Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta | |
Aktif Kullanıcılar Aktif Konular Üye Listesi Takvim Arama Yardım Skins Kayıt Ol Giriş |
Din | |
YöntemBilim Forumu | Diğer | Din |
Konu: NEFS | |
Sayfa 5 Sonraki >> |
Yazar | Mesaj |
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Konu: NEFS Gönderim Zamanı: 10-Kasım-2018 Saat 17:23 |
Saygıdeğer Hocamızın bu yazısı bin yıllık bir GELENEĞİN ürünü ve islam kültürünün bin yıllık var oluşunun YENİ bir özeti sayılabilir.. Allaha ve Rasülüne ittaat ve ittiba noktasında geleneksel kültürün YENİLİKÇİ uyarlamasının ülkemizde bildiğim çağdaş sahiblerinden ikisini tanıyordum; sünni kesimde İmamı NURSİ ve şii kesimde Ahmet HULUSİ.. bu yılda bir üçüncüsünü tanıdım.. Muhterem Mehmet Turan Hocam vesilesiyle tandığım Rahmetli Ahmet KAYHAN. Biz İmamı Nursi'nin eserleri olan RNK ile yetiştik.. Diğer ikisinin kitaplarını okumadım.. talebleriyle tanıştım. Allah hepsinden ebeden razi olsun.
Her üçü de; hocaların ve yazarların hazır bilgiyi ve buyruğu sunma yaklaşımı yerine sözü düşündürerek düşünmeye hazırlama.. hazır örneği ve ögütü sadece sözle değil yaşayarak dile getirmeleri.. sayesinde ülkemizin gelişim rengi artı.. bilgi toplumu ve hukuk devleti ülkülerinden kaynaklanan ulusal kalkınmamız biraz hareketlendi. Ancak dünyanın kültürel, politik ve askeri hareketlenmelerin bu evrensel gelenek yenilik çekişmesi sadece Müslümanlar arasında değil masonlar ve Marksistler arasında da yaşanıyor. Çünkü dinin yerine geçen bu yeni dinlerde yüz yıl içinde ihtiyarladı. Ülkemizde yaklaşık yüz yıldır cereyan eden bu kültürel hareketlerin daha ileri sosyal etkilerini ve ekonomik ve politik sonuçlarını belki gelecekte, belki en az elli yıl sonra, tamamiyle ve kemaliyle gösterecek.. fakat bu gün millet ve ümmet olarak için hala acılı ve hala sancılı bir gidişimiz var. İbrahim Hakkı Hazretleri gibi "Görelim mevla neyler neylerse güzel eyler" diyelim ve geçelim şimdilik.. işimize bakalım.. YBA öğrenme.. kullanma ve yararlanma savımızı sürdürelim. YBA öğrenme, kullanma ve yararlanma derdinde olanlar lütfen bu NEFİS başlıklı metni okusunlar, sindirsinler, özümlesinler.. çünkü insana kendini tanıtan bir aydınlık, her aydınlık islamın önüne yeni bir kapı açar. Dinnur YAŞAR 08.11.2018 Değerli Yazar ve altı ciltlik ÇARŞAMBA SOHBETLERİ’nin sahibi Müellif Mehmet TURAN hocamızın NEFS hakkında nefis bir yazısı: Üçyol-İzmir 03.10.2018 Bismillahirrahmânirrahîm “Lekad halaknâ el-İnsane fî ahsenitakvim” buyurarak ona akıl, fikir düşünce ve düşündüğünü sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme yeteneğini de bahşeden Rabbimiz Teala ve Tekaddes Hazretlerine sonsuz hamd ve minnettarlığımızı arz ederiz. Kur’an-ı Azimüşşan ile Rabbimizin diğer emirlerini bizlere en açık ve en doğru bir şekilde izah eden Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü aleyhe vesselam ve o’nu sadakatle takip eden evliyasına da gönülden bağlılığımızı saygılarımızı ve muhabbetlerimizi beyan ederiz. I - İNSANIN (EBEDİ VE EZELİ ) DÜŞMANI :NEFİS “ (?) Gerek varlıkların özleri, gerek yaratılış ve kainatla ilgili olarak açıklanması zor fakat gerekli kavramlardan olan ruh, n e f i s ve şeytan birbiriyle derinden bir münasebet içindedirler. Mutlak ve her şeyi kuşatan ilim, irade ve kudret gerektiren ve tam bir hikmet çerçevesinde dönen varlığı, madde adında mahiyeti ve keyfiyeti belirsiz bir şeye irca gayretindeki materyalizm, önceki asırda maddeyi adeta bir “asıl cisim” gibi düşünürken, atom fiziği ile birlikte onu bu defa her türlü şekli alabilen mutasavver bir şey olarak takdim etmeye başlamıştır. İslam hikmetinde madde “heyyulâ” tabiriyle karşılanmıştır. Madde bir bakıma “yokluk”tur. Allah’ın mutlak varlığından başka bir şey olmamasıdır, varlık ifade eden ışığın karşısındaki zulmettir. Atom fiziği, kainatı müthiş bir hızla hareket eden ‘ışık dalga paketçiği’ olarak algılarken maddeyi adeta yok hükmünde görmüştür. Varlıkların aslı Allah’tandır. Varlığın hakikatı Allah’ın HAKK oluşundandır. Bütün varlıkların asıl vücudu İlm-i İlahi’deki ilmi varlıklarıdır. Bu, yazacağı bir kitabın mana ve muhtevasının yazarının veya yapacağı binanın bütün özellikleriyle mimarın zihninde var olması gibi bir şeydir. Yazarının yazısını bölümlere ayırması, tasnif etmesi ve şekillendirmesi, mimarın yapacağı binanın plan ve projesini çizmesi gibi ‘İlahi İrade” bu ilmi varlıkları takdir eder, yani onların kaderini belirler yani onları keser, biçer, onlara şekil verir, hüviyet verir, mahiyet verir. İlahi Kudret de bu hüviyet, mahiyet ve keyfiyete göre onlara hariçte bir vucud verir. Hayat sadece dünyaya has olmayıp belki kainatın her yanında o yere has hayat şekli vardır ve kainatın yaratılış sürecinde ve bu surecin her mertebesinde Cenab-ı Allah o mertebeye has varlıklar yaratmıştır. Bir hadis-i şerifte “Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur” buyrulurken başka bir rivayette Allah’ın “ilk yarattığı akıldır” denilmiştir… İslami kozmolojide ateşten yaratılmış olan İblis (Şeytan) şerrin temsilcisi ve mücessem heykeli olarak yerini alırken meleklerde hayrın temsilcileri olma fonksiyonunu yüklenmişlerdir. İnsan ise hem hayra hem şerre yönelebilecek bir varlık olarak şeytanlaşabilir de.. melekleşebilir de.. İşte, insanda elementler, unsarlar âlemin bir hülasası olan bedenin yanı sıra melekleşmenin merkezi veya melekliğin sembolü olarak RUH, şeytanlaşmanın merkezi olarak da N E F İ S bulunur. İnsan ruhuyla meleklerle temasa geçer, ruhu âdeta bir melek halindedir; nefsiyle ise şeytanla temasa geçer nefsi âdeta içinde şeytanın merkezi gibidir. Kur’an’da nefs, öncelikle tek tek ferdlerin kimliği, kendisi, enesi manasında kullanılır. Nitekim Ali İmran suresinin30.cu ayetinde “O gün her nefis hayırdan işlediğini hazır bulur.” Buyrulmuştur. Yine daha pek çok ayette “enfüseküm, enfüsühüm” beyanları vardır. Kendiniz, kendileri, kendim, kendin, kendi gibi ifadelerde nefis hep tek tek kişiler, o kişilerin benliği “enesi” manasındadır. “Külli nefsin zaikatülmevt” ayet-i kerimesinde “Her nefis ölümün tadını tadacaktır” buyrularak nefsin tek tek varlığı ifade ettiği anlaşılmaktadır. Nefs, tek tek her varlığı, diğerlerinden ayrı özellikte bir varlık kazandıran yön ya da bu varlığın kendisidir. Bu bakımdan nefs, dünya hayatının, maddi hayatın kaynağı olarak görülmüştür. Şu halde nefsin nebati ve hayvani özellikleri vardır. Her varlığın ayrı bir nefsi bulunduğu veya her varlık ayrı bir nefis olduğu gibi kendinde her varlıktan bulunan insan nefsi dahi madeni, nebati ve hayvani unsurlardan oluşur. Özümleme, sindirim ve boşaltım gibi fonksiyonlar nefsin nebati işlevleridir. Kuvvet, güç, şehvet, hareket, görme, duyma, yürüme, tatma… gibi fonksiyonlar da hayvani işlevlerdir. Öte yandan acıkma, susama, cinsi arzu gibi hissiyat ve ihtiyaçlarda yine nefse aittir. Nefsin bu hissiyat ve fonksiyonları onun hayatını sürdürmesi için gereklidir, bunlarsız hayat olmaz. Nefsin bu yanı ondaki gadab, öfke, şehvet faaliyetlerinin merkezini oluşturur. Bütün bunların yanında onun bir de insani tarafından kaynaklanan a k ı l fakültesi vardır. Sahip olduğu her şey kendisinden olmadığı gibi ve kendisine ait bulunmadığı halde nefis, şeytanın etkisiyle kendisin her şey olarak görebilir. Cenab-I Allah’ı tanımada bir vahid-i kıyasi olsun yani mesela kendindeki sınırlı görme ve işitme gücünü bakıp, bunların kendinden olmadığı idrakiyle , her şeyi gören ve işiten ve bütün görmelere ve işitmelere sahip kılan Yüce Yaratıcıyı tanısın, ayrıca kendindeki acz, zaaf, cehalet ve noksanlığa bakıp, bunların penceresinden mutlak güç, kudret, ilim ve servet sahibini görsün diye yaratıldığı halde, o , Cenabı Allah’ın isim ve sıfatlarının yansıma halinde sahip olduğu her şeyi kendinden bilir. Ayrıca onda İlâhi Ferdiyet ve İstiklaliyet’ten gelen bir ferdiyet ve istiklaliyet duygusu vardır. Mutlak ferdiyet ve istiklaliyet ilmi, iradesi ve gücü her şeye yeten bir varlığa sahip olabilir. Hamuru ihtiyaç, acz, za’f ve noksanlıklardan örülmüş bir varlık ise ferdiyet ve istiklaliyet dava edemez. Buna rağmen, şeytan kendisine “Sen, sensin” diyerek üflediği zaman, olmamış, terbiyeden geçmemiş, ham nefis, “Evet, ben benim, bendan başkası yok, her şeyin ve her hakikatin ölçüsü benim,ben”der ve hayatını tanzimde kendisi üstünde bir güç tanımadığı gibi başkalarına da yön vermeye çalışır. Böyle bir nefis, daha sonra kavim, kabile duygularıyla şişer, hem kendine hem başkalarına, kendinde vehmettiği mal ve ilim gibi varlıklar ve bazı kabiliyetlerle zarar verir. Neticede insan bütünüyle bir nefis haline gelir. Böyle bir nefis gadab ve şehvet fakültelerini yanlış yollarda kullanır. Onları hem kendine hem başkalarına zulum aracı haline getirir. Gadab dalında “tehevvür” (olur olmaz şeylere öfkelenme) ve cebanet (korkaklık bütün değerlerine ve mukaddeslerine saldırıldığında bile infial duymamak) arasında gidip gelir. Nefsin yaratılması, insanların yaşaması, üremesi ve dünya için çalışmaları içindir. Allahü Teala nefsi böyle nice yararlar için yarattı. Fakat bütün insanlara merhamet ederek, acıyarak nefse uymayı frenlemeleri, nefse hakim olup zararlarını önlemeleri için akıl ni’metini de lütfetti. Nefse uymaktan kurtulmak dünya ni’metlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs Allahü Teala ile insan arasındaki perdelerin en büyüğüdür. Nefse günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha zor gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır. NEFS, çok kıymetli olmak, cimrilik etmek, hased etmek, lâyık görmemek anlamlarındaki “N-F-S” kökünden türeyen (Çoğulu enfüs ve nüfus) sözlükte ruh, can, akıl, insanın şahsı, bir şeyin varlığı, zatı, içi, hakikatı, beden, ceset, kan, azamet, izzet, kötü söz, bir şeyin cevheri, arzu ve istek anlamlarına gelir. Alimler, insandaki nefsin mahiyeti hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Nefs’in ruhani bir cevher ve gözle görünmeyen latif bir varlık olduğunu, nur ve ziyadan yaratıldığını söyleyenler yanında latif bir cisim, kan ve araz olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bilginlerin çoğunluğuna göre ruh ile nefis ayrı şeylerdir. Ruh ile nefsin aynı şeyler olduğunu söyleyenlerde olmuştur. Nefis kelimesi Kur’an’da tekil ve çoğul olarak 295 def’a geçmiş ve Adem (Nisa;1, En’am;98) Anne (Nur; 18) İnsan (Maide; 45) Ehli din (Nur;61) Can (Nisa; 46) Ruh (En’am : 93) Beden (Ali İmran; 185) Bedenle beraber Ruh (Bakara; 286) Allah’ın rızası (Ali İmran; 28) Kişi (Bakara, 286) Kendisi (Fussilet; 46) Hem cins (Tevbe; 28) İnsanın İç alemi (Bakara, 248) İlahi tekliflere, emir ve yasaklara, müjde ve uyarıya muhatap olan insanın manevi varlığı ( Yusuf;53, Kiyamet; 12, Fecr; 27) Kalb, göğüs (Bakara; 109, 77) Cins (Araf; 18) anlamlarında kullanılmıştır. Nefs, insanın hem maddi varlığını ve hem de insanda var olan fakat gözle görülmeyen iyi ve kötüyü arzu eden manevi varlığını ifade eder: “O Allah ki , size bir tek nefisten inşa etti…” (En’am:98) “Gerçekten nefis kötülüğü emreder.” (Yusuf;53) “Hayır.. daima kendini kınayan nefse yemin ederim.”(Kıyame;2) “Ey huzura eren nefis.”(Fecir;29) “And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz.” (Kaf;16) ve “İnsanın en büyük düşmanı nefsine (heva ve hevesine) uymasıdır.” hadisinde geçen NEFİS kelimesi bu manayı ifade eder. Tasavvufta nefs kavramı, kendisinde irade hareket, duygu ve hayat kuvveti bulunan latif bir cevher şeklinde tanımlanmaktadır. Kötülüğü emreden anlamına geldiği gibi Allah tarafından insana üflenen “Ruh-u Rahmani, İlahi ben” anlamında da kullanılmıştır. Nefse zulüm; bir insanın dünya ve ahirette kendisine zarar verecek inanca sahip olmasıdır, söz ve fiil ve davranışlarda bulunmasıdır. Nefse zulüm ifadesi Kur’an’da 29 yerde geçmektedir. İnkar etmek (Nahl, 28) iki yüzlülük, nifak (Nisa; 64) Allah’a ortak koşmak, günah olan ve nefse zarar veren söz fiil ve davranışlar (Ali imran; 135 Nisa; 110) İlahi sınırları çiğnemek (Talak;1) İslamın emir ve yasaklarına uymamak (Tevbe; 96) nefse zulüm ifade eden ayetlerdir. Kafir, münafık ve müşrikler inkar, nifak, şirk ve isyan sebebiyle nefislerine zulm ettikleri gibi mü’minlerde Allah ve Peygamber’in farz olan emirlerine uymadıkları, yasakları ihlal ettikleri, haram-günah söz, fiil ve davranışlarda bulundukları zaman kendilerine zulmetmiş olurlar. Her günah ve kötülüğün cezasını kişinin kendisin çeker. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, yalan söyleyen insan nefsine zulmetmiş olur. Fatır suresinin 32.ci ayetinde mü’minler üç kısım olarak zikredilmiştir. Bunlar “nefsine zulmeden, “muktesid ve sabık” Nefsine zulmaden kötülükleri iyiliklerinden fazla olan, büyük günah işleyip tevbe etmeden ölen, inkar etmeksizin ni’metlere nankörlük eden, helal, haram demeden mal kazanan, ibadetlerini gafletle yapan, Kur’anı okuyup onunla amel etmeyen, amelinde kusuru olan, emir ve yasaklara uymayan kimsedir şeklinde tanımlanmıştır. Küçük-büyük, kişinin kendisine ve başkalarına yönelik günah söz ve fiil ile davranışlar nefse zulümdür. Peygamber Efendimiz (sas) nefis konusu layıkı veçhile önem vermiştir: “Asıl güçlü nefsine hakim olandır.” “İnsanları yenen güçlü değildir, asıl güçlü öfke anında nefsini yenendir.” “Nefsini zelil kılan dinini aziz kılmış olur, nefsini (böbürlenerek) yükseltmeye çalışan dinini (ahlakını) zelil etmiş olur, kendini şişmanlatan dinini zayıflatmıştır, dinini şişmanlatan kimsenin hem dini hem de kendi güçlü olur.” “Gök kubbesi altında Allah’tan başka kendisine tapılan en büyük (batıl) mabud kendisine boyun eğilen nefs-i hevadır.” “Müslüman kişinin nefsini zelil kılması doğru değildir, zira altından kalkamayacağı şeyleri üzerine yüklenmiş olur.” Bunlardan başka hadisi şeriflerde vardır. Nefsin arzularını terk eden pak olur, afetlerden selamet bulur. Allahü Teala nın razı olmadığını terk edene Allahü Teala ondan iyisini ihsan eder. Dünyayı anlayan, onun sıkıntılarından üzülmez, dünyayı tanıyan ondan sakınır, ondan sakınan nefsini tanır. Nefsini tanıyan Rabbini bulur. Nefislerine aldanmaktan, haranm işlemekten korkanlar İslam Şeriatını öğrenmesi, nefsini şeriatı uyar hale getirmesi gerekir. Ulvi olan ruh bu karanlık cesedle birleşince yedi adet perde ile aslî halinden perdelenmiştir. Nefis özü oluşturur. Duyular ve benzeri davranışlar insan nefsine ait birimlerdir. Çünkü nefis kalble sürekli ilişki içindedir. Bu, kalbe bağlı toplu hakikatten ve ruhtan doğan feyizlerin aracılığı ile nefsin ruhla ilişkisidir. Ruhtan gelen feyizler bu ilişkiler nedeniyle öncelikle toplu halde nefs’e gelir. Sonra nefisten organlara ve kuvvetlere dağılır. Aslında bu nurların özü nefiste mevcuttur. İnsanın nefsi (özellikle nefsi emmaresi) makam ve baş olma tutkusu fıtratındadır. Onun bütün hırsı tüm akranlarından daha üstün olmaktır. Onun temennisi bütün mahlukatın kendisine tabi olmaları, kendisinin koyuduğu emir ve yasaklarına boyun eğmeleridir. Fakat kendisi ise hiçbir kimseye asla bağlı ve muhtaç olmak istemez. İşte bütün unlar nefsin ilahlik iddiasında bulunması ve eşi benzeri bulunmayan Yüce Yaratıcısına ortak koşmasıdır. Hatta nefs ortaklığa dahi razı olmak istemez, bilakis yalnızca kendisi hükmeden olmak ister. Kudsi hadiste “Nefsine düşman ol. Çünkü nefsin, kendisini bana düşmanlığa adamıştır.” Buyrulmuştur. Makam, başkanlık, terfi, büyüklük gibi nefsin arzuladığı şeyleri nefse vererek onu terbiye etmeye çalışmak gerçekte Yüce Yaratıcıya düşmanlık etmesi için nefse destek olmaktır. İnsanın başına gelen her bela nefsiyle olan ilişkisi nedeniyledir. Nefsin elinden kurtuluş gerçekleştiği zaman Yüce Allah’ın dışındakilerden kurtuluş gerçekleşmiş olur. Hatta puta tapanlar dahi aslında kendi nefislerine tapmaktadırlar. Hadisi şeriflerde buyurulmuştur: “Heva ve heveslerini kendilerine ilah edinen kimseyi gördün mü?” “Nefsini terkettiğin zaman rahata kavuşursun! Bırak nefsini ve gel!” Nefsini terk edip onu aşmak farz olduğu gibi nefse seyretmek ve yürümekte şarttır. Çünkü vicdan nefistedir. Nefsin dışında vicdan yoktur. Afaki seyir uzaklıkta, uzaklıktır. Enfüsi seyir, yakınlıkta yakınlıktır. Bir müdahele olacaksa bu nefiste olur. Bir marifet olacaksa bu nefiste olur. Bir hayret olacaksa bu nefiste olur. Nefsin dışında adım atmaya mecal yoktur. Akıllılığın alameti nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alâmeti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir. Rasulullah (sas) buyurdu ki: “İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür. Hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmek. “ Nefsin sevdiği, istediği şeylere “heva” denir. Nefis yaratılışında kötülükleri, zararlı şeyleri sevici ve isteyicidir. İstekleri hep hayvani arzularıdır. Hayvani arzular ise hep dünyadaki ihtiyaçlarıdır. İnsan bu arzularının peşinde olunca ahiret ihtiyaçlarını hazırlamaktan geri kalır. Çok önemli bir şey de, nefis mubahlarla doymaz. Mübahları kullanmayı artırdıkça istekleri de artar. Bu da insanı haramlara sürükler. Haramları aşırı kullanmak elemlere, dertlere ve hatta hastalıklara sebeb olur. Böylece insan hep midesini ve zevkini düşünür. Hasis ve rezil olur. İslam dini insanların dünyada ahirette huzur içinde olmasını istiyor. Bunun aksi olsaydı insan, yaşaması ve üremesi için ve medeni hayat için gerekli olan gayreti göstermez ve çalışmazdı, nefis ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Nefis zehirli bir ilaç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanılırsa yararlı olur. İslam nefsin yok edilmesini değil terbiye edilmesini emreder. II - NEFSİN DERECELERİ VEYA MAKAMLARI Ulvi olan ruh, bu karanlık cesedle birleşince yedi perde ile asli halinden perdelenmiştir. Bu perdelerden her birine nefsin dereceleri veya makamları denir. Tam yerde perdeli hali “Nefs-i Emmare”dir. Bir perdenin kalkmasıyla “Levvame”; iki perdenin kalkmasıyla “Mülhime”; üç perdenin kalkmasıyla “Mutmainne”; gibi isimler alır. Her perde kalktıkça ruha manevi âlemden ışınlar sızar. Tam perdeli halinde ise hiçbir ışık sızmaz. Perde sayısı azaldığı nisbette nefis saflaşır. Bütün perdelerin kalkması halinde ise tamamen nur kesilir. Bu makam Resul-i Ekrem (sav)’in makamıdır. Altı derecenin ismi Kur’an-ı kerimde açık olarak zikrediliyorsa da “Nefs-i Safiyye” ayeti kerimelerden zımmen anlaşılmaktadır. (İnnallahESTEFA adem ve nuhan ve ali ibrahime ve ali imrane a’lel alemin. Zürriyeten ba’duha min ba’d. Vallahü Semiu âlîm” ayeti tasfiyeve safiyeti doğrudan olmasa da dolaylı belirtiyor) Nefsin derecelerine şöyle izah edebiliriz: 1- NEFSİ EMMARE İnsanı zorla kötülüğe sürükleyen nefistir. İnsanı ruh hayvani ruhun şehevani arzularına boyun edip ona itaat eder. Bütün hallerine ona muvafakat edip hükmü altına girerse nefsin bu hali nefsi emaredendir. Nefsi emmare halindeki insanın kalbi cisme ait ni’metlerle, şehvetlerle dolar. Mevlâ’dan uzaklaşır. Eğer kalb bu mertebede uzun müddet beklerse onun artık gayb âlemine yönelmeye gücü de kalmaz. Zira gayb (KALB) ayna gibidir, toz ve pastan arınmış olursa insan onda şekilleri berrak olarak görür. Uzun zaman parlatılmazsa pas onun cevherini büsbütün kaplar. Peygamber Efendimiz hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki her şeye cilâ verecek bir âlet vardır. Kalbin cilası da Zikrullah’tır.” Kalb gayb âlemine yönelip masiyetten kaçarsa, zikirle, fikirle perdeler açılmaya gayret edilirse pas ve bulanıklıklar tamamen silinir. Eşyanın hakikatlerine, ince manalara ve İlahi tecellilere istidat kazanmış olur. İndiği makamlardan tekrar yükselir. Nitekim hadisi kudside; “Yere göğe sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım.” Buyurmuştur. Mü’min kulun kalbine sığmaktan maksad “kalben tecelli eder.” Demektir. Birinci makamda insani ruh şehevani nefse yenilip kötülüğü emredici olduğundan “emmare” adını almıştır. Nitekim Yusuf Suresinin 53.ayetinde “Rabbinin merhameti olmadıkça , nefisolanca şiddetiyle kötülüğü emreder” buyuruyor. Nefsi emarenin seyri “illallah”tır. Yani Allah’a doğrudur. Alemi bu görünen şehadet alemidir. Yeri göğüstür.Hali meyildir. Yolu şeriatın dışı ölçülerdir. Nefsi emarenin sıfatlarına gelince; cehalet, cimrilik, hırs, kin, kibir, gadab, şehvet, tamah, haset, kötü huyluluk, boş ve faydasız şeylerle uğraşmak, istihza, ahmaklık, unutkanlık, buğz, çok yemek, çabuk isyan, çok konuşmak, fazla neş’e, avarelik, şımarıklık, din ehlini inkar.. ve benzerleridir. Nefsi emmarede ruhani bir latifedir. Ne var ki kötülüklere meyletmesi, şehvetlere düşkün olması sebebiyle pislenmiştir. Hadise Şerifte buyrulmuştur. “En şiddetli düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.” Nefsi emmare derecesinde bulunan insanlar üç sınıftır: Allah’ın emirlerini yerini getirmeye çalışır fakat nehiylerinden kaçamaz. Allah’ın emirlerini yerine getirmediği gibi , nehiylerinden de kaçamaz. Fakat itaat edenleri sever. İsmi İslam’dır. Fakat islamın hiçbir emrini yerine getirmediği gibi islam ve müslümanları sevmez. 2 - NEFS-İ LEVVAME: İnsan emmare halinde iken işlediği günahlardan ve kötülüklerden pişmanlık duyar ve kendini kınamaya başlarsa onun bu hali nefs-i levvamedir. İkinci makama yükselen salikin artık kalbindeki yedi perdeden birisi kalkmıştır. İbadetini yapar, yasaklarından kaçmaya, Emr-i İlahiyi yerine getirmeye çalışır. Buna rağmen yine günah işlemeye devam eder, arkasından da hemen pişman olup tevbe eder. Bu gibiler içinde iyi vaadler vardır. Necm suresinin 32nci ayetinde “Onlar ki günahın büyüğünden ve hayasızlıktan kaçınırlar. Şüphesiz ki Rabbinin mağfireti geniştir.” Buyurulmuştur. Bu makamın seyri “İllallah”tır. Yeri gönüldür. Hali muhabbettir. Sıfatları kınama, heves, kötü fikir, ucb, işret, halkla çekişme, kahır, temanna, gizli riya, makam sevgisi ve şehvet tutkusudur. Nefsi emarenin bir kısım sıfatları hala mevcut olmasına rağmen hakkı hak, batılı batıl olarak görür ve bilir. Şeriat ameli ve muhabbeti eksilmez. Kötü hallerinden dolayı üzülür. Fakat o kötü sıfatlarından kurtulması gücünün dışındadır. Nefsi Levvamede gizli bir riya ve kendini beğenme hastalığı vardır. İyi amellerine halkın muttali olmasını ister. Övülmekten memnun olur. Bu kötü huyundan hoşlanmamasına rağmen kalbinden de söküp atamaz. Nefsi Levvame de bulunan bir kimse takva ehlinden sayılır. Bu makamın en yüksek derecesi “ihlas”tır. Ancak amelinde ihlas da olsa salik yine de tehlikeden kurtulmuş değildir. Buna rağmen Allah katında kudsiyet ifade eden bir makamdadır. Nitekim Kıyame suresinin 2.ayetinde “Kendisini alabildiğince kınayan nefse yemin ederim ki…” buyurulmuştur. 3 - NEFSİ MÜLHİME İbadet, zikir ve riyazetlerin artması, nefisle şiddetli bir mücadeleye girişilmesi neticesinde kalb üzerindeki perdelerden birisi daha kalkarsa nefsin üçüncü makamına çıkılmış olur ki bu makama “Nefs-i Mülhime” denir. Allahü Teala’nın insani ruha isyan ve itaatini vasıtasız olarak ilham etmesinden dolayı bu dereceye, bu makama “mülhime” ismi verilmiştir. Ruh terakki edip kuvvet buldukça nefse hakim olmak ister. Bir çok mücahede ve mücadeleden sonra , bu mertebedeki nefis islah olmuştur. Artık vücudda hakmiyet ruhun eline geçmiştir. Bir insan buraya kadar kendi ihlas ve gayreti ile çıkabilirse de buradan ileriye ancak bir “Mürşid-i Kâmil”in kılavuzluğu ile gidebilir. Bu makamda kalanların bazısı yarı deli yarı velidir. Bunlara “Meczub” denir. Bir subayın kurmay olabilmesi için nasıl ki özel bir eğitime ihtiyacı varsa, nefs-i mülhimeden sonraki terakkiyat için de mutlaka fenafillah makamın çıkmış bir kâmil mürşide ve onun terbiyesine ihtiyaç vardır. Mürşid onu şüphe karanlıklarından kurtarıp tecelli nurlarına çıkarır. Nefsi mülhimenin seyri “alellah”tır. Bu makamda salikin kalbinde hakikat nurları doğduğundan onları müşahede etmekten dolayı içinde masiva kalmaz. Alemi ruhlar âlemidir. Yeri ruhtur. Hali aşktır. Kendisine gelen mânâ marifettir. Sıfatları; ilim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır, ezaya tahammül, özürleri kabul, güzel zann ve hoşgörüdür. Bu makamda sâlik, bütün varlıkların, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın kudret elinin altında olduğunu müşahade ettiğinden hiçbir mahluka itiraza olmaz. Fail-i Mutlak’ın fiillerini seyreder. Nefsi mülhimenin diğer vasıfları da şunlardır; hayretle şaşkınlığa düşmek, makamlara ermek, kabz ve bastın gelişi, havf ve recanın gidişi, Zikrullahı sevmek, güler yüzlülük, hikmetle konuşmak, müşahede ve mürakabe. Bu makamda mürid zayıftır. Hakka gidemez. Celâl ve Cemâl’i fark edemez. Beşeriyet halleri ondan tamamen silinmediği için gafil olduğu bir anda nefsi hemen geriye dönüp aşağıların aşağısına iner ve eski kötü alışkanlıklarına devam eder. İtikadı bozulup ibadeti terk eder. Şeytani hayalleri Rahmâni tecelliler sanır. Böylece helake gider. Bu makamdaki salike en mühim ve gerekli olan şey bağlı bulunduğu mürşid-i kamile öz iradesi ile ve titizlikle itaat edip her emrine tam teslim olmaktır. Ayrıca nefsin istek ve arzularına şiddetle muhalefet etmelidir. Çünkü bu makamda yükselmek mümkün olmadığı gibi her an düşme tehlikesi vardır. Nefsi mülhime Kur’an’da şu şekilde geçmektedir. “Her bir nefse ve onu düzenleyene sonra da ona isyanını ve itaatini ilahm edene yemin ederim ki nefsini temizleyen kurtulmuştur.” (Şems; 7, 8, 9) Burada temizlenmekten maksad “Ahlak-ı Zemime” adı verilen şehvet, gadab, kin, kibir, riya, hased.. gibi kötü huylardan temizlenmektir. Temizlik yahut oruç tutup temizlendim demek değildir. 4 - NEFSİ MUTMİNNE Şirkten, şüpheden, isyan ve hatadan temizlenmiş Mevlâ’nın hitabıyla istiraplardan temizlenmiş, kurtulmuş, huzura kavuşmuş nefis demektir. Kalb üzerinde dördüncü perdenin kalkmasıyla mutmainne olan ruh “nefs-i mutmainne” makamına yükselir. Nitekim Fecr suresinin 27.nci ayetinde: “Ey mutmainneolan nefs” buyurularak nefse hitap edip ona özel önem veren Allahü Teala’dır. Nefs-i mutmainne de müridin seyri “Seyr-i Maallah”tır. Âlemi Hakikat-ı Muhammediyedir. Yeri sırdır. Hali sâdık bir tatmin halidir. Kendisine gelen mânâ şeraitin bazı sırlarıdır. Sıfatları cömertlik, tevekkül, sabır, şükür, hilm, teslimiyet, rıza, sıdk, ibadet, rıfk, güleryüzlülük, tam müşahede, sürekli huzur, büyüklere tazim, kalb sevinci, tatlı dil, kusuruları örtme, hataları bağışlama… Salik bu makamda Kur’an ve sünnete tam olarak uyar. Bu makamda olan kişiyi görenlerin gözleri, dinleyenlerin kulakları zevk duyar. Sözleri bıkkınlık değil sıdk ve sefa verir. Dilleri şeriat hikmetlerine, hakikat sırlarına ve mana inceliklerine tercümanlık eder. Oysa ki ne bir kitap mütalaa etmiş ne de bir kimseden bilgi istemiştir. Çünkü İlhamat-ı İlahiyeye mazhar olmuşlardır. Bundan dolayı edeb ve haya deryasına dalmışlardır. Ona haşyet ve heybet hali verilmiş, vakar elbisesi giydirilmiştir. İnsanlarla ara sıra görüşüp, iç âlemine doğan hikmetlerden onlara söyler. Dostlarını isti’datları kadar irşad eder. Çoğu vakitlerini ibadet ile geçirir ta ki daha yüksek makamlara ulaşmaktan mahrum kalmasın. Bu makamda dua ve virdlere devamla Rasulullah(sav) hazretlerinin sevgisi bambaşka bir hal alır. 5 - NEFS-İ RAZİYYE Hazreti Allah’ın bütün imtihan ve ibtilalarına sadakat göstermiş ve gelecek her şeye razi olmuş, bütün gayret ve arzusu Mevlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak olan nefsin haline “Nefs-i Raziye” denir. Bu makamda salik denize düşen bir çöp gibi olmuştur. Deniz onu istediği tarafa çalkaladığı gibi o da hükmü İlahiyeye öylece teslim olmuştur. İradesini Hakk’ın iradesine bağlamış reyini de O’na vermiştir. Bu nefsin seyri “Fillah”tır. Âlem lâhud âlemidir. Yeri sırrın sırrıdır. Hali fenaya varmış olmaktır. Sıfatları; vera, hulus, muhabbet, Mevlâ ile dostluk, ilahi huzur, keramet, masivayı terk, teslmiyet, rıza, eziyetlere sabır, halkı irşad ve en ince edeptir. Duası reddedilmez. Herkes tarafından saygıyla karşılanır. Râziye ile bundan sonra gelen Mardıyye makamlarında olan nefisler Kur’anı Kerimde şu hitab-ı İlahi ile taltif edilmişlerdir: “Dön Rabbine, sen O’nadan razı, O senden razı olarak…”(Fecr; 28) 6 - NEFS-İ MARDİYYE Bu makama yükselen nefisden Hazret-i Allah razı olduğu için “Nefs-i Mardiyye” adını almıştır. Razı olunmuş nefis demektir. Bunun seyri “Anillah”tır. Alemi şu görünen şehadet âlemidir. Yeri Hafâ’dır. Hali hayrettir. Yolu şeriattır. Sıfatları; Allah ve Rasülünün ahlakı ile ahlaklanmak, hataları bağışlamak, ayıpları örtmek, daim güzel zanda bulunmak, herkese lütuf ve şefkat, insanları karanlıktan kurtarmak için onlara meyl ve muhabbet… Ancak bu meyl ve muhabbet sadece Allah rızası için olup acıma ve şefkatten ibarettir. Görünüşte insanlardan ayrılmaz fakat batında Hakk iledir. Kalbi masivadan kurtulmuştur. Muhtaç olduğu ilimleri Allah’ın izniyle mânâ âleminden madde alemine taşır ki insanlar istifade etsin. İfrat ve tefritten kaçınır daima orta yolu takip eder. 7 - NEFS-İ SAFİYE Bu makamda nefis artık safileşmiştir, süzülmüş vücudun en kötü yeri iken en iyi yeri olmuştur. Yani taş iken elmas olmuştur. Bu makamda salik Hakk’ın elindedir. Hakkı bilir ve her şeyini de Hakk’tan bilir. Ne kendisini ne de rızkını düşünür. “Neme lazım o Sahibime aittir”der. Çünkü o çok iyi bilir ve görür ki Allahü Teala evin sahibi kendisi ise misafirdir. “Hû komşu!” denir ya buradaki “HÛ” bizzat ev sahibine seslenmektir. O’ndan başkasını tanımaz, her şeyini sadece O’ndan ister, çıkacak hükm-ü İlahiyeye peşinen razıdır. Onların vasıfları kısaca şöyledir: Onlar Hakkın kölesidir. İyi bilirler ki Mevlâ tutarsa tutar tutmazsa atar, dilerse muhafaza eder, dilerse etmez. Bir damla rahmet-i İlahiyeye muhtaç olduklarını bilirler. Bildirilmedikçe bildirilmeyen hiçbir şeyin bilinemyeceğini bilirler. Mevlâ dilerse bunları daire-i saadetine alır ve daire-i saadete ancak bunlar alınmışlardır. Bunlar birer hakikat ölçüsüdür hareketleri bundan anlaşılır. III – DİNDE KIRK PRENSİP Nefs’in mahiyeti, ne olup olmadığı hakkında buraya kadar yaptığımız açıklamalardan sonra İmamı Gazali Hazretlerinin “DİNDE KIRK PRENSİP” (El Erbain fî usuluddin) isimli kitabının sonundaki “Nefisle Hasbihal Etmek” bölümünü zikretmeden geçmek uygun olmaz: Allahü Teala Kehf suresinin 57.nci ayetinde şöyle buyurmuştur: “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı zaman, onlardan yüz çeviren ve yaptığı isyan ve kötülükleri görmeyen kimseden daha zalim kim vardır ? Biz böylelerinin kalplerini mühürler ve kulaklarını sağırlaştırırız. Bundan sonra onları hidayete davet etsen de kesinlikle hidayet bulamazlar.” Fakat eğer aklını başına alır ve kendine gelirsen, vakit geçirmeden seni Allah’ın doğru yolundan ayıran şeyleri terket. Bu şey ise dünyayı sevmektir. Ancak bunu terk etmek kolay değildir. Bu yüzden “onu terk ettim” demekle o terkedilmiş olmaz. Bu böyle olduğu için buna fikri bir alt yapı hazırlamak lazımdır. Bu da her gün veya gecenin uygun bir saatinde veya sabah namazından sonra kalbini ve zihnini dünya meşguliyetlerinden boşalarak uzunca tefekkür etmek ve kendi nefsinle hesaplaşmak şeklinde olur. Bunu yaparken kendi durumunu gözden geçirerek bir damla su olan başlangıcını ve toprak halindeki sonucunu düşündükten sonra kendi nefsine şunları söyle: Ey Nefis! Sen ticaret yapmak üzere dünyaya gelmiş bir misafirsin. Bu ticaretin kâr ve kazancı ebedi saadet ve mutluluktur. Onun kayıp ve zararı ebedi şekavet ve âhiret hüsranıdır. Bu ticaretteki sermayen ömründür. Onun için ömrünün her bir nefesi bir hazine kadar değerlidir. Çünkü onunla salih bir amel işleyip ebedi bir hazine kazanabilirsin. Ömrün bitince ticaretin de son bulur. Ondan sonra artık istesen de ticaret yapamaz, yeni bir şey kazanamazsın. YAŞADIĞIN ŞİMDİKİ GÜN, bu kıymetli ömrün, kesin olan son faslı ve son fırsatıdır. Bundan önce ölseydin bu fırsata sahip olup biraz daha ticaret yapmak ve salih amel işleyip ebedi hayatın için yeni kazançlar temin etmek amaciyle can atar, hasretle yanıp tutuşurdun. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlardan birine ölüm geldiği zaman “Rabbim, bana biraz daha ömür ver, salih amel işleyeyim” diye yalvarır. (Mü’minun; 99) Ey nefis! Farzet ki sen ölürken bunu temenni edip hasretle istemiş, Allahü Teala da sana acıyıp bu bir günlük fırsatı vermiştir. Onun için son olan bu fırsatı çok iyi değerlendirmeye çalış. Ey nefis! Amel ve çalışmayı bırakıp affedilmek hayaliyle oyalanma. Çünkü affedilmek mümkün isede garanti değildir. Amel ve çalışmak ise garantilidir. Onun için affedilmek ihtimaline güvenmek yerine amel ve çalışmanın şüphesiz ve kesin olan sevaplarına güven. Allahü Teala şöyle buyurmuştur: “Allah güzel amel işleyenlerin sevabını zayi etmez.” (Kehf; 30) “Allah onlara bildirdi ki ben hiç bir amel edenin amelini zayi etmem. “Biz salih amel işleyen ve islah için çalışan kimselerin amelini boşa çıkarmayız”(A’raf; 170) “Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür.”(Zilzal7) Amel için verilen bu garantiye mukabil af için şöyle buyurulmuştur. “Allah istediği kişiyi affeder, istediği kişi de cezalandırır.” (Bakara; 284; ali İmran;129; Maide; 18-40) Ey Nefis! Buna rağmen farz et ki affedildin. Affedilmek ise günahlarından dolayı cezalandırılmamandır. Bu sana çalışıp kazanmadığın sevap ve derecelerin verilmesi anlamında olmadığı için sen bunları kaybetmek yüzünden gene zararda kalırsın ve ahiretin zenginliğine ve yüksek derecelerine ulaşamamanın hasreti ve özlemi yine seni kavurup kıvrandıracaktır. Sen zanneder misin ki zengin olmak daha yükseklerde bulunmak daha çok ni’metlere ve daha büyük mutluluklara ermek sadece dünyada olan bir istek ve arzudur. Aksine bu istek ve arzunun en şiddetli ve en devamlı olanı âhirette olacaktır. Çünkü istek ve arzu uyandıran şeylerin hakikileri ve en çekici olanları oradadırlar ve çok farklı seviyededirler. Allahü Teala İsra Suresinin 21 nci ayetinde şöyle buyurmuştur: “Bak biz bu dünyada insanları nasıl birbirinden üstün kılmışız. Ahirette ise insanlara arasında daha büyük üstünlükler ve daha büyük derece farkları vardır.” Eğer nefsin (neFsin=ne-L-sin=öz-F-ne) sana, “Peki ne yapayım”derse ona şöyle söyle: Ölünce seni terk edecek olan şeyleri ölümden önce terk et ve öldükten sonra sana yararı olmayan şeyleri burada iken bırak. Bu şeyler üç kısımdır. Birincisi keyf ve zevk için kullanılan mübahlar. İkincisi ve daha kötüsü mekruhlardır. Üçüncüsü ve en kötüsü ise haramlardır. Bunlardan birincisi iki günde solan çiçekler gibidir. Bunlardan ikincisi bozulunca necaset haline gelen yiyecekler gibidir. Üçüncüsü ise cezayı mucib olan kaçak ve yasak eşya ve meyve gibidir. Ebediyet yolcusu olan bir insanın yükü birinci çeşitten bile olsa, bunlar bir iki günde solar, koku ve güzellikleri gider, ondan sonra bitmeyen yolculuk boyunca senin sırtında ağırlık olarak kalırlar. Onun yükü ikinci çeşitten olsa bunlar birkaç günde kokuşup bozulurlar ve ondan sonra kendisi bir gümber hammalı gibi onları taşımak ve pis kokularına dayanmak zorunda kalır. Onun yükü üçüncü kısımdan olsa bunlar kabir gümrüğünde yakalanır ve o kimse bunlardan dolayı cezalandırılır ve hapis cezasına çarptırılır. Allah Rasülü aleyhisselatü vesselam bu kimsenin kabrindeki durumunu şu hadisiyle haber vermiştir: “Ona cehenneme doğru bir kapı açılır ve oradan ateşle birlikte yılanlar, akrepler gelip kendisine musallat olurlar. Bu zehirli hayvanlardan bir tanesi yeşil bir araziye üflese, oradaki bütün otlar kururu ve o yerde bir daha bir şey bitmez, bunlar onu ısırıp dururlar, yer de onu sıkar ve kaburga kemiklerini kırarak birbirine geçirir..” “Onu sorgulayan iki melek balyozlarla onu döverler. Bu balyözlerle dağ dövülse un gibi dağılıp gider” İşte akibeti ve sonu bu olan şeylere karşı sevgi ve ilgi duymaktan sakın .Bunlardan hayatına girmiş olanları da ayıklayıp kendinden uzaklaştır. Bunlarda lezzet bulunduğunu bu yüzden terk edilmelerinin zor olduğunu söylersen o zaman sen bir hastayı düşün ve onun kararlılığından ders ve ibret al. Çünkü doktor ona lezzetleri şeyleri bırakıp acı olan ilaçları içmesi gerektiğini, aksi takdirde öleceğini söylediği zaman o ölmemek ve şifa bulmak umuduyla hemen bu öneriyi yerine getirir ve zararlı olan lezzetleri acı, ve şifa beklediği acıları da lezzetli bulmaya başlar. Çünkü akıl sahiplerinin görüş ve zevkine göre acı sonuçlar veren lezzetler acıdırlar, lezzetli neticeler veren acılarda lezzetlidirler. Ey Nefis! Dünya da mal ve servet mi istiyorsun ? Bil ki onu çok kimseler aldılar, ve fakat sonra acı bir ayrılıkla onu bırakıp gitmek zorunda kalmışlardır. Ey Nefis” Dünya da şan ve şöhret mi istiyorsun ? Bil ki bunu da çok kimseler buldular ve fakat sonra ölürken, bundan dolayı kazandıkları günahları düşünerek bir dağda üç koyun güden isimsiz ve şöhretsiz bir çoban olmuş olmayı temenni etmişlerdir. Ey Nefis! Çok yiyip içecek mi istiyorsun ? Bil ki ne kadar yiyip içsen, bu konuda eşeğe ulaşamazsın. Onun için himmetini yüksek tut ve hayvanların değil çoğu insanların bile yapamadıkları bir işi yap, bununla yükselip şereflen ve ebedi olan servet ve şöhreti ve tükenmeyen zevk ve saadeti kazan. Bu da Allahü Teala’yı sevmek ve onu karşı takva hayatını yaşamaktır. Ey Nefis! Kendine çok acı. Çünkü sen kendine acımazsan başkaları sana acımaz. Darbı meselde şöyle denilmiştir; “Zarara kendisi razı olana merhamet edilmez.” Onun için kendin razı olma ki acınmayacak duruma düşmeyesin. Nefsini yola getirip onu dünyayı sevmekten soğuyuncaya kadar bu hasb-ı hali sürdürmeye devam et. Bil ki bunu yapmak senin için başkalarıyla fikir tartışmalarına girmekten çok daha önemli ve çok daha faydalıdır. Çünkü başkalarının yanlışları direkt olarak sana zarar vermezler. Bunların düzeltilmesi de sana birinci elden fayda sağlamazlar. Onun için en büyük düşmanın olan ve sana direkt olarak en büyük zararı veren nefsini bırakıp başkalarıyla uğraşmaya heves etme. Kaldı ki Allahü Teala basiretini açmadıkça sen kimseye fikrinin yanlışlığına ve huy amelinin kötülüğüne inandıramazsın. Çünkü Allahü Teala hidayet verip iman nurunu nasip etmedikçe, herkes kendi fikrini, kendi inancını, kendi huyunu ve kendi fiilini ve amelini beğenir ve onları en güzel bulur ve onlara sahip olmaktan dolayı övünür. Kur’an-ı Kerim’de buna işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: “İnsan çok mücadeleci bir varlıktır.”(Kehf; 54) Önemli bir husus da şudur ki: İnsan kendi nefsini islah etmedikçe başkasını islah edemez. Kendi inanç ve fikrinin güzelliklerini, kendi amel ahlakıyla müşahhas hale getirmedikçe onların güzel olduğu yolundaki sözleri de inandırıcı ve ikna edici olamaz. Onun için nereden bakılırsa bakılsın öncelikle kendi nefsinden başlamanın gerekliliği ortaya çıkar. Ancak nefis köpek gibidir. Bu sebeble kolayca uslanmaz ve terbiye almaz. Onun bu huyunu bilerek terbiyesi ile devamlı uğraşmak ve nush ile uslanmadığı zaman kötekle onu yola getirmeye çalışmalıdır. Peygamberlere selam olsun. Hamd ve övgü de Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Rabbimiz Teala ve Tekaddes Hazretleri terbiyede azim sebat nasip etsin. Amin KAYNAKÇA 1.SÖZLER VE NOTLAR: Ömer Öngüt 2.cild, Hakikat neşriyat 2.DİNDE KIRK PRENSİP; İmamı Gazali. Abdulhak Duram. Yeni Şafak Yayımı 3.KİMYAYI SAADET; İmamı Gazali. Tercüman:Faruk MEYAN. Bedir yayınevi. KUR’ANDA TEMEL KAVRAMLAR; Ali ÜNAL, nil yayımları. 5.MARİFETNAME;Erzurumlu İbrahim Hakkı.. Sadeleştirme T.Ulusoy 6.DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ.. Yeni Şafak kültür armağanı 2009 7.DİNİ TERİMLER SÖZLÜĞÜ.. cild.2. Türkiye Gazetesi 8.İSLAM AHLAKI; M.Hadimi Hakikat Neşriyat İşbu naçiz çalışma Mehmet TURAN’ın Ekim 2018 Sohbet Metnidir. Düzenleyen osmanziya - 11-Kasım-2018 Saat 17:37 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 12-Kasım-2018 Saat 07:07 |
Hal.. havl.. havle.. hvl.. muhal.. mahal.. holy.. HAL.. nazar ve niyet gibi dahili durumları ve iç halleri gosterir.. lisanı hal denildiginde bu zenginlir anlatilir. Lisanı kal denince de konuşma dili söz konusu olur. HAL EHLI konuşmaya başlayinca butun sırri ve gizemi kaybolur.. ancak konuşma izni verilenler konuşur ki bunlar nebiler ve velilerdir. Hal ehli genel bir din ve tarikat ve zikir sahibi olur.
Din deyince sadece islamiyette değil diğer dinlerde de bulunur. Hatta yokluk ve hiçlik medeniyeti olan hindu ve budist dinler de vardir. Zaten kokeni burasidir. Bunlar genelde dunyaya.. ticarete.. siyasete.. sefehate karişmazlar. Manevi hayat telkin ve zikir içinde durur maddiyata karışmazlar. Bati medeniyeti tam tersine maddiyata ilim ve irade ile girer ona ve dunyaya ve guce ve kuvvete sahip olmaya çalışir. Islamiyet ise bu ikisi arasinda durur.. hem dunya hem ahiret.. hem maddd hem mana.. hem akil hem kalb dengesi kurar.. diye düşunuyorum. Dogrusunu Allah bilir. Sonnur Yaşar.. kim bilmiyorum.. amma Dinnur Yaşar ı Kast ediyorsanız o benim N. Ç. Bey kardaşım.. "konuşursa cehaletleri dökülür" anlamını düşünmedim.. HAL derin bir durumdur.. batını bir katmandır.. bu fakir yirmi yıldır bilim ve fikir ve usul ve yöntem bahsettiğim halde bir kişi bile arkamdan yürütemediğim halde HAL ehli olan mübarek bir zat ardında onlarca hakim.. doktor.. mühendis.. arkeolog.. iş adamı.. siyasetçi getirebiliyor. Çünkü adamın ve ahlakın ve maneviyatın hası oluyor. Ancak bizim islam coğrafyamız ve dünyamızda da üç yüz senedir batının ve maddenin ve gücüne esir oluyor.. son yirmi senede iki milyon insan ki bunlara müslümandır.. doğrudan ya da dolayı birbirini öldürüyor.. müslümanları birbirini telef ediyor. 300 yıldır belimizi doğrultamadık. Suçu gavura.. hristiyana.. yahudiye.. masona.. marksiste.. dinsize ve imansıza yükledik.. lakin biz ilmin ve imanın gereği olan sadakatı ve salahatı gösteremedik.. kıldığımız namaz ve tuttuğumuz oruç.. bizi ve birbirimizi kandırdı.. Oysa Bakara 177 oku.. ayetin tümünü oku anlarsın.. yüzünü kıbleye döndürmen ve namaz kılman.. birr değildir.. Osmanlı böyle içi kof olmasa yıkılır mı idi.. bunu görmemek cehalet değil gaflettir.. tarikat ehli dünya terk ettiğinden değil dünyaya karıştığından dolayı gerçekleşti bunlar.. şimdiki tarikatçılar tarikatçılık değil şeriat ve diyanet ve siyaset işine bulaştılar.. ne yapsınlar adamlar.. içinde yaşayabilecekleri diyanet dünyası yok.. cascavlak ortadalar.. şeriat dünyası yok.. sakin sakin işlerini yapsınlar.. siyaset dünyası yok kendilerini güvende görseler.. oysa gerçek ehli tarik dünyayı dünyalılara bırakır. ilimi ilam adamlarını.. fenni fen adamlarını.. hikmeti hikmet adamlarına.. san'atı san'at adamlarına.. kendisi batını dünyada meyvelerini toplar. İşte eskiden osmanlı böyle idi.. tarikat devlete ve dünyaya.. devlet ve dünya da tarikata karışmazdı.. ne zaman tarikat böyle bir lokma ve bir hırka.. anlayışını dünyaya bulaştırdı.. diyanet zayıfladı.. şeriat zayıfladı.. hakikat zayıfladı.. çünkü her işimiz gibi tarikatta sahteleşti.. zaten TARİKAT islami bir kurum değil islamdan önceki dinlerde bulunan İNSANİ bir durumdur.. ancak insanlar buna din rengi vermişler.. kuramını kurmuşlar.. gelirsen benim sayfamda değerli bir manevi yolcunun bu konuda açıklaması var.. görürsünüz. Gelelim özelimize Saygıdeğer Kardeşim.. ilmin varsa konuş insanlar hüner alsınlar.. yoksa sus seni adam sansınlar. Zaten insanlar konuşarak cehaletini de gösterirler.. ilmini de gösterirler. Belki ben cehaletimi gösterdim.. belki ilmimi gösterdim.. cehaletimi gösterdiysem alimler delillerin göstersinler.. beni aydınlatsınlar.. eğer bir bilgiyi.. bir doğruyu ve bir gerçeği göstermişsem baş göz üstüne desinler ve onlara bilmedikleri yeni bir görüş.. yeni bir düşünce.. yeni bir nesne ve ışık ve aydınlık sunmuşsam teşekkür etsinler. Saygıdeğer N. Ç. Bey kardeşim, dedikleriniz büyük bir oranda doğru.. haklısınız. Ancak toptan kabul ve toptan redd bu bizim azlık ve çokluk dünyasında geçersiz.. çok alim ve kamil ve fazıl kimseleri tanıyorum tarikattan.. lakin onların çağı geçti.. zihniyetleri yanlış.. bin yıllık gelenekten kurtulmak kolay değil.. dediğiniz gibi VASAT yol doğru (müstakim) yol.. Nebi-yi Zîşan da usvetünhasene.. yani kitab O’nun itaat ve ittiba noktasında bir numene-i imtisal olduğunu söylüyor.. tamam orta yol ve olağan yol.. ancak dünyayı gösteren de OLAĞANÜSTÜ nebiler ve veliler ile dahiler ve delilerdir.. bana gelince vasta bir insan değil.. DELİ bir insanım.. hasta bir adamım.. çok şükür öyle etrafı rahatsız etmiyorum lakin normal olmadığımı biliyorum.. Allah tüm hastalarla birlikte bana da şifa versin. Amin. Şehvet istismar edildiği şefkat de istismar edilir.. sadece şehvet ve şefkat değil.. cesaret ve cesasette kötü ve kötüye kullanılır.. sadece din değil dilde kötü ve kötüye kullanılır.. kötü ve kötüye kullanılan dil ve din yüzünden de dünya bozulur. Değerli kardeşim. Nedeni; "İnsanlar içinde Allah'a ve ahirete inandık diyenler vardır inanmıyorlar. Allahı ve müminleri kandırdıklarını sanıyorlar lakin kendilerini kandırıyorlar farkında değillerdir" Kitabın bu ilk sayfalarda olan uyarı çok korkunç ve pek müthiş bir açıklama. HUDA denilen "merkezî" illet; gışave, meker, seker, galal, gaflet, gabevet, ülfet, ünsiyet ve benzerleri perde perde örtülerle bizi sarmış ve sarmalamış aşama aşama HÜDA'dan perdeliyerek uzaklaştırır. Gurur, riya kibir, atalet, batalet, ve dalalet, hırs, hased daha bunları saymıyorum. Bu gibi illetlerle nefis ve şeytan.. bu gibi marazlarla tagut ve dünya dünya ve tagut.. küfre düşürür olmazsa şirke düşürür olmazsa fesada atar olmazsa fıska atar.. hiç bişey bulamazsa fecere olur çıkar. Bu nedenle adeta düşünce başımıza geçirilmiş bir çorap, dil ise onun üzerine geçirilmiş bir sepet gibidir. Bunun adına imtihan ve fitne ile müsabaka ve bela adını veriyorlar. Bütün bunlara bakarsak.. bizim mi yok tarikatçıların mı doğru yolda olduğunu açık ve kesin olarak bilmiyoruz. Benim bildiğim; şüphe ve teşbih ile müteşabih ve teşebbüh.. yani hepsi ŞBH kökü.. Huda'nın karşısında Hüda var.. peki Şübhe'nin karşısında ne var;SIDK.. ve bu sıdk da yeterli değil.. çünkü Şeytan olan Azazil de sadık idi.. fakat EMİN değildi. İşte bunun için en yüksek Kelime-i Tevhid; Lâ ilâhe illallahü el-Melikü el-Hakku el-Mübîn, Muhammedün Rasulullah Sadık-ül-va'dü el-EMİN. Yani işimiz zor.. Allah yar ve yardımcımız, Rasulüllah Şefaatcimiz olsun. Amin. Yukarıda günlük dilin düz yazısında adı geçen kavramları YBA ile çözümledik ve buradaki tabloda görüldüğü gibi konumlandırdık. Düzenleyen osmanziya - 12-Kasım-2018 Saat 07:55 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 12-Kasım-2018 Saat 14:58 |
Doğru yolu biraz daha açtık..
Önceki tabloyu kapalı görenler için bu elbette biraz daha kapalı görünecektir. Ancak daha sonra kapalı görenler için açık tabloları da sunacağız inşaallah.. Bu elliye yakın tablo olacak. Bu elliye yakın tablodan.. belki beşyüze yakın tablodan belki beş bine yakın tablodan sonra bu tabloda size açık ve seçik görünmeye başlayacak.. lakin kim bilir bazılarınız bu elliden sonra görmeye başlayacak.. Düzenleyen osmanziya - 02-Aralık-2018 Saat 00:42 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 01:56 |
nefis
nefs-i emmare ve nefsi levvame.. Aşağıda arz edilen NÜFUS-U SEB’A KURAMI’nda nefisler bir soğanın yapraklarının katmanları gibi birbiri içinde perdeler gibi tasarlanmıştır. Bu perdeler ard zamanlı ve sırayla açılan kabuklar olarak öngörülmüştür. YBA ile kurduğumuz insan modelindeki nefis ve akıl ile ruh ve kalb dörtlüsünden oluşan tasarımda ise , nefisler aynı tablo içinde EŞ ZAMANLI olarak bulunan latifelerden ibarettir. Tabloda nefsi emmare SOL yanda, nefsi levvame SAĞ yanda olarak yerleştirildi.. bu iki EMMARE ve LEVVAME yanlarının salınımı, insanda sürekli bulunan SEYYİE ve HASENE vechinin dalgalanmasının bir sonucu olan ZENB ve TEVB titreşiminin bir meyvesi olarak düşünülmüştür. Daha sonraki tablolarda buruda bulunan iki TENEFFÜS halinden başka AKLın mülhime’sinden ve KALBin mutmainne’sinden başka NEFSin marziyesi ve RUH’un raziyesi de gösterilecektir. Nefs-i emmare fail olup yaptığı ŞERR dolayısı ile SUİ yani kesbettiği SEYYİE ile aşağıya esfeli safilîn tarafına düşerken ZENB yani günah kazanır. Ancak bu günahından PİŞMAN olup geri dönerek.. NEDAMET edip tasaffi olup safileşmesi yönünde.. LEVM edip arınması istikametinde.. SAFLAŞARAK yukarı çıkması yolunda (ki bu yola TASAVVUF adı verilir) sual edip nefs-i levvame kabiliyetiyle HAYR'ı istemesi dolayısı ile HÜSN verilirken yani vehb edilen HASENE ile a'layı illiyîn tarafına çıkarken TEVBE ile SIFIR noktasına avdet eder. Nevbe.. nöbet.. yer değiştirme.. gerçekleşir ve eski halini alır. SIFIR noktasıdır YATAY çizgi. Ancak yatay çizgiye bir çizgi daha eklenerek EŞİTLİK çizgisi ortaya çıkar. varlık ve yokluk gibi zenb ve tevb de eşittir.. tamir ve tahrib gibi sui ve safi de müsavidir.. şerr ve hayr gibi emmare ve levvame de beraberdir.. İşte tabloda bu üç beraberlik birlikte YATAY olarak gösterilmiştir. Düzenleyen osmanziya - 13-Kasım-2018 Saat 08:39 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 01:59 |
nefis00
nefs-i mülhime ve nefs-i mutmainne.. nefsi razıye ve nefsi marzıyye.. Düzenleyen osmanziya - 13-Kasım-2018 Saat 08:36 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 02:02 |
nefis01
sadrı fuad ve sarfı ayad... |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 02:08 |
Nefs02
Hayra KABİL ve Şerre FAİL olan sonuçta SAİL bulunan.. Haseneye VEHBEN ve Seyyieye KESBEN NAİL olan.. nefisler.. |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 17:00 |
Nefs 03
Bir tablonun sağlam ve sağlıklı bir şekilde anlaşılması için bir önceki daha yalın tablonun izlenmesi.. imgelenmesi.. irdelenmesi ve incelenmesi gerekiyor. Tablo daki kutularda ve yumurtalarda ve çubuklarda yazılı sözcüklerin anlamlarının bilinmesi ve bilinmiyorsa sözlüğü bakılması lazımdır. Aksi halde tablolar giderek karmaşık hale gelecek ve siz tabloyu kontrol edemeyeceksiniz. Bu tablo Değerli Kardeşim Nazif Bey tarafından face de paylaşıldı.. orada şu açıklamayı yapıtım: Eyvallah.. Tablo; insan şerre etgen olarak fail olanve hayra edilgen olarak kabil olan bir SAİL..seyyieyi kesb eden (kazanan) ve haseneyi vehb (hibe ile edinen) bir NAİL'dir diyor. Sonuçta burada iyi ve kötü (hayr-şerr) FİİL ile iyilik ve kötülük (hasene ve seyyie) KASD birbirinden açık ve seçik olarak ayrılmıştır. Bu dördü ile dört nefis mertebesi arasında ilişki masaya yatırılmıştır. Burada sadece bir tasvir ve betimle.. konfigürasyan ve tasarım yapılmıştır.. bir hüküm ve karar verilmeden tartışmaya açılmıştır. Bu çok yönlü ve yanlı nesneler arasında ilişkiler görsel ve mantıksal olarak resmedilmiştir. Bu resme gelinceye kadar belki binlerce resim (tablo, şema) kurgulanmıştır tarafımdan.. bundan sonrada, ayadın tasarrufu (ellerin kulllanımı) ve fuadan tasadduru (gönlün çıkarımları) konusu tartışılarak değiştirililerek.. düzeltilerek yüzlerce kavramsal tasarım yapılabilir. Bilgi, sevgi, saygı ve sağlıcakla kalınız. Osmanziya Düzenleyen osmanziya - 02-Aralık-2018 Saat 00:41 |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 17:10 |
Nefis 04
Tabloları incelerken karmaşık gibi görünse de onların aslında DİKEY ve YATAY çizgilerden ibaret olduğunu anlamalısınız.. örneğin bu tabloya gelinceye kadar YATAY sutunlar halinde dizilmişti kablolar.. örneğin solda şerr ve sağda hayır.. onun altında solda marzi sağda razi.. onun altında soldada sui sağda hüsnü.. onun altında solda mutmainne sağda mülhime.. onun altında solda seyyie sağda hasene yazılmıştı.. bu tablo da ise DİKEY sutunlar yazılıyor. örneğin tablonun ortasındaki büyük yumurtada; yukarıda sarf aşağıda sadr yazıldı.. onun altında yukarıda emanet aşağıda vekalet yazıldı onun altında yukarıda mülk aşağıda melekut yazıldı. |
|
osmanziya
Kıdemli Üye Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010 Gönderilenler: 3402 Hak Puan : 5 Kidem : 6 OrtalamaHak : % 50 Irtibar :2 |
Gönderim Zamanı: 13-Kasım-2018 Saat 17:23 |
Nefis 06
Nefis 05 tablosunun Nefis 04 tablosundan hiç bir farkı bulunmadığı için buraya alınmadı.. Bu tabloda yukarıdaki HASSASİYET tarafına örtüler ve PERDELER yazıldı.. aşağıdaki HİSSİYAT tarafına da GÖLGELER ve örgüler yazıldı.. Burada dikey sutun, üstteki örtüler ve örgüler ile onun atındaki PERDELER ve GÖLGELER.. Peki bunlar ne anlama geliyor.. Sanırım duyumsadınız ya da anladınız.. fark ettiniz kavradınız.. ne anlama geldiğini uzun uzun anlatabiliriz.. ancak burada önemli olan ÖRTÜLER'in örgülenmiş olduğu ve PERDE'nin bir gölge meydana getirdiği olgusunu fark etmenizdir.. buna ayır ettikten sonra bu benzetmenin ne demek olduğu ve ne anlama geldiğini oturur uzun uzun konuşur ve tartışırız. Zaten tarikattaki tasavvuf yolu bu örtülerin ve perdelerin.. gölgelerin ve örgülerin farkına varabilmek konusunda yollar ve çareler ve çözümler aramak ve bulmaktır. |
|
Sayfa 5 Sonraki >> |
Forum Atla |
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |