdi bu kuramsal açıklamalardan sonra pratiğe ve güncele geçerek, şu tespitlerde bulunuyoruz:
İlk önce, emniyet ve asayiş, ekonomi politiğin olmazsa olmaz şartı olduğundan; kamu düzeni ve güvenliği, tam istihdamın birinci koşulu bulunduğundan, ulusal bazda huzura ve sükuna aykırı her eyleme, her türlü zorbalığa ve şiddete karşı olmak gerekmektedir. Sonra, kamu düzeni ve güvenliğinin elde edilmesi içinde; say ve sermaye dengesinin kurulmasına, iktidar muhalefet uyumunun sağlanmasına katkıda bulunmaktır. Bundan sonra da pozitif bilim ve pozitif hukukla, iktisat ve siyaseti bilimli ve sanatlı yaparak ideal olan bilim ve hukuka ulaşılacağına inanmak lazımdır.
Kuramsal olarak özgürlüğün ve kapitalin aşırılığında emek ve toplum tehlikeye düşer, eşitlik ideolojileri devreye girer, eşitlik aşırılığında ise seçkinlik ve birey tehlikeye düşer, özgürlük ideolojileri devreye girer ve böylece bu iki ilke birbirini denetler. Ancak bu doğal haller de, savaşlar ve dövüşler, çok zahmetli, acılı, açlıklı ve korkulu olur.
Önyargısız, bilimsel yaklaşıma bağlı “yasal özgürlük” ve çıkarsız, hukuksal duyarlığa dayanan “bireysel etkinlik”, insanın mikro ölçekte varacağı kişisel temel çözümlerdir. Önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zor, çıkarın çekimi yerçekiminden güçlü ise de, kimsel ve kişisel mikro ölçek sorunlarını çözdükce insanlığın, yeni savaş ve dövüşlere gerek kalmadan bilgi toplumu., hukuk devleti ve tam istihdam gibi nesnel ve toplumsal makro ölçek sorunlarını da çözeceğini umuyoruz.
SONUÇ
Yayıncılık sorunundan bilgi toplumu ve hukuk devletine geçen, bilim ve hukuk ile ideal ortak değerlerin elde edilebileceğini savunan bu bildirinin bir umudu vardır. Liberal, sosyal ve dindar demokrat, hangi görüşten olursa olsun, ekonomik çıkar ve politik bir gelecek beklemeyen bu ülkenin bilgili, erdemli, yurtsever ve çalışkan evlatları, illegal çatışma ve münferit çalışmayı bırakarak, sayılan yetkinliklerinin gereği olarak, kendilerini değil görüşlerini bir araya getirmek suretiyle, ulusal kalkınma konusunda tartışabilecekleri geniş bir platformda uzlaşmalarını beklemektedir.
Bu suretle batıya örnek ve doğuya önder, geçmişine bağlı ve geleceğe yönelik bir ÜLKEYE eğemen, birbiriyle uzlaşan ve dünya ile uyuşan bir ULUSU, yöneten “Demokratik” ve “Laik” bir “Bilim” Ve “Hukuk” DEVLETİ ortaya çıksın. Ta ki Sosyal devleti, liberal devleti ve dindar devleti isteyenler, birimizin ya da bir kısmımızın değil hepimizin ihtiyacı olan ekmek ve özgürlük, erdem ve mutluluk, sonsuzluk ve hoşnutluk için, karşılıklı sevgi ve saygı ile, doğrularını ve gerçeklerini, iyiliklerini ve güzelliklerini hem ülke içinde birleştirsinler hem dünya ile paylaşsınlar.
Bildiriyi bitirirken hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Mustafa BUĞUÇAM
Kültür Bakanlığı
Hukuk Müşaviri
16.12.1998





Diğer taraftan 10 yıldır face de kendim söyleyip kendim dinlediğim yazıların bir kısmı İNSANBİLİM yaptığım Mustafa Buğuçam sayfamda bulunur..
YÖNTEMBİLİM yaptığım Osmanziya Osmanziyaoğlu sayfam..
İSLAMBİLİM yaptığın Dinnur YAŞAR sayfam.. bulunuyor.
Buradaki savım genel ve yuvarlak olan KOMPLO TEORİLERİNE ait bir anlatım. Çünkü nasıl 2000 metreden sonra bitki örtüsü bulunmaması gibi yukarıdaki yönetim zirvesi hakkında halka açık bilgi ve belge bulunmaz.. ancak uzmanları erişebilir ve o da izin verildiği kadar.
Ancak bu kritik bilgilere de önemli değil.. bana göre DEĞERLİ olan uzun vadeli sosyo-kültürel tabandan çareler üretmektir.. Bu konuda şimdi bir tohum ekersiniz bunun semeresini elli yıl sonra toplarsınız.
Ekonomik-politik hedeflerinde beş yıla kadar ömrü bulunur.
Şu da var ki bu da küresel, bölgesel, yerel, ulusal çaplar içinde.. bizim ASIL çağrılarımız toplumsal değişimi başlatacak bireysel çözümlerdir.
Sitemde ve sayalarımda halka retorik ve aydını diyalektik yapan Günlük dilin Düz Yazısı (GDDY) Siyasi ve seksi konuları.. meraklı ve gizemli yazıları.. YBA reklamı için kullanir ve yayımlarım. Fakat asıl amacım çok yanlı ve yönlü insan, dil, din, hikmet, felsefe konularında YBA in hızlı anlam sürücüsü ve kolay anlatım aygıtı ile sorgulama ve araştırma yapılmasıni sağlayan yeni bir dil ortaya çikarmaktir.
Yontembilim.com sitemin forum kısmında bulunan Analatik Düzlemin görsel, mantıksal ve metodik kullanımına ilişkin tablolar ve düz yazılar bulunmaktadır. Tablolar yalindan karmaşiga dogru versiyon sirasiyla izlendiginde.. imgelendiginde.. irdelendiginde YBA kendi kendine öğrenilecektir.
Bizler diri öğrenme ve canlı düşünmeyi bırakın öğrenme ve düşünme konusunda kendimize zaman ayırma imkanı vermeyen sosyal medyalarda yaşıyoruz.. bu nedenle bilgilerimiz de yüzeysel ve bize sunulduğu kadar kalıyor.

Bilgi, saygı, sevgi ve sağlıcakla kalınız.
[ozo] 09.05.2022 Üçyol-İzmir






Düzenleyen osmanziya - 09-Mayıs-2022 Saat 23:42
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk