Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya
Mesaj icon Konu: gördüğünün yarısına ve duyduğunun hiç birine...(Kapalı Konu Kapalı Konu) Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2612

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

bullet Konu: gördüğünün yarısına ve duyduğunun hiç birine...
    Gönderim Zamanı: 02-Kasım-2012 Saat 13:19

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İNANMA

 

çünkü

Sandy kasırgası ardında onlarca can kaybı, milyonlarca dolarlık hasar bıraktı ve gitti.

Özellikle Facebook ve Twitter üzerinden hızla paylaşılan kasırga fotoğraflarından bazıları ise görenleri o derece hayrete düşürdü ki "bu gerçek mi?" sorusunu akıllara getirdi. İşte bu sorunun cevabını bulmak için bir çalışma yapan BBC.com, sahte fotoğrafları derledi. Okurlara da 5 maddede sahte fotoğrafları ayırt etmenin püf noktalarını gösterdi.

1. Hislerinize güvenin

2. Fotoğrafta ışığa dikkat edin

3.Şunlara bakın: İnsanlar ne yapıyor, gökyüzü ve fotoğraf kalitesi uyumlu mu?

4. Daha önce bu fotoğrafı gördünüz mü?

5. Eğer fotoğrafta köpek balığı varsa büyük ihtimalle fotomontajdır!

Sonuç olarak:

"Foto-montajlarla kandırılıyoruz çünkü inanmak istiyoruz."

 

İlginçtir insanın bilmesi için öğrenmesi ve buyurması için düşünmesi gerekir

fakat bunları yapmadan öğrenmeye ve buyurmaya kalkar.

 

Keza inanması için savı kanıtlayan belirtilerin bulunması gerekir fakat duyduğuna inanır ve gördüğüne kanar.

 

İşte sav ile kanıt, buyurma ile düşünce ve son olarak bilme ve öğrenme arasında BÜYÜK BİR BOŞLUK bulunmasına rağmen insan aradakini büyük bir maharetle yorumluyarak bilgilenmeden görüş sahibi olur.

 

Neden öğrenmeye, düşünmeye ve aramaya ihtiyaç duymuyoruz ?

 

Bunun yanıtı kolay olmamalı..

 

Beyefendi, sofrada sunulan hazır ziyafete konmak var insan niçin bunun arka planındaki mutfak ile uğraşsın ?

 

Küçük Prens yararlı bir yazılım paketini hazır kullanmak varken niçin pek çok zahmet gereken proglamlama dilini öğrenip kendi programını kendisi yapsın ?

 

Kendisine verilen bir hazır para ile Hanımefendi gidip elbisesini beğenip satın almak varken niçin para kazanma ya da elbise dikme için uğraşsın ?

 

İşbölümü denilen bir şey var değil mi ? Herkes her şeyi yapmaz. Herkes bir şeyi yapar ve bunu başkalarıyla paylaşır ve böyle herkesin her şey yapması gerekmez.

 

Buda tamam.

 

Fakat herkesin yapması gereken "bir" şeyden başka hepimizin yapması gereken başka "bir" şey daha olmalı…

 

Önce şuna dikkat ettiniz mi ?

 

"Herkes" ile "Hepimiz" arasında bir fark olmalı.

 

Hepimizin yapması gereken bir şeylerin başında DİKKAT denilen atı “dik” durmamak ya da “kat”ı elinde tutma çabasına katlanmak gelmektedir.

Dik-kat, yokuşu çıkmak kazar yorucu bir iştir.

Tamam "dikkat" denilen şey öyle dik bırakıldığı gibi kalmaz.. hemen devrilir, kırılır, dağılır, dalgalanır. Psikoloji ilminin ilk verilerinden biri "dikkat dalgalanmasıdır".

 

 

Şu meşhur KADIN resmini bilirsiniz.. kadın bir genç görünür bir yaşlı görünür.. kadınların biricik derdinin gençlik ve yaşlılık olduğunu bilen birisi bu resmi yapıvermiş dikkate, dikkat çekilsin diye.

Eğer erkekler için bir resim istenilseyedi acaba siz dikkati hangi uçlar arasında dalgalandırırsınız?

 

Bu tür resimlerin ana mantalitesi şudur.. dikkat denilen görüş bir obje bir fon arasında gidip gelecek. Dikkat dalgalanması resim örneğinde erkekler için gösteren Freud'un meşhur resmidir. Ressam öyle yapmış bir bakıyorsunuz Freud'un masum yüzü görünür bir bakıyorsunuz o yüz çıplak kadın SURETİNE gelivermiş.. Oysa Freud öyle mazbut öyle mazbut bir adammış ki beyninde seksten baka bir şey olmayan bilim adamı olmasına hayret edersiniz. Yani bu da dikkatinizi dalgalandırıyor değil mi ?

 

 

İnsanın dikkatini yönelttiği nesneden dağıtan konular ya da insanın dikkatini çektiği nesneden ayıran heyecanlandıran konular vardır: Duygular.. bunların başında siyaset.  Duyumlar..  bunların başında seks. Başkaca çekici istekler ve  dürtüler ile  ve diğer çelici dilekler ve güdüler. Meşru ya da gayri olsun ya da olmasın  bunlardan  başka başkalarına ilişkin bilgiler, düşünceler ve ilişkiler. ve başka dışından ve içinden  seslenmeler.

 

Hem bütün ömrümde şunu öğrendim ki insan iki şey bilir onu da karıştırır.

 

İnsan bir anda bütün bu iç ve dış sesleri ve seslenmeleri  koordine ve kontrol edip karşılık vermesi başlı başına bir mu'cizedir. Fakat o bunun farkında değil. Yani iç ve dış seslerin ve seslenmelerin karmaşasına rağmen kararlı insan bütün bu dağınıklığa bir son verir ve seçtiği bir hedef, öncelediği  bir konu ve beğendiği bir nesne üzerinde yoğunlaşır.. yani dikkatini TEKSİF eder.

 

Ne demek kesafet ?

Kesafet, bir türlü bir kesrettir.

Bu kesret ayrı bir sıklettir.

Bu sıklet değişik bir şiddettir.

Hadi birini daha  söyliyeyim dörtlü hatta beşli olsun:TEKRİR

 

KESAFET kavramanın benzerleri

tekrir, kesret, siklet, şiddet...

 

Kesafet kim’in tekriridir,

kesafet ne’yin kesretidir,

kesafet hangi nesnenin sıkletidir,

ve kesafet hangi kimsenin şiddetidir ?

 

Eğer bu soruların yanıtlarını bulursak insanı da bulabiliriz, diye düşünüyorum.

 

Hay Allah.. unutuverdim bak.. sizlerin çoğunluğu bu OSMANLICA ve ARAPÇA kelimeleri bilmez ve hatta sevmez.. bu atalarına düşman ve dininize yabancı olduğunuzdan değil günlük dilin HAZIR kolaylığına ALIŞIK olduğunuzdandır. Şimdi işiniz yokta gücünüze giden sözlüğe bakma eylemini  mi yapacaksınız bu adların anlamına  bakacaksınız. Sözlük bilgisayarınızda hazır durduğu halde onu kullanmaya bile üşeniyorsak bunun vebali elbette bizim değil.. bize hazıra alıştıranların.

 

Bakın bu konuyu bile sevidiniz size, içerikli malumat ve HAZIR BİLGİLER vermeye yani sıralı ve birbiriyle bağlantılı anlatımlarla bir konuyu bilmeyenlere bile öğretmeye dönük anlatım kullanmaya çalışıyorum. Bunu bir tür başa kakma kabul etmeyin.. çünkü kendim de dahil olmak üzere  geçerli olan bir gerçek var:

 

"Gücümüz alışkanlıklarımız ve seçimimiz de güvenimiz kadardır."

 

Ancak alışkanlıkları gagalamak ve güveni kakalamak zorluğuna katlanmazsak bir adım ileri gidemediğimiz gibi her gün bir adım geri gideriz. İlerlemek için tek şart: Yararlı değişimin kapısını aralamak ve kişisel gelişimin yapısına girmek ve geleceğimizin tapusunu almaktır.

 

Ey millet.. işimi gücümü bırakıp size yazı yazıyorsam.. bunu gücümden dolayı yapmıyorum YAZMA alışkanlığımdan yapıyorum.

 

Şayet sizde bu yazıları okuyup tek satır bir eleştiri ya da soru yazamıyorsanız.. bunu istemediğinizden değil OKUMA alışkanlığından yapmamıyorsunuzdur.

 

Nazikçe gerekçenizde hazır.. benim yazma kapasitem yok ya da ne yazdığını anlamıyorum..

Oysa bu doğru değil size bir hakaret yazılsaydı yazma kapasiteniniz yirmi kat artacaktı. Günlük işinizi ilgilendiren ve para kazandıran bir konu olsaydı anlayışınız on kat çoğalacaktı…

 

Çünkü bunlar öncelik isteyen, önem verilen ve dikkat gerektiren konulardır. Dikkati anlatacaktım.. heyecanı anlatacaktım.. hadsi anlatacaktım.. aksi anlatacaktım ve böylece size saygıdeğer CİDDİYET hazretlerini tanıtacaktım.. amma şimdi tatlı baklava getirdiler.. dikkatimi dağıttılar. Tatlı her zaman dikkatimi dağıtmıştır. Çünkü çoğu kimse gibi tatlıyı severim.. zaten bu yüzden tatlı demişler.. ekşi ya da tuzlu ya da acı dememişler.. gerçekten böyle mi ?

 

Eğer tatlı bir nesne verip buna acı deselerdi ve bunu sürekli tekrar etseler ve ne zaman tatlı verip bu tatlı demeyi yineleselerdi ve bu iş sürdürselerdi yani bizi koşullandırsalardı yani bize alıştırsalardı yani bize öğretselerdi.. bir süre sonra o tatlı nesneye acı demeye başlardık.

 

Bu olgu bize şunu fark ettirdi ki  gösterge-lenen bir değişken ile bu değişkenin değeri arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Tatlı nesneye acı adının verilmesi onu acı yapmaz. Bunun içindir ki

 

 "İsimlerin değişmesiyle gerçekler değişmez."

 

denilmiş.

 

Demek ki bir adlar ve bir de gerçekler var

ve dikkat bu ikisi arasında dalgalanır.

 

Koşullanmalar ve alıştırmalar ilerledikçe bu dalgalanma biter ve gidip gelme sona erer o sözcüğün adını ve anlamını öğreniriz. Bu sözcük olur, bilgi olur, belge olur, iş olur, işlem olur, eylem olur, beceri olur, görüş olur, tutum olur ve sonunda meslek olur. Hasılı  öğrenmelerimiz çok çeşitlidir. Amma özü birdir: KOŞULLANMA

 

İnsan zihnini BEŞYÜZ KATLI bir pramit gibi düşünün.. ve bunu canlandırabilmek için pramidin atası olan ÜÇGEN'in gözünüzün önüne getirin. Somutlaştırmak isterseniz dağ’ı düşünün. İşte bu DİL dağın zirvesinden İRADE tek başına yalnız oturur. Onun altındaki küçük bir kat mı diyim yoksam ikiyüz ya da üçyüz elli bir kat mı diyim KARAR veremedim İLİM denilen öğrenme YERLEŞİR. En alt katlarda dahi REFLEKSLER oturur. Böylece üç parçalı bir yapı elde ederiz.  Şimdi bu bölümlere çeşitli adlar verebilirsiniz. Geçmişte bu çeşitliliğe nebati ruh, hayvani ve insanı ruh diyorlardı. Şimdi ise üst beyin ve alt beyin diyorlar

 

Neo-korteks denilen ÜST beyin öğrenilen  yani koşullanılan ve alışılan bölgeyi ifade ediyor. Limbik sistem yani kedi-köpek beyni ve birde repıtual Kompleks yani  sürüngen beyni dedikleri kısımda ALT beni ibare ediyor. Bu üç takımın 30 bin yılda evrildiğini ileri sürüyorlar. Böylece insanı hayvana deviriyorlar. 

 

Şimdi beşeri deneyimle (koşullanma) elde edilen  üst beyne İLİM adını verdim, kalıtım ile gelen alt beyne de REFLEKS dedim. İRADE’yi bunların kralı yaptım. Elbette bu şablonlama çok genel bir balonlamadır. Bu anlatımın gerçeğini bu günün beyincileri bile bilmiyor ki ben bileyim. Sadece meramım anlatmak için eski ve yeni KURAMLARI kullanmaya çalışıyorum o kadar. Yoksa özel bir kuramım ve geliştirilmiş bir modelim yok. Kesinleştirilmiş bir gerçeğim hiç yok. Modellemede yöntembilimsel analizi kullanıyorum o kadar.  Anlatımım da ortaya bir kuram koymuş ise  bundan dahi haberim yoktur. Anlattıklarım yerleşmiş beş altı psikoloji kuramlarının bir kaçına ilişkin yaklaşımlar içerebilir. Ancak her aydının bunlardan birine yaslanan yönelimi olması ve bunu araştırıp değiştirerek geliştirmesi önerilir.

 

Şimdi eksiden değil eskiden insanlar beyin yanında bir da KALB denilen bilgi cihazı tanırlardı.. Dur dur.. bu eski değil eksi bir kuram ve pozitif bilime karşın alternatif bir model de olabilir, her ne ise. Şimdi insan yaşantı ve davranışlarını sinir sistemi ile dolaşım sistemi arasında yer alan horonlara  (hor-man, hor-an ve har-man arasında hor-man’ı seçtim.. HORMON’u devre dışı bıraktım.. çünkü bu kuramlar man’ı hor görüp har’a götürüyorlar) ve moranlara bağlıyor ve bu İNSAN HARMANI’nı açıklamaya çalışıyorlar ve açıklamak için BASİTLEŞTİRMEYE çalışıyorlar ve bu izahtaki bu irca ile  ormanda yolunu yitirip ayvayı yemiş oluyorlar. Çünkü leyleğin ayağını ve gagasını kesip kuşa benzetmeye çalışmak gibi insanı bileşenlerinden İBARET görmek yanlışına düşüyorlar.

 

Şimdi bu ironi ile BİLİM yani fünun-i müsbete denilen konuları, alanları, yöntemleri kontrol, koordine ve disipline edilen ve temel vasıtası MATEMATİK ile ana vesilesi REVİZYON olan bir BİLGİ KATMANINA itirazım yok. Bilim de bizim için dil ve mantık gibi ve hatta din gibi  "güvenilir" bir referanstır. İtirazımız.. günlük bilgi ve bilimsel dil üstündeki katlar ve alanlar olan hikmet, felsefe ve din konularında da kendilerini konuşmaya TEK etkili otorite ve PEK  yetkili  referans görmeye çalışanlarınadır. Bir alanı iyi bilip her alanı biliyormuş gibi konuşmanın hafifine ukelalık ve ağırına şarlatanlık denilir. Eğer  yöntembilimsel alanda gerçeği görme değil de gerçeği kurma meslesinin büyüsüne kapılarak farkında olmadan bunu yapıyorsam ya da öyle algılanıyorsam özür dilerim. Elimden geldiği kadar düşüncelerimi inançlara dönüştürmemeye uğraşıyor ve fikrim sabit hale getirmemeye çalışıyorum. Fakat kolay değil. Bu yüzden bizler bu yazının başlığında uyarıya her zaman muhtaçtız.

 

GÖRDÜĞÜNÜZÜN yarısına VE DUYDUĞUNUZUN hiç birine  İNANMAYINIZ.

 

Ne anlatmaya çalışıyorum.. fakat dikkatim dağıldığından konuyu toparlayamıyorum.. konumu unutmuş değilim ancak konunun dallanıp budaklanması yanında yapmadığım ya da yapamadığım işlerin beni gıdıklaması karşısında sözün kontrolünü yitiriyorum.

 

Kontrol.. koordine.. disipline.. revize.. Yani bu yabancı sözcükleri bir de osmanlıca söyleyelim: Murakebe, tanzim, zabturabt, tashih.. bunların türkçesi yok mu ?  var da kıran mı ?

 

Denetleme.. eşgüdüm.. disipline.. gözdengeçirme.

 

Disipline diş geçirip zabt u rabt edemedim.

 

Terbiye desem eğitim izin vermez. Ciddiyete disipilin desem dilimden başka dilde dillendiririm.

 

Bütün bu, kontrol, koordine ve revize, işlerin temelinde CİDDİYET denilen disiplinin yer aldığını düşünüyorum. Şaka bir yana, latifeniz hoş olsun fakat şakanın tadını kaçırır ve latifenin dozunu aşarsanız ciddiyetin tokatını yersiniz. Ana baba olmazsa zaman, zaman olmazsa namaz, namaz olmazsa har ü nar bir güzel disipline ve terbiye eder dünyada noksan kalan eğitimimiz orada tamamlanır.

 

İşte cedd yani bu sıfat yani bu tecdid önemli bir terim ve ehemmiyetli bir kavram.

 

Mesela müslüman bunu sübhaneke'de okur.

Allahü Ekber deyip namaza girer ve "sübhaneKvebihamdiK" dedikten sonra "ve tebarekesmüKveteâlaceddüK" söyler.

 

Burada tekbir, tahmid ve tesbih ile  şuunat takdis  edildikten sonra kudsi olan esma-i hüsna tebrik ediliyor bundan sonra da sıfatı yani CEDD’i teali ediliyor. Bundan sonra da eğer diri isen O’nun Zat’ından gayrısı olmadığını buluyorsun. Şayet ölü isen ”ve celle senaük” ile başkaları O’nun övgüsünün yüceliğini yaşıyorlar. Bütün bunları görmek için sübhaneke ile açılan kapıdan namazın içine girmelisin. Bu tahlilleri  ben söylemiyorum “sübhaneke” söylüyor. Namaz sonundaki  tecdid-i biat ile de yeni bir ciddiyet ve  yeni bir disiplin ile yenileniyoruz.

 

Nizam-ı cedid isminide tarihten biliyorsunuzdur.

Ancak bu tecdid her kemal noktasının eninde sonunda zevale eğilimli gerçeğini değiştirememiş ve Osmanlı zeval bulmuştur. Bu Atamızın zavallılığından değil zamanın zeval kanunun kavi olmasındandır.

 

İmamı Azam, İmamı Rabbani gibi bin yılda gelen müceddidler gibi her yüzyılda gelen müceddidler yani dine yeni bir şey katmadan ve dinden bir şey almadan dini YENİLEYENLERİ duymuşsunuzdur. Bu muhterem kişiler, dinden alınmışları yeniden dine katan ve dine yeni katılmışları dinden atanlar ve böyle tecdid-i din yapanlardır. Ne oldu.. atmaları ve katmalar ile atılmışları ve katılmışları karıştırdık değil mi ?

 

İnsan iki şey bilir ve bunu da karıştırır. Çünkü dikkati dağılır.

İşte kökenimizden ve atalarımızdan gelen bir YENİLEME  ve tecdid özelliğimiz ya gerilir dikkat olur ya da gevşer heyecan olur. Dikkat ve heyecan arasındaki DALGALANMA'nın müsebibi ciddiyettir. Ciddiyeti devamlı ciddi tutamamamızın nedeni ciddi bir adam olmadığımızdan değil fıtratan bulunan DONUP KALMAMA ve yaradılıştan gereken DURUP KALMAMA özelliğimizdir. Şimdi bu konumu yöntembilimsel analizle göstereyim:

 

 

Y ----------------dikkat

 

CİDDİYET

 

heyecan ----------------X

 

Bu anlatım şu demektir, dikkatin gerilmesi ile heyecanın gevşemesi arasında cereyan eden olay ciddiyettir. Ciddiyet gevşekse heyecan fazındadır, ciddiyet gerilmişse dikkat fazındadır. Ciddiyettin gerilme modu ruh ve dilek tarafından, ciddiyetin gevşeme modu kalb ve duygu tarafında duruyor. Şimdi şemada  ayrıca X ve Y bilinmezleri var:

 

Bunlarda HADS ve AKS gevşemesi ve gerilmesidir. Hads ne demektir.. başı “ha” ve sonu “sin” ile yazılan bu terim türkçe sözlüğü alınmamış ve Abdullah Yeğin'in Osmanlıca YENİ lügatında; "Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hasıl olan ilim" olarak tanımlanmış ve diğer adının sür'at-ı intikal olarak belirtmiş ve bu terimi hadd’leri tecrid eden ZEKA kavramının ve usun “billik” aygıtının, diğeri bellektir,  bir nüansı olarak görürüm. Yani hayalgücü irade bir gayretle ve genellikle çağırışım ile, biz bu işi daha güvenilir ve fakat  “sür’atli” değil sükûnetli ve yavaş bir şekilde yöntembilimsel analizle yapıyoruz,  kavramlar arasında bağ yapar ve bir hadd kurar ki bu işe hads denilir.

 

İşte burada akıl, acaba dikkat gibi geriliyor mu yoksa heyecan gibi gevşiyor mu ? Biz gevşediğini düşünüyoruz. AKS halinde ise geriliyor. Dediğimiz aksi varid olabilir. Bu iş, bilgisayar kullanırken arayüzde  nesneyi seçip etkinleştirme sonra enter tuşuna basma gibidir. Burada psik ve fizik iki ayrı işlem var; biri önce seçme ve etkinleştirme hazırlığı diğeri sonra enter tuşuna basma empulsunu yaparak işlemi gerçekleştirmektir. İlki gevşeme ikincisi  ise gerilme işlemidir. Ancak dikkatim dalgalanıyor ve bunun aksini de düşünebiliyorum ve yargılamam kuşkuya düşüyorve  yargım da kesin olamıyorum.

 

O zaman ciddiyet şemasını tamamlayalım:

 

Aks ----------------- dikkat

 

CİDDİYET

 

heyecan --------------hads

 

Ciddiyet, insanbilim kuramımda cedi gömleğine tekabul eder.. insanın yokluk vucuduna giydiği gömleklerin ilki kedi gömleği, ikincisi bu cedi kamısı üçüncüsü ise redi gömleğidir. Yukarıda dikkati RUH tarafına,  heyecanı KALB tarafına yerleştirdiğimizi söylemiştim. Burada hads'i AKIL tarafına ve aks'i  dahi NEFİS tarafına oturttuk. Bu demektir ki HADS akli ve psik bir işlem, aks etme yani refleks ise bedeni ve nefsi bir işlemidir.

 

Ciddiyet işimize rengini veren bu dörtlünün disiplinli eylemidir. Bu disiplin sayesinde ARZU ve TALEP etmemiz yani dileğimiz kapasitesi ortaya çıkar  ve isteğimizin kalitesi belli olur. Öylesine bir temenni olan arz ve ya da üstünkörü bir talep olduğu gibi bütün kastiyle yönelen dilek ve tüm azmiyle ciddi bir surette olan istekler dahi vardır. Bu şu demektir,  insan isterse ciddi olur isterse olmaz. Eğer ciddiyetini takınırsa bununda bir kesreti ve şiddeti, kesafeti ve tekriri vardır.

 

Evet gayemizin bir tarafında ciddiyet var.. bu yazının da bir gayesi vardı.. ve gayesine doğru GERİLMİŞTİ.. ama gerildikçe yoruldu ve gevşemeye hazırlanıyor ve belkide dinlenmeye çekilecek yeniden gerilmek için... sözün kısası size ciddiyeti anlatırken gerildim ve bu yüzden de  yoruldum ve bu yüzden gevşediğimden dolayı yazıdan el çekip dinlenmeye koyuldum. kumanız, Sormanız, eleştirmeniz ve yazmanız için sustum. Başka bir zamanda  buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın.

 

Şimdi tüm söylediklerimizi levhada toparlayalım:

 

aks ----- ARZU ----- dikkat

 

gerilme --- CİDDİYET --- geşeme

 

heyecan ----- TALEP ----- hads

 

 

Osmanziya

 

NOT: bu yazının dizini olan CIDDIYET dosyası içindeki tablolarda daha geniş bir anlatım bulacaksınız.

 

 uploads/20121104_105328_CIDDIYET.rar

 

Sentaks / sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE

semantik / anlambilimsel / MAANΠ yetersizliklerim

için düz yazıdan özür dilerim

 

 

http://sites.google.com/site/yontembilim/

http://sites.google.com/site/insanilim

 

http://groups.yahoo.com/group/BAKARA/

http://groups.yahoo.com/group/oku-ikra/

http://groups.yahoo.com/group/yontem-bilim/

http://groups.yahoo.com/group/insanbilim/

www.yontembilim.com

www.insan-bilim.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Düzenleyen osmanziya - 04-Kasım-2012 Saat 11:02
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk