Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya  
Mesaj icon Konu: L o G o S Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3643

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: L o G o S
    Gönderim Zamanı: Dün Saat 23:53
azarları sevmem.. çünkü AÇIK ve SEÇİK sehil yani ANLAŞILIR yazarak okuyucuların sonuçta halkın DÜŞÜNMESİNİ engellerler.. çünkü HAZIR'a alıştırırlar. Bilgi vereceğiz diye halka belli yönde düşünmesini de sağlayıp cılkı çıkmış sağcılık ve culku çıkmak solculuk zihniyeti kazandırırlar. Mehmet Akif ve Tevfik Fikretten Necip Fazıla ve Nazım hikmete giden çizginin bu gün bize kazandırdığının ne olduğunu söyleyebilir misiniz.. madımak yangınından bağlar başı katliamını kadar yaşanan acılara ve kırk yıldır ölen kırk binden seksen bine kadar türk ve kürt vatan evladından bu arada geçmişteki irak ve iran savaşında ölen iki milyon islam insanını kadar ortaya çıkan düşmanlıkların kaynağı insanları AYDINLATAN yazarlardır. Bu istatistik nicel sayıları.. determine nitel sözelleri de eklersek elbette DÜŞÜNMEK "azab" verecektir. Bu durum tam da yazarların işlevin cuk oturacaktır. Düşündürmemek suretiyle insanların ölümlere duyarsız kalmasıdır. Düşündürmenin başka bir koşulu inandırmaktır. İnanan adamlar başkasını düşünmezler.. başkasını düşünseler bile bunu yine kendilerini kurtarmak için yaparlar. Buna karşın düşünen adamlar da kendilerini düşünmezler.. hep başkalarının işine yarayacak keşif ve icad ve çözüm ortaya çıkarırlar. Bu ortaya çıkarılanları da girişimciler ve zenginler ve yönetenler kullanarak insanları daha kolay ve rahat güderler. Bu yüzden de dil ve din ile emek ve özgürlük gibi ortak insani değerleri partilerine paravana ve ideolojilerini paratoner ederler. Öyle ise bize orta yolda olan insan gerekiyor.. hem kendini kurtaran İNANMA inananlar hem başkalarını yararlı olan DÜŞÜNME.. bu yol tutulmadı SAĞDAKİ inanan adam düşünmüyor ve SOLDAKİ düşünen adam inanmıyor.. bu yüzden birbirlerini HASIM oluyorlar.. üstelik solun başına DİNİZLERİ ve sağın başına hırsızları getirdin mi bunlar birbirine daha çok DÜŞMAN oluyorlar. Şimdi bu tezgahı anlamışsanız.. barış zamanında insanın en yakın YARDIMCISI olan toplum savaş zamanında niçin bu kadar hasılatı olan ÖLÜM MAKİNE olduğunu da anlarsınız.. şeklinde SALLADIM.. sağlaması size kalmış.. saygılarımla. Dinnur YAŞAR 05.01.2025 üçkuyular izmir 23:14



Maşaallah.. çok guzel olmuş.. teslimden sonra tevekkul yuksek bir mertebe.. tevekkulden sonra tevfiz.. de oyle..
iman ve teslim ve tevekkul ve tevfiz
ilim ve amel ve emel ve ihlas sigortasi ve garantisidir.. bak şu gavurlara.. bize iki kelime ile insanlıģi oğretiyorlar.. insana.. kocasina.. karisina inanmayan.. bağlanmayan.. guvenmeyen ve işini ona birakmayan TANRI'ya boylesine bir tapmayi becerebilir mi ve ona kulluk yapmayi başarabilir mi osmanziya




Gunluk Dilin Duz Yazısı yani GDDY ile Halkin Anlayacagi yani HA guzel şeyler yaptilar.. guzel san'atlar inşa ettiler.. muzik.. meşk ettiler.. audio nota yaptılar.. resmettiler.. video filmler yaptılar.. nesir ve nazim hikaye ve efsane tarih ve edebiyatla SAN'ATI heykel ve tiyatrodan sinema ve metaverse çikardilar.

Amma hep HA GDDY ile.. anlamin surucusunu ANLATMAYI ve anlatimin aygitini ANLAMAYI hiç merak etmediler.

Ben ilkine INSAN ve ESMA.. ikincisine KAINAT ve HUSNA dedim...

Brnlikleri benligime takildi goremediler.. inkar ettikleri KAFA yalandi.. ilim ettikleri BAŞ dolandi.. çunku dil sepetiyle bakiyor.. düş corabiyla goruyorlardı...

osmanziya 06.01.2025





NURCULUK İLE BURUK BİR HESAPLAŞMA


"Nurcular, Risale-i Nur külliyatının tüm sorulara cevap içeren otoriter bir metin olarak görmeleri ve diğer düşünce akımlarına karşı mesafeli durmaları sebebiyle evrensel tartışmaları yakinen takip edememişlerdir. Bu hareketin bünyesinde üretme değil, tüketme; yenileme değil, muhafaza etme refleksi hakimdir. Hareket Türk sağıyla ilişki bağlamında milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakar bir çizgiye kayması, entelektüel zayıflığın en önemli nedeni. Risale-i Nur Külliyatının arka planını teşkil eden düşünce katmanlarının ihmal edilmesi ve günümüzdeki fikri tartışmaların dışında kalınması. Nurcular, bir “açık-metin” olan risaleleri, “kapalı-metin”e dönüştürmekle kalmamışlar, Said Nursi’ye ve Risale-i Nur Külliyatına yarı kutsal bir statü atfederek eleştirel okuma ve tartışmayı da önlemişlerdir…”
Çok sonraları okuyacağım bu satırlar, kabul edilmesi zor da olsa, acı da olsa, biraz insafsız, biraz da dışarıdan yapılmış bir okuma da olsa itiraf etmeli ki en azından bir kısmı itibariyle gerçeğin bizatihi kendisiydi. Ve sadece bizim değil, birçok kurumsal cemaatin mâkus talihiydi bu.
Baksanıza risaleden ilham alınarak kaleme alınan eserlere? Hekimoğlu İsmail, Yavuz Bahadıroğlu, Halit Ertuğrul, Şule Yüksel… Bunların kaleme aldığı şeylere dikkatle baktığımda risaleleri yarı ezber bilen ve bütün hayatını o camia içinde geçirmiş biri olarak soğuk ve sathi, bir kalınlık, vaaz gibi sanatla ilgisi olmayan bir tutum görmüşümdür. Bence risaleleri en iyi anlayanlar, Mustafa Kılıç hoca ve onun gibilerdi.
Kaldığım odanın arkasında Milet Hanı’na bitişik Urfa’nın en eski bir meyhanesi vardı. Özellikle yaz geceleri, açık havada oturdukları için müzik sesi çok net olarak işitiliyordu. Odamın yarı kırık penceresinden hem içenlerin kederli halini seyreder hem de çalınan müziğin hüzünlü ritmine kaptırırdım kendimi. Müzikten pek anlamazdım o zamanlar ama kaçak olarak dinliyor ve hoşlanıyordum. Minik Serçe Sezen Aksu, Muazzez Abacı, Zeki Müren…
Her yılın Ramazan ayının 26. gecesi Bediüzzaman mevlidi yapılırdı. Bu mevlit için Türkiye’nin her yerinden binlerce misafir gelir, bunların çoğunu camide ağırlardık. Binlerce lahmacun yapılır, caminin içine, avluya, damlara uzunca sofralar serilir, misafirleri memnun etmek için eksiksiz olarak ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışırdık. Burada ben çoğunlukla sofra serici ve yemek dağıtıcısıydım. Çok canlı ve insanı etkileyen bir havası vardı bu mevlitlerin. Bazen yemek sonrası arta kalan bulaşıkları birkaç arkadaşla birlikte sabahlara kadar yıkardık. Binlerce kaşık, sürahi, tepsi, bardak… Bütün o mübarek cemaatin sevabının alırdık. Amel defterimiz bir gecede binlerce hasenat ile kabarırdı.
Ama içim yine de rahat değildi. Tam olarak içime sinmeyen bazı şeyler miydi, yoksa benim o karanlık ve ümitsiz mizacımdan mı kaynaklanıyordu? Bilmiyorum. Teravihler de öyle. Hayatım boyunca düzenli olarak birinci günden son güne kadar hiçbir zaman eksiksiz kılamadım. Bazen birkaç gün gerçek manada huşu içinde kılar ama devamını getiremezdim. Gerçi benim her işim öyleydi. Çabuk usanmak, bıkmak, devam edememek… Bu yüzden hiçbir zaman bir meslek edinemedim, kitap okumak dışında, ustalıkla yapabileceğim bir becerim, bir marifetim olmadı. Aynı anda her şeye el atıyor ve fakat her şeyi terk ediyordum. Bembeyaz ve berrak dünyam giderek siyahlaşıyor, kirleniyordu. Risaleyle birlikte dünya klasikleri arz-ı endam etmişti: Dostoyevski, Balzac, Tolstoy, Viktor Hugo, Turgenyev, Gogol, Anatol Frank… Bunlar beyaz sayfanın üzerindeki siyah noktalardı ve zamanla çoğalıyordu. Dünyevi ile uhrevi arasındaki açı gittikçe açılıyordu.
İnancın ve teslimiyetin huzurundan aklın ve sorgulamanın huzursuzluğuna geçmeye korkuyordum. Bütün kayıtlardan azade, serbest, serazat ve sıyrılmış bir akıl ile düşünmeye yanaşamıyordum. İnançlarımı ve bu yaşam tarzımı, düşünce süzgecinden geçirmek, akıl, sağduyu ve muhakeme terazisine vurmak, onların üstündeki peçeyi sıyırmak ve çoğu zaman safların, yoksulların ve ezilmişlerin gözyaşı ile beslenen yalancı bir mutluluğa benzeyen bu yaşantılarımıza lanet olsun demek ve bu ölçüye uymayan bütün yönlerini hiç düşünmeden atmak… Olması gereken buydu belki.
Ama olmuyordu işte! Leziz olan bir mazi vardı, yaşantılar vardı, yaşanmışlıklar vardı, hatıralar vardı, o hatıraların kutsi tadı vardı, tüketen sohbet meclisleri vardı, aziz üstadımız vardı, bir davamız vardı, kutsallarımız vardı, kırmızı kaplı risalelerimiz vardı, kırmızı renkli açık çayımız vardı, güzelim Urfa vardı, camileri, ara sokakları, mezarlıkları, cumbalı evleri, ramazanları, teravihleri vardı…
Her an helak olabileceğim ihtimali veya vehmi korkutuyordu yüreğimi. Başkaldırmanın o dayanılmaz cazibesine kapılmamak, kapılarımı ardına kadar ölümcül bir melale, bir melankoliye açmamak için kendimi zor tutuyor, bütün önyargılarımı imdada çağırıyordum. İçimde dinmeyen bir susuzluk, bir arayış, bir tatminsizlik, bir açlık, bir öfke, bir isyan vardı. Ateşten sözlerim vardı, söylesem yakardım, sussam yanardım. Kaldığım odanın penceresinin kırık ve buğulu camlarına saklı nice söz, inilti, şikayet, serzeniş…
(Şahin DOĞAN, Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa, s.171-173)


bu yılın ikinci yazısı.. dinin hukuka ve dilin bilime intikal etmesine rağmen dilin esası iktisad ile hukukun temeli adaleti ticaret ve siyasetin gerçekleştirememesi elbette bize acılar ve göz yaşları.. ihanetler ve zulumlar ve haksızlıklar olarak geri dönecektir.. bunların GDDY ile ifadesi elbette sorunlardan yakınma olacaktır.. ancak birde SORUNSALLAR bulunuyor. Sorunların çözülmesinin bir hikmeti olduğu gibi sorunsalların çözümlenmemesinin de bir hakikatı bulunur. İşte bunlar artık HA GDDY ile sağlanamıyor vesselam.

Saygılarımla
osmanziya



Düzenleyen osmanziya - Bugün Saat 00:30
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk