Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Dünya
 YöntemBilim Forumu | Genel | Dünya
Mesaj icon Konu: YARATILIS VE EVRI M Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3386

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: YARATILIS VE EVRI M
    Gönderim Zamanı: 04-Ağustos-2024 Saat 18:07
YARATILIŞ VE EVRİM

Canlılık fizik olarak Karbon, oksijen, hidrojen, azot, fosfor ve sodyum, potasyum, kalsiyum gibi İNORGANİK beş altı elementin AĞIRLIĞINI bağlıdır.. elbette eser miktarda da olsa doksan temel elementten başkaları da bulunur.

Keza yaşam biolojik olarak şeker (karbonhidrat) ve yag (lipid) ve et (protein)   ORGANİK yapı, yapış ve yakı TAŞ’larına dayanır. Bu yüzden çevrimizde hava KARIŞIMI ve su BİLEŞİMİNE fena halde bağımlıyız. Fakat bunlardan beden kimyasında hormonlardan beyin kimyasında nörotransmitterlere .. beyaz kan hücrelerinden mesajcı RNAlara kadar tüm canlı yapıların temelinde PROTEİN yer alır. Çünkü bunların hepsi proteinlerden yapılmışlardır.


Bu proteinlerin birimleri AMİNO ASİTLER..
Bir proteinde ortalama 300 amino asit bulunur.
Amino asitlerinde 20 tür bulunur.
Şimdi bu iki katlı yapılanmada ortaya çıkacak farklı amino asit sayısı 10 üzeri 400’dür.
Gözlenebilir evrendeki atom sayısı ise on üssü 78 ila on üzeri 82’dür.

Bizim bu rakamları İDRAK etmemiz mükmün değil.. fakat bize KABA bir mikyasda teşbih yapmak imkanı verecektir. Bir ön fikir vermesi için şunu söyleyebilirim; çoğalma YİNELENEN artma ve YENİLENEN çeşitlenmeyi içerir. Yani bu muazzam nicelik ve nitelikçe özelliklerin bir ANLAMI bulunmuyorsa onların ANLATIMI ne işe yarıyor ?

Şimdi siz bu muazzam ÇEŞİTLİLİĞE ne dersiniz ?

Evrimci bir PROFESÖR bunu şöyle, yukarıda söylediğim rakamları kendi vererek, açıklıyor:



“Nokta, delesyon, insersiyon mutasyonlarını, mutasyonların genel olarak olarak görüldüğü hallerdi. (daha başka mutasyon türleri vardır). Delesyon ve insersiyon mutasyonlarının genelde ciddi ve sağlığa zararlı sonuçları olur. Ancak bazen yeni ve ilginç bir protein üretilmesiyle de sonuçlandırılır.
Nokta mutasyonlarına dönelim. Proteinde tek bir amino asidin değiştirilmesi ve bunun doğru amino asitten biraz farklı çalışmasıyla sonuçlanan bir mutasyonolduğunu düşünelim. Yukarıda belirtildiği gibi proten yine eski işini yapar ama belki biraz hızlanır ya da yavaşlar. İşte bu evrimin temel maddesi olabilir. Yeni versiyon onu taşıyan kişinin üreme başarısını düşürüyorsa zaman içinde popülasyondan çıkacaktır. Bunun tersine, yeni versiyon daha avantajlı ise popülasyonda zaman içinde eskisinin yerine alacaktır. Yeni versiyonbazı koşullarda eskisindendaha iyi bazılarında ise daha kötü çalışıyorsa popülasyoniçinde ilk versiyonla dengeli halde kalacak, insanların belli bir yüzdesi, eski versiyona kalan yüzdesi ise yeni versiyona sahip olacaktır. Bu durumda , söz konusu genin iki farklı forumda ya da varyantta, iki farklı “allel’ de geldiği söylenecektir. Pek çok gen birden fazla allel ile gelir. Sonuç genlerin fonksiyonlarında bireysel farklılaşmadır (Bu konuya bölüm 8 de ayrıntısı ile değinmiştik).

Son olarak, genetikle ilgili iki önemli bilginin çelişkili olması sonucu oluşan bir karmaşaya açıklayalım.
BİRİNCİSİ ortalama da tam (çift yumurta ikizleri) kardeşlerin genlerinin yüzde 50 aynıdır.
İKİNCİSİ, genlerimizin yüzde 98 ini şempanzelerle paylaşıyoruz.
Peki, o halde şempanzelere kardeşlerimizden daha mı yakınız ? Hayır !
İnsanlarla şempanzeler arasındaki karşılaştırmalar özellik türleriyle ilişkili. İkimizde de örneğin göz kas fiberi veya dopamin reseptörüne sahip olmakla ilişkili özellikleri toplayan genler var ve ikimizde örneğin solungaç, anten ya da tac yaprağına sahip olmakla ilişkili genler yok. Dolayısıyla karşılaştırma düzeyinde yüzde 98 oranında benzerliğimiz söz konusu. Öte yandan, iki insan arasındaki karşılaştırmalar bu özelliklerin versiyonlarıyla ilişkili. İkimizde de diyelim ki, göz rengi adı verilen şeyi kodlayan bir gen var ama ikimizde de aynı göz rengini kodlayan versiyon var mı ? Aynısı kan gurubu, dopamin reseptörü vb. içinmde geçerli. Bu karşılaştırma düzeyinde ise kardeşlerimizle yüzde 50 oranında benzerlik taşıyoruz. (Davranış, Robert M. Sapolsky sh.701 Pegasus Yayınları 2021 )

YARDUSEVR dizini içindeki DUSUNMA.. LATIFELER.. YARATEVRİM alt dizinleri içindeki dosyaları yani tabloları incelerseniz.. bu kombine kainat ile bu kompoze insan arasındaki ilişkiyi gayet güzel anlarsınız.


Eğer insan ESMASI ve kainat HÜSNA’sı şeklinde okumak   içinde ilim ve amele dayanan iman ve ihlas şarttır. Ancak emelleriniz ve elemleriniz de bulunmalıdır.

Bunlarda önce de OKUMALISINIZ.. okumadan hiçbir şey olmaz. İlk emir IKRA yani OKU idi.. KUR’AN kelimesi de OKUNAN anlamında.. yine bu ilk ayet bilinenlerden bilinmeyenlere giden yolunda KALEM ile YAZMA olduğunu söylüyor.. Yani birisi Kur’an okuyor ve hatta namaz kılıyorsa.. buna rağmen onunla ilim ve amel yapmıyorsa.. yani Kitabı okuyor kainatı (anlatımı) ve insanı (anlamı) okumuyorsa ve hatta yazmıyorsa.. bir şeylerin yanlış gitmesi de muhakkaktır. Biz risaleleri ve felsefeyi okumaya başlarken.. hiçbir demeyeyim ama fazla bir şey anlamıyorduk.. amma okuya okuya ANLAR hale geldik.. İnşallah sizde Kur’anı.. kainatı.. rasülü.. insanı okuya okuya KENDİNİZİ anlar hale geleceksiniz.

Osmanziya 04.08.2024

Not: OKUMA için iki örnek.. ikisi de ateist yazar.. Birisi 700 sayfada insanı anlatıyor. (Davranış, Robert M. SAPOLSKY sh.701 Pegasus Yayınları 2021 ) Diğeri 70 sayfada kainatı anlatıyor. (Carlo ROVELLİ FİZİK ÜZERİNE YEDİ KISA DERS Can San’at Yayınları 2018)



.
20240804_180749_YARDUSEVR.zip
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3386

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 06-Ağustos-2024 Saat 13:58
Değerli Kardeşim, karı değil eş abi,ruh eşine denk düştün mü ömür de güzel olur herşey yolunda gider haklısınız. RUH EŞİ önemli bir sözcük size katılıyorum. Ancak bazı sözcükler var, tedavülden düşmüş lakin bir onu yine kullanıyoruz.. KARI sözcüğü.. EFENDİ sözcüğü gibi. Bir de karı deyince köylü kadınlarını çağrıştırıyor. Ancak mesele erkek olan koca BAŞ ise kadın olan karı onun BOYNU oluyor. Bu erkek dağının başında bulunan KAR.. daha sonra unutuldu KOCAKARI'ye dönüştürüldü.. Bu gün ise ister erkek olsun.. ister karı artık fark etmez.. erkeklerden oluşan ailenin AKTİF tarafına KOCA.. kadınlardan oluşan ailenin PASİF tarafına KARI diyecekler.. İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN açtığı bu yol hızla ilerliyor. Böyle ailelerde çocuk üremez.. bunları da The Matirx'deki gibi insan tarlalarından çıkaracak. Ya da zaten insan türü kalmayacak.. androidler çıkacak..   EŞ de nerede çıktı.. koca sen benim amirim değilsin ben senin eşit'inimden çıkıyor.. Oysa bir AĞIRLIK merkezi olmayan hiç bir sistem yaşamaz. Bunlar fıtratı ve yaratalışı bozmaya adanmış acelisi olan Deccalin farkında olmayan etkisinde kalıyoruz. Sözümü açık söylerim bağışlayın.. çünkü edebiyat bilmem. Saygılarımla sağlıcakla kalınız. osmanziya yontembilim.com
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3386

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 07-Ağustos-2024 Saat 13:47
İLİM kulubünde başka yerlerde bilgi ve düşünce ve resim kopy-paste yapıp BİLİMCİLİK yapmak.. ya da yine benzer yöntemle DİNCİLİK yapmak.. bunların uzantısı olan EVRİMCİ ve YARATILIŞ kuramlarını savunmak.. hiç bir şey yapmaktan iyidir. "Bilime yönelirseniz o size her türlü sorunun cevabını verecektir.
Bu yaratıldı (!) dediğiniz an bilim biter hurafeler ve yalan başlar " diye anlatıma giriştiğinizde dediğimi kanıtlıyorsunuz. Ancak kendinizi bunlarda olmaya fikirleri koyduğunuzda DÜŞÜNMEYE başlamış oluyorsunuz. Benlik yapmazsanız burada DÜŞÜNME ürünlerini sunduğumda.. örneğin Evrim YARATILIŞ'ın resmidir dediğimde.. tıs yok. Çünkü evrim kadar devrimde bulunur.. yaratılış kadar buyruluşta olur.. deneyim kadar dayatımda bulunur.. dürülüş kadar dirilişte olur.. bunlardan dürülüşü.. deneyimi.. yaratılışı.. evrimi bir köşeye devrimi.. buyruluşu.. deneyimi.. dirilişi karşı köşeye koyabilirsek.. birazcık evrimi yaratılış.. yaratılışı evrim haline getirmekten kurtuluruz ve beni de eleştirmiş olursunuz. Ancak her birimizim bir KAPASİTESİ bulunur.. bu kapasitenin de bir KALİTESİ olur.. kapasitesi ve kalitesi olmayan sıradanlardan seçkinlerin tepkisi beklenmez.. beklersen sende sıradan olursun diyorum kendime.. size değil kendime yükleniyorum. Tanrı'yı arayanları Tanrı'yı kanıtlarsanız.. kendini TANRI sananlara ise ona insan olmanın yolunu göstermek gerekiyor. Zaten insanın kendini tanımadın.. dilini bilmeden.. dinini öğrenmeden yani kültürüyle yakınlık kurmadan TANRI'yı araması ve bulması da biraz zordur. osmanziya yontembilim.com




Bilim kulubünden Orhan Feryadi paylaşımı


Bilime yönelirseniz o size her türlü sorunun cevabını verecektir.
Bu yaratıldı (!) dediğiniz an bilim biter hurafeler ve yalan başlar
Hiç bir antik kitaplarda hücrenin adı bile geçmez ama bilimin varolduğu heryerde cevapları bulacaksınız.
İnsanlık hurafelerden kurtulacak ve kendi gerçekligine mutlaka ulaşacaktır.
Dünyadaki yaşam ilk olarak, en az 3,8 milyar yıl önce, Yerküre’nin oluşumundan yaklaşık 750 milyon yıl sonra ortaya çıktı. Yaşamın nasıl ortaya çıktığı ve ilk hücrenin nasıl oluştuğu, bu olaylar laboratuvarlarda sıfırdan ve bir bütün olarak tekrarlanamadığı için, hep bir spekülasyon konusu olmuştur. Bununla birlikte, bazı deneysel yöntemler, sürecin bazı aşamalarına ilişkin önemli kanıtlar sunmaktadır.
İlkin Yerküre atmosferinde var olduğu düşünülen koşullarda basit organik moleküllerin oluşabilecekleri ve kendi kendine makro moleküllere polimerize olabilecekleri ilk kez 1920’li yıllarında önerilmiştir. Yaşamın oluşmaya başladığı zamanda, Yerküre atmosferinin çok az veya hiç serbest oksijen içermediğini, esas olarak CO2 ve N2’den ibaret olduğu ve daha az miktarlarda H2, H2S ve CO gibi gazları içerdiği düşünülmektedir. Böyle bir atmosfer, güneş ışını veya elektrik boşalması gibi bir enerji verildiğinde, organik moleküllerin kendiliğinden oluşabildiği redükleyici bir ortam sağlar.
Organik moleküllerin kendiliğinden oluşumları, deneysel olarak ilk kez 1950’lerde, Stanley Miller’in ( o zamanları lisansüstü öğrencisi) su varlığında H2,CH4 ve NH3’den oluşan bir karışıma elektriksel kıvılcımlar göndererek, bazı amino asitlerde dahil çeşitli organik moleküllerin oluştuğunu göstermesiyle kanıtlamıştır. Her ne kadar Miller’in orijinal deneyleri ilkel Yerküre şartlarını tam olarak karşılamıyor olsa da, ilk canlı organizmaların ortaya çıkışına temel materyal sağlayan organik moleküllerin kendiliğinden sentezlenmesinin mümkün olduğu açıkça ortaya koymuştur.
Makromoleküllerin Evrimi
Evrimde ikinci basamak, makromoleküllerin oluşumudur. Makromoleküllerin monomerik yapı taşlarının makul prebiyotik koşullarda kendi kendilerine polimerleştikleri gösterilmiştir. Örneğin kuru amino asit karışımlarının ısıtılması, polipeptitlere polimerize olmalarına yol açar. Ancak, yaşamın başlangıcını sağlayan makromolekülün en önemli özelliğinin, kendini kopyalama yetisi olması beklenir. Sadece, kendine yeni kopyalarının sentezini yapabilecek bir makromolekül, çoğalabilme ve daha fazla evrimleşme yeteneğine sahip olacaktır.
Günümüz hücrelerinde bulunan en önemli iki önemli bilgi taşıyan makromolekül sınıfından (nükleik asitler ve proteinler) sadece nükleik asitler kendi kendini eşleme yeteneğine sahiptir. Nükleik asitler, tamamlayıcı nükleotitlerin özgül eşleşmesi sayesinde, kendi sentezlerine kalıplık yapabilmektedir.
Moleküler evrimin anlaşılmasında kritik bir aşamaya, 1980’li yılların başında, Sid Altman ve Tom Cech’in laboratuvarlarında RNA’nın, nükleotid polimerleşmesi de dahil bazı kimyasal reaksiyonları katalizleyebildiğinin gösterilmesiyle ulaşıldı. Daha sonraki çalışmalar, RNA’nın bilinen katalitik aktivitelerinin alanını genişletmiş, bir RNA kalıbından yeni bir RNA ipliğinin sentezini yöneten RNA molekülleri tanımlanmıştır. Böylece RNA, benzersiz şekilde, hem kendi replikasyonunu katalizleyip hem de kendi sentezine kalıplık yapabilmektedir.
Sonuç olarak, RNA’nın ilk genetik sistem olduğuna inanılmakta ve kimyasal evrimin erken evrelerinin kendini eşleyen RNA moleküllerinden temel aldığı düşünülmektedir. Evrimin "RNA Dünyası" olarak adlandırılan bir dönem, RNA ile amino asitlerin kurala bağlı etkileşimleri daha sonraları günümüz genetik şifresine gelişmiş, nihayet genetik madde olarak DNA, RNA’nın yerini almıştır.
Günümüz hücreleri, genetik materyal olarak DNA’yı kullanır ve DNA’nın replikasyonu ve genetik bilginin ekspresyonu için aynı temel mekanizmaları işletir. Genler, DNA’nın protein veya RNA kodlayan segmentine karşılık gelen, kalıtımın fonksiyonel birimleridir. Genin nükleotit dizilimi "transkripsiyon" olarak adlandırılan bir işlemle RNA’ya kopyalanmaktadır. Protein kodlayan RNA’ların nükleotid dizilimleri, "translasyon" olarak adlandırılan bir işlemle proteinin amino asit dizilimini belirlemek için kullanılır.
RNA'nın Kendisi Eşlemesi: Nükleotidler arasında tamamlayıcı eşleşmeler komplementer olan yeni bir zincir sentezlemek üzere, tek zincirli RNA'ya kalıp olma imkanı verir.
İlk hücrenin kendini eşleyen RNA’nın "fosfolipitlerden" oluşan bir zarla kuşatılmasıyla ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Fosfolipitler, prokaryotik ve ökaryotik hücrelerin plazma zarları da dahil olmak üzere, günümüz biyolojik zarlarının temel bileşenidir. Zar oluşturan fosfolipidlerin en önemli özellikleri "amfipatik" moleküller olmalarıdır. Yani molekülün bir kısmı suda çözünebilirken diğer kısmının çözünmemesidir. Fosfolipidlerin, fosfat içeren ve suda çözünen (hidrofilik) baş gruplarıyla bunlara bağlı, suda çözünmeyen (hidrofobik) uzun hidrokarbon zincirleri bulunur. Suya konulduğunda fosfolipitler kendiliğinden, fosfat içeren baş grupları dış suyla temasta, hidrokarbon kuyrukları içeride birbirleriyle temas edecek biçimde bir çift tabaka oluşturmak üzere bir araya toplanırlar. Böyle bir fosfolipid çift tabakası iki uslu bölme arasında dayanıklı bir bariyer oluşturur. Örneğin, hücrenin iç kısmını dış çevresinden ayıran.
Kendini eşleyen RNA’nın ilişkili diğer moleküllerle birlikte fosfolipid zar içerisine alınması, kendini çoğaltabilen ve daha ileri evrimleşebilen bir birim olarak korunmalarını sağlamıştır. Aynı zamanda RNA yönetimli protein sentezi de gelişmiş olabilir ve bu durumda, ilk hücrenin kendini eşleyen RNA ile onun kodladığı proteinlerden oluştuğu söylenebilir.
"Evrim Ağacı"

IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk