Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

notredamın kamburu

Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
Kategori: İnsan Bilim
Forum Adı: İnsan Bilim
Forum Tanımlaması: İnsan Bilim Üzerine Paylaşımlarınız
URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=1577
Tarih: 22-Kasım-2024 Saat 17:10
Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com


Konu: notredamın kamburu
Mesajı Yazan: osmanziya
Konu: notredamın kamburu
Mesaj Tarihi: 14-Kasım-2020 Saat 08:02
not:

Yazdıklarıma eleştiri ve soru vermeyenlerin yazılarına bu iki hediyeyi vermiyorum.. sadece alıntı yapıp kopy past etmemişsiniz diye tebrik ediyorum.. buna rağmen yazımı okumak isteyenleri webime davet ediyorum.. ve dört beş aydır webine fotograf ve rar dosyayı yükleyemiyorum.. böyle düz yazılarla idare ediyorum..
OSMANZİYA




METROLAR VE DURAKLAR
Bu resmi HALKALI durağında çektim.. ancak durakta dün akşam seyrettiğim Notre-Dam Kamburu filminde izlediğim engelli kadar olmasa ona yakın bir insan gördüm.. kendimi onun yerine koymaya çalıştım.. insanın doğumdan önceki ve sonraki koşulları ne kadar kontrol edebilir ? Koşullar ile yasalar ile ortaya çıkan olanaklar ve olasılıklardan ibarettir.. ve bu gün artık yasaları formüle ettiğimiz iki tür denkleme sahibiz.. Birini Einstein'in determine düzenliliği ifade eden İZAFİYET'e ilişkin.. diğeri Plack'ın istatistik belirsizliği ifade eden KUANTUM'a ilişkin (e) enerji denklemi.. ve güç (e) kontrolsüz ile güç değildir.. peki gücümüzü işe dönüştürürken gürümüzü nasıl özgür bir istenç ile seçik kullanabileceğiz...

Güçlü.. gucune dayanarak başkalarini kendine benzetmeye çalışır.. Ibni Haldun un dedigi gibi mağlup milletler galip milletleri taklid ederler.. bilimin pradigmaları.. dinin dogmaları.. ne kadar uzun sursede yenileri yerlerini alirlar.. eskivtekniğin standatlari yeni patentlerle degistirilirler.. bir zaman çözum olan gelenekler.. çare getiren yeniliklerle değiştirilir.. senin için kalıcı olan.. değişime kattıgin düzeltme.. yürumeye kattiğin ilerletmedir.

OSMANZİYA

Rüzgarın Kardeşligi
Bizim Dunyamız

Bu isimler seyrettigim film KabloNette.. iki filmivust uste nadirdir.. hemde eşimle birlikte.. demek ki güzeller.
Bu yabanci slovskya ve japon filimleri olaganustu ve oldukça özgün bir sinema san'at idi.. Filimleri TEKNIK gucunu anlatmaya gerek yok.. çünkü artık uluslarası şirketler ve kuresel sinema sanayii var.
Şu var ve yok sözcüklerini fazla kullanmamaya çalışırim.. çunku tüm bilgilerimiz var sayma ve yok sanmadan ibarettir.. FARZ sözcugun sözluk anlami faraziye ve varsayim demektir.
Filmlerin teknigi ve kurgusu harika ve fakat oyunun sundugu öyküdeki mesaj.. yedi yildir seyrettigim filimlerin ortak mesajı.. iyi kadinlar ve kötü erkekler.. guzel anneler ve çirkin babalar.
Teknik ve endüstri uluslararası diye mesaj ve senaryo ve yönlendirme de kuresel olabilir mi ?
Aileyi konu edinen iki film aile sorunlarin gundeme getirirke konuyu INSAN olmaktan çikarip erkek ve kadina getirirse.. sola ya da sağa indirgerse.. kuresel ve ulusal çekişmesı çikarirsa.. haz ve ahlaki çatışması çıkarirsa ortada bir yana yönlendirme var demektir.
Yanlari yön haline getirmek insani iflah etmez.. beşeriyeti.. medeniyeti.. insaniyet ifsad.. iflas ve inkiraz eder.. dunya.. dil ve din yıkılır.
OSMANZİYA


KARTALLAR VE LEYLEKLER

Atakan YURTSEVEN
BUNU DUYDUNUZ MU.. ?
YIL 1934
BUYRUN DOSTLAR
LEYLEK VE KARTALLARIN SAVAŞI
1934 yılının yaz aylarında şaka gibi bir olay gerçekleşti… 18 Ağustos 1934 tarihinde The Times gazetesi İstanbul muhabirinin haberi ile yayımlanan bu efsane olay, Kara Harp Okulu derslerine de konu olmuştur. Merak etmeye başladıysanız hadi birlikte detaylara bakalım
Yer Aydın, Bursa ve Trakya Bölgesi…
Savaş öncesi kartallar dağlara ve ormanlara, leylekler ise şehirlere ve ovalara toplanmışlar. Yaklaşık 300 leylek ve 60 kartalın olduğu bilinen bu savaşta galip taraf, sayı üstünlüğü olan leylekler olmuş. İnsanlar leyleklerin tarafını tutup, yaralı leylekleri iyileştirmeye çalışmışlar. O dönemlerde bu olay hem fotoğraf çekilememe durumundan hem de hayvanlar arasındaki savaşın insanlar arasında olan savaşlardan daha az önemsenmesinden kaynaklı olarak basına çok yansıyamamış ama yaklaşık 2 ay süren bu kavga, şaşırtıcı derecede gözlem gerektiren bir olay.
Sözü geçen kuşların, savaş alanlarına doğru uçmak üzere, yavrularını yuvada kendi başlarına bırakmaları; savaşta yaralananların, kısa süreli bir iyileşmeden sonra, yine savaş alanlarına yetişmek üzere gösterdikleri acele tavırları; konunun boyutları yönünden, bilimsel olarak da üzerinde durulmaya değerdir. Leylekler olsun, kartallar olsun yavrularına düşkünlükleriyle bilinirler. Böyle olmasına karşın, onları, yani kendi başlarına yaşam gücü bulunmayan yavruları, yuvada bırakıp gitmeyi yalnızca, öteki türe karşı doğuştan bir düşmanlık içgüdüsü nedenine bağlamamak gerekir. Özellikle leyleklerin, belli yerlerde topladıkları yavrularının başına bakıcılar bırakmaları, gözlerinin birinin savaşta, ötekinin yavrularında olduğunun bir göstergesi sayılabilir. Bu olanağı bulamayanlar ise, geldikleri yakın ya da uzak yörelerde, henüz uçma yetenekleriyle kendi kendilerine beslenme güçleri oluşmamış yavrularını alın yazılarıyla başbaşa bırakmışlardır.
Her Şey 6 Kartalın Leylek Yuvasına Saldırmasıyla Başlıyor…
Olayın başında 6 kartal bir leylek yuvasına saldırarak anne ve baba leyleği öldürüp yavruları alıp götürmüş. Birkaç gün sonra aynı kötü niyetle başka bir yuvaya yönelmişler ama yuva boşmuş, yavrular önceden güvenli bir bölgeye taşınmış, anne baba leylekler uçuyormuş. O sırada, leylek ulusu harekete geçmiş leylekler memleketin dört bir yanından toplanmaya başlamışlar. Yeterli çoğunluğu sağlayan leylekler, genç leylekleri güçlü bir koruma duvarı altında tutarak kartalları bulmak üzere harekete geçmişler.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar… Halk, başı yukarıda bu savaşı izliyordu.Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu. İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı.Köylüler, yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı.Nineler, yaralı leyleklerin başında dua ediyorlardı. Hatta Kızılay’ı göreve çağıranlar bile oluyordu. Kimileri ağaçlara tırmanıyor, yuvalardaki yavru leyleklere yiyecek ulaştırıyordu. Zamanın Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşaya haber edip duruma müdahale edilmesi bile istenmiş.
Leyleklerle kartalların savaşı, taktik konularda da örnek olarak ele alınmıştır. O yıllarda Kara Harp Okulunda, havacılık dersinde bir öğretim üyesi, bu konuyu işlemiş, leyleklerin, savaşı yerleşim yerlerine yakın bölgelerde yapmayı istemelerine karşı, kartalların, dağlık bölgelere çekme istemelerini bir taktik örneği olarak göstermiştir.
Gazete Kupürleri
İlk duyduğumda bayağı şok olmuştum, gerçekten inanması güç, muazzam bir olay. 1930’lu yıllarda yaşamış akrabalarınız varsa mutlaka sorup detayları öğrenin. Hatta ilginç bir şey duyarsanız bizimle paylaşmayı da ihmal etmeyin Son olarak sizlere birkaç gazete yazısını da göstererek yazıma son veriyorum. Sevgiyle Kalın..
AYDIN: Üç gündür süren leylek ve kartallar savaşında bugün leylekler üstün duruma geldiğinden leylekler yuvalarına gelip yavruları ile meşgul olmuşlardır. Aldıkları yaralarla yuvalarına gelen leylekler, ölen yavruları yuvadan atmışlar sonra dönüp tekrar savaşa gitmişlerdir. Halk, yavru leylekleri gözetip kolluyor. Menderes yakınında çalışan ziraatçiler, 2000 kadar leyleğin takviye birlik olarak savaşa geldiğini bildirmişlerdir.
BURSA: Bu sabah şehrimizin üstünden 50 kadar kartal Ege istikametine doğru uçup gitmiştir. Bunların Aydın’daki savaşa gittikleri anlaşılmaktadır. Uzun süren çarpışmalar sonucu 12 ölü, 50 yaralı bedeline zafer leyleklerin olmuş. Kartalların 20 ölü verdiği kaydedilmiş.
Not:Biliyorum farklı geldi ama araştırırsanız göreceksiniz gazete küpürleri vs..
Atakan YURTSEVEN

Teşekkür ederim.. kuşlar ve hayvanların ayrı ayrı ümmetler olduğu belirtilmiş hadislerde.. canlıların türleri aynen BEŞER gibi savaşıyor demek ki.. ancak mücadele ve mücahede harb ve sulh genel bir yasa.. çoğalma ve beslenme programlarının gereği olarak gerçekleşiyor.. mukavemet ve sabır göstererek evrim ve gelişim temin ediliyor.. nitekim evrimler birikerek devrimleri.. dürülüşler birleşerek dirilişleri ortaya koyuyor.. bu meyanda beşeriyetin yapısından çıkan medeniyetin insaniyeti inşa etmesini gözlemek ibretle sonuçlar verir.. keşke yapabilsek.. körü körüne inanıp boşu boşuna savaşacağımıza daha akıllı savaşlar ve barışlar.. çareler ve çözümler çıkarsak. Dün akşam seyrettiğim RÜZGARIN KARDEŞLİĞİ filminde kartalın ibretli bir yaşamı filme konu edilmişti.. o filim için demiştim:

Bu isimler seyrettigim film KabloNette.. iki filmivust uste nadirdir.. hemde eşimle birlikte.. demek ki güzeller.

Bu yabanci slovskya ve japon filimleri olaganustu ve oldukça özgün bir sinema san'at idi.. Filimleri TEKNIK gucunu anlatmaya gerek yok.. çünkü artık uluslarası şirketler ve kuresel sinema sanayii var.

Şu var ve yok sözcüklerini fazla kullanmamaya çalışırim.. çunku tüm bilgilerimiz var sayma ve yok sanmadan ibarettir.. FARZ sözcugun sözluk anlami faraziye ve varsayim demektir.
Filmlerin teknigi ve kurgusu harika ve fakat oyunun sundugu öyküdeki mesaj.. yedi yildir seyrettigim filimlerin ortak mesajı.. iyi kadinlar ve kötü erkekler.. guzel anneler ve çirkin babalar.
Teknik ve endüstri uluslararası diye mesaj ve senaryo ve yönlendirme de kuresel olabilir mi ?
Aileyi konu edinen iki film aile sorunlarin gundeme getirirke konuyu INSAN olmaktan çikarip erkek ve kadina getirirse.. sola ya da sağa indirgerse.. kuresel ve ulusal çekişmesı çikarirsa.. haz ve ahlaki çatışması çıkarirsa ortada bir yana yönlendirme var demektir.
Yanlari yön haline getirmek insani iflah etmez.. beşeriyeti.. medeniyeti.. insaniyet ifsad.. iflas ve inkiraz eder.. dunya.. dil ve din yıkılır.”


Bu şu demektir: uygarlık içten içe gizli bir savaşın içinde AİLE ve İNSANI kurtarmak ya da yıkmak.. Dinnur yaşar



ALİ İMRANIN DÖRDÜNCÜ AYETİ

Yusuf DÜLGER

DİYANET’İN CUMA HUTBELERİ
Ön bilgi: Bu yazı bayağı uzun oldu, kısaltamadım. Zamanınız yetmez veya yorulursanız, istediğiniz yerde bırakırsınız.
Bildiğim kadarıyla Diyanet cuma hutbelerinde yıllardır; hep abdest, namaz, oruç, zekat, haç, umre, sadaka, cennet, cehennem, ahlak gibi konuları anlatıyor. Diyanet bu gibi konuları anlatmasın mı? Anlatsın. Çünkü bu konular Kuran’da yer alan, Müslümanların hayatına yön veren konulardır. Ancak burada akla şöyle bir soru geliyor:
Kuran sırf böylesi 30-40 konudan mı ibaret? Kuran’da Allah, bunlardan başka yüzlerce konudan söz eder; dünyadaki her olguya dikkatimizi çeker, inananları çok yönlü bilgilendirir. Öyleyse Diyanet bize Kuran’ı tümüyle öğretmiyor; bizi yarım, dar kafalı, dünya ile uyumsuz yetiştiriyor. Bugün Türkiye ve diğer İslam ülkeleri bilim, kültür, teknoloji, uygarlık, zenginlik gibi konularda diğer dünya uluslarından geriler. Bunun nedenlerinden biri, Diyanet ve diğer İslam ülkelerindeki din görevlilerinin Kuran’ı eksiksiz, güzel ve bütünüyle anlatamıyor olmalarıdır diye düşünüyorum.
15-16 yıl önce bir müftüyü makamında ziyaret etmiş, hep aynı konuları anlatıp duruyorsunuz. Bilgi veya bir araştırmanız var mı, Diyanet bugüne kadar hutbe ve vaazlarda Kuran ayetlerinin ne kadarını anlattı, diye sormuştum. Verdiği cevap: “Diyanet’in yaptığı bir araştırmaya göre şimdiye kadar Kuran’ın yüzde yirmi (20) kadarı vaaz ve hutbe konusu yapılmış” oldu.
15-16 yıldır vaaz ve hutbe konuları aşağı yukarı aynı. Diyanet sağlık konusunu önceki yıllarda da hutbe ve vaazlarda işlerdi ama Kovit-19 nedeniyle bir yıldır birkaç kez işledi. Şunu demek istiyorum: O müftünün söylediği doğru ise, bildiklerime dayanarak şunu iddia ediyorum: Diyanet bugüne kadar Kuran’ın 5’te birinin Diyaneti olmuş. Şöyle ki: Kuran 604 sayfa, 6.200 veya 6.600 küsur ayet. Diyanet’in hutbe ve vaazlarda anlattığı ayetleri saymaya kalksak (belki), bu sayı belki 150-200’ü geçmez. Bu 150-200 ayetin kapladığı alan da ancak 80-100 sayfa tutar.
Bir de şu var: Kuran, insanın hayatı ile ilgili konuların hepsine değinmez, girdiklerini de ayrıntılı anlatmaz. Kuran çokça genel kuralları bildirir. Mesela Kuran, meyve, ağaç, yeşillik gibi konulara değinir ama ağaç dikiminin zamanını, aşılama tekniklerini anlatmaz. Detayı biz öğrenip yapacağız, detay bizim görevimiz. Diyanet: “Bunlar beni ilgilendirmez” diyemez. Toplumun her işi herkesi ve her kamu kurumunu az çok, yerine göre ilgilendirir. Öyleyse Diyanet, bir kamu kurumu olarak, insanlarımızın daha bilgili ve daha mutlu olmaları için uğraşacak. Yani Diyanet’in bizi bilgilendirme alanı sırf dini olmayacak; Diyanet, tarladan sağlığa kadar her alanda millete öncülük edecek. Hz. Muhammed’in anlatımlarına bakarsak önümüze bu gerçek çıkar.
Hakkını yememek lazım; Diyanet hutbe ve vaazlarında sırf namaz oruç gibi ibadetleri anlatmıyor; zaman zaman sağlık, temizlik, hastalık, insanlar arası ilişkiler gibi birçok hususu konu ediniyor ama Diyanet dinin alanı dışındaki konularda doyurucu değil; verdiği bilgiler yetersiz. Bir örnekle açıklayayım:
Diyanet 13 Kasım 2020 günkü Cuma hutbesinde abdest-namaz ile birlikte Kovid-19 mikrobuna değindi, abdest alırken temizlendiğimizi söyledi. “Temiz olursak Kovid-19’a yakalanmayız” demek istedi. Bana göre bu hutbede ne abdest-namaz ve ne de Kovit-19 anlatıldı, ikisi de yarım kaldı. Bu ve benzeri örneklerle Diyanet’in hutbe konularını belirlemede ve bu konuları anlatımda yetersiz, kısır kaldığını söyleyebiliriz.
Şimdi size sorayım: Diyanet’in 13 Kasım 2020 günü hutbelerde, Kovit-19 ile ilgili söylediği birkaç cümle yeterli mi? Hayır! Diyanet’in Kovid-19’u KURU birkaç sözü ile geçiştirmesi sorunu çözmüyor. Sorunu esastan ele almak Kovid-19’u iyi ve detaylı anlatmak, cami cemaatini iyi bilgilendirmek gerekiyor. Konu ile ilgili yeterli bilgi ve anlatım imamlarda yok. Kimde var? Doktorlarda var. Öyle ise Diyanet’in Kovit-19’u Doktorlara anlattırması, bu hutbeyi Doktorlara okutması gerekir.
Yanlış anlaşılmamak için bir açıklama yapayım; ben Doktorlar cübbe-sarık giysinler, abdest alıp namaz kılsınlar demiyorum. Doktorlarımız, işin ehli olarak Kovid-19 veya başka bir hastalığı anlatacakları için camiye gelirler, konularını güzelce anlatırlar diyorum. Camiye gelince mutlaka namaz kılacaklar diye bir kural yok; isteyen kılar, istemeyen kılmaz. İmam veya cemaatin namaz kılmayan Doktorları eleştirme hakkı olamaz. Hatta imamlar bu noktada cemaate din ve vicdan özgürlüğünü, hoşgörülü olmalarını öğütlerler. Burada esas olan, halkın ehil kişiler tarafından doğru ve detaylı bilgilendirilmesidir.
Bilmeliyiz ki, cuma günleri camilerde okunacak hutbeleri illa da imamlar okuyacak, hatip din eğitim ve öğretim almış olacak, minberlerde cübbe-sarık giyilecek diye dini bir kural yoktur. Biz hutbeleri sırf imamlara has kılarsak, cübbe ve sarığı hutbenin ve Cuma namazının olmazsa olmazı gibi anlatır ve kabul edersek, İslam’ın esasına aykırı konuşmuş İslam’da olmayan, bir Yahudi-Hıristiyan hurafesi olan ruhbaniyeti İslam’a sokarız.
İmamlardan başkasının minberlerde hutbe okuması düşüncem sırf Doktorlar için değildir. Bu düşüncem, hayatımızın diğer önemli gün ve zamanları için de geçerlidir. Örneğin 26, 30 Ağustoslarda imamlar hutbelerinde Diyanet merkezinden gelen hutbeyi okurlar. Diyanet’te o hutbeyi kim hazırlıyor? Dini tahsil yapmış birisi. O kişi askerlik ve savaş alanında yeterli bilgiye sahip mi? Hayır. Öyleyse o hutbeyi bir subayın hazırlaması, illerimizdeki subayların o hutbeyi okuması daha yararlıdır. Bir yanlış anlamaya neden olmamak için tekrar ediyorum: Niyetim subayları camiye getirmek değildir. Kendi alanları ile ilgili bir konuyu daha iyi bildikleri ve daha güzel anlatacakları için, halkın hamaset ve hurafelerden uzak bir konuşmayı/hutbeyi dinlemesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Balıkesir’deki bir camide, gün ve zamanının hutbe konusu yaptığını hatırlarsak, konu daha iyi anlaşılmış olur.
Diyanet, camilerde Doktorlara sağlık, Subaylara askerlik-savaş, Tarım ve Orman Mühendislerine ziraat ve ağaç, Veteriner Hekimlerine hayvancılık, … gibi konuları anlattırmayı düşünmeli, planlamalı ve uygulamaya koymalıdır. Diyanet ve halkımız bundan bir şey kaybetmez, tersine hepimiz kazançlı çıkarız. Böyle bir uygulama Diyanet’in itibar ve otoritesini düşürmez, aksine yükseltir.
Konuların ehli olan kişiler camilerde, kendi giysileriyle halka bilgi verseler (Hutbe okusalar) daha canlı, daha bilgili ve daha mutlu oluruz. Bir Psikolog veya Eğitim Uzmanı camilerde; çocuklarımıza ve eşlerimize nasıl davranacağımızı anlatsalar ailelerin mutluluğu artar. Bir Sosyolog cami cemaatine toplum içine çıktığımızda hareketlerimizin nasıl olması gerektiğini sıralasa vade ve sokaklar daha rahat olur. İmamlar her şeyi bilemez ve anlatamaz. “İşi ehline vermek/yaptırmak” aynı zamanda dini bir kuraldır.
Halkımızın bir bölümü emekli, işsiz vs. Evlerde hayatımızı ilgilendiren konuların taze ve pratik bilgilerine erişemiyorlar. TV kanalları ve okullarımız toplumun kültür ve davranış düzeyini yükseltmede yetersiz kalabiliyorlar. Bu yetersizliğin giderilmesinde camilerimizi de devreye sokmanın hiçbir sakıncası yoktur. Ev ve sokaklarımızdaki eksik bilgileri kim tamamlayacak, bunu düşünmek gerekiyor. Anlatmaya çalıştığım bu yöntemle de biraz yol alabiliriz.
Değişik meslek dallarından gelen kişiler camilerde yaptıkları halkı aydınlatma işini biraz da görsel alet ve uygulamalarla yaparlarsa, “hayırlı” bir iş yapılmış olur. Bu uygulama ile biz camileri sırf “mezar, öbür dünya, baş eğme, uyuşturma, para toplama merkezleri” olmaktan kurtarmış, oraları aynı zamanda birer “Yaygın Eğitim Merkezi” haline getirmiş oluruz.
Bir yurttaş olarak Diyanet’in bugünkü kadrosundan bunları bekliyorum. Eğer Diyanet bu düşüncelerimi normal karşılamazsa, şimdilik, hiç değilse, iman ve ibadet konularının dışındaki konuların hutbe metinlerini “Ehli olan kişilere”yazdırır, imamlarımıza okutursa, yine bir güzel iş yapmış, akıllı bir adım atmış olur.
Not: Bu yazıyı Diyanet İşleri Başkanlığına da gönderiyorum.
13 Kasım 2020
Yusuf DÜLGER


Tebrik ve teşekkür ederim.. Eleştirmek kolay.. değiştirmek zordur.. fakat eleştiri olmadan ve yakınma bulunmadan da çare ve çözüm bulmak zordur. Burada bahsedilen ve denilenlerin tamamını derinlemesine okumadım.

Vaktim olunca okumak isterim.. fakat yeniden revize edilip eleştiriler numaralandırılsa ve kısaltilsa daha guzel olur.

Yakinilanlarin yuzde seksenide yerindedir.. hatta diyanet camiasinin da yuzde sekseni sorunlarin farkindadir. Ancak sonuç sadece yakinmak ve eleştirmekle bitmiyor.. çözumu yuklenmek ve hatta çözumlerin çözumu beliti de bulmak gerekiyor. Eğer çaresizlik eleştiri ve yakinmadan bunalim ve çatışmaya evrilmişse bu buhran ve krizden çıkmanin yolu devrimsel bir dönemeç olacaktir.


Bence sorun sadece diyanetin degil.. sadece bu ülkenin egitim ve yönetim sorunu degil..hatta islam dunyasinin sorununa çare bulmasi degil.. uygarlıgimizin ve insanliğimizin Ali İmran suresinin ilk sayfasini okumamasıdir.


Çunku hukuk suresi bakara ile bilim suresi ali imran suresinin ortasi olan bu YERDE funun ve fukuhun ORTAK METODOLOJISINDEN söz ediyor ve tüm Musevi, isevi ve muhammedi olan semavi dinleri MUHAKEMATI KUR'ANIYE ye çağiriyor.

Özellikle dördüncü ayette.. Muhammed aleyhisselamı reddedenlere Azab-ı mühin, kafire azabı azım.. münafığa azabı elim vaad edilirken burada hepimize de azab-ı ŞEDDİD’den söz ediyor ve intikamın üzerimizden kalkmayacağını söylüyor. Ancak bunu hep birlikte kaldırabileceğimiz ve ihtilafları çözebileceğimiz müjdesi sayfanın sonunda veriliyor.


Buradik metodoloji müzakere ve müdavele edildiğinde.. geçerli ve yürürlü hale getirildiğinde bulunan belit ve bürhan ile Muhkem ve müteşabihatı ayırmayı gerektiriyor.. sıdkın istenci ve şübhenin bilinci ile hakikati koordine etmeyi istiyor.. aklin mantigi ve kalbin meşieti ile hakkı kontrol gerektiriyor.. sonuçta tefekkür ve tezekkürün teşbih ve temsili hak ve hakikatten tefrik etmesini gerektiriyor.. buyuruyor diye düşünüyorum.

OSMANZİYA




Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03 - http://www.webwizforums.com
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide - http://www.webwizguide.info