Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Yöntembilim
 YöntemBilim Forumu | Yöntem Bilim | Yöntembilim  
Mesaj icon Konu: noroloji ve lojik.. Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3299

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: noroloji ve lojik..
    Gönderim Zamanı: Bugün Saat 13:15

Eskiden işler kolaydı BİR yere bağlıyorduk.. sonraTEK.. TEK.. başka ÇENGELLER çıktı.. örneğin dilleri.. ikinci adem NUH aleyhisselamın oğulları olan Sam.. Ham.. Yafes kişilerinden bütün dillerin çaktığı ve fakat BABİL kulesiyle efsanesi ile insanların birbirlerinin dillerini anlamaz hale geldikleri öyküsüne bel bağladık. Diller için zaten sorun yoktu.. ADEM aleyhisselam bir dil öğrenmiş olarak (Talim-i Esma) ile yer yüzüne BİNDİRİLMİŞTİ.. fakat hayatta ve şuurda bu ORTAK ATALAR.. kaldırıldı.. yeni KÖKENLER aranmaya başlandı.. dikkat ederseniz köken.. ortak.. ata.. temel.. sözcükleri bir BİRLİK arayışıdır. Peki neden bu BİRLİK'in çekminden kurtulamıyoruz ?

Bu başka alanlarda da söz konusu bir BİRLİK'ten kaçıyoruz ancak mutlaka başka bir BİRLİK arıyoruz. Örneğin TEK bir TANRI'dan din olarak kaçıyoruz lakin bilim ve felsefede yeni BİR tek TANRI.. köken.. temel.. ortak.. kuram.. sebeb.. arıyoruz. Bu esasların esası.. kanunların kanunu.. kuralların kuralı.. koşulların koşulu.. konuların konusu.. arayışımız BİRLİK buluncaya kadar sürece ve taharrisinden vaz geçemeyeceğiz.

Başka çok misaller bulunuyor.. din kabul etmiyoruz.. sorumluluk kabul etmiyoruz.. gözleyen melekleri kabul etmiyoruz ve fakat ancak SİMİLASYON KURAMI üzerinde düşünüyoruz. Yani her birimizin bir program olup izlendiğini düşünebiliyoruz.

Bir de şu var ki birlik ve yineleme ve süreklilik bir süre sonra bizi sıkıyor ve bunaltıyor teklik ve yenileme ve süreksizlik istiyoruz.. hatta bu gereksinim hedefleri arayışın gayelerinden daha önemli hale geliyor.. önemli olan bu gereksinim karşılanır karşılanmaz bu sefer arayışın amacının değeri kendini anımsatıyor ve biz bu İKİLİ YAPIMIZLA birlİkte hangi İŞLEVİ gördüğümüz sorunu çıkıyor.. biz zaten önce başlat sonra bitir yasası içinde SORUNLU bir var oluşuz.. sorunsuz ve mükemmel değiliz.. bunun anlamını da arıyoruz..


Tanrı Tanırlık.. konusuna gelince.. bu çok sahte-gerçek tanrıların bolluğunda onlara Tanrı Tanırlığa çağırmak.. abes kaçıyor.. adem zaten ben Tanrı'yım demese bile elindeki güç ve olanak ve yeteneklerle "sonsuzluk" hariç pek çok yoksulluk, hastalık ve ihtiyarlık sorununu çözüyor. Bu arkadaşları Tanrı'ya çağırmak yerine önce İNSAN olduklarını bir hatırlatmak hatta inandırmak gerekiyor. Elbette insan olmazdan islam olunmaz fakat insan islam olmadan kurtulmaz. Bunu açık ve seçik olarak herkesin önüne koymak gerekiyor. Artık bu da yetmiyor Tanrı Tanırlıktan Tanrı TANIKLIĞA geçmek bekleniyor.

Tanrı tanıyan Tanrı ile konuşmayınca inanç hep kuramsal kalmaya mahkumdur. Her Tanrı Tanır ile Tanrı "mutlaka" bir şekilde kitab ile.. kainat ile.. insan ile.. hatta kendi beni ile konuşur. Ancak çoğu kimse bu DOLAYLI konuşmaları ve işaretleri ve delaletleri ve alametleri anlamayabilir.

Aslında her insan kendinde tecelli eden Esma-i İlahiye ile.. yani mesleği ve meşrebi ile sürekli konuşmakta, etkileşim ve iletişimde bulunmaktadır. Ancak bu konuda çeşitli sorunlar ortaya çıkar.   


şimdi sorunlarımızdan ve arayışlarımız biri de BEYNİMİZ ve MANTIĞIMIZ arasındaki ilişkiler.   







Paylaşım için teşekkür ederim Hocam. Suretlere ile şekilleri birbirinden ayırt etmeye çalışalım.. bunu yapabiliyor muyuz ? Buna oldukça zorlanırız. Yapabileceğimiz tek şey; surete başka bir isim örneğin "Biçim".. şekile başka bir isim örneğin "Tasarım" demektir. Bu da bizi Seassure'un ünlü metoforuna getirir "Dil ve düşünce bir kağıdın iki yüzü gibidir, birini yırtarsan öbürünü de yırtarsın" Oysa ondan önce Kant daha derine inmişti. Kör görüler ve boş kavramlar. Sonuçta bu gün Nöro Log' lar beyin ve davranıştan öte geçemiyorlar. Ancak bu arada bilgi teraküm ediyor ve yeni telahuklar ortaya çıkıyor. Bu da iyi bir şey. Osmanziya



Kitap:

https://www.metiskitap.com/catalog/book/36648

Walter garip davranıyordu. Arkadaşları ya da ailesi geldiğinde, doğrudan onunla konuşmadıkları takdirde hepsini görmezden geliyordu. Onlar ses çıkarana kadar sanki orada değillermiş gibi davranıyordu. Oturma odasında yürürken önce sehpaya çarpmış, ardından duvara toslamıştı. Kahve fincanına uzanırken epey farkla fincanı ıskalayıp vazoyu devirmişti. Elli beş yaşındaki Walter görme sorunu olmasına rağmen, nedendir bilinmez, gözlerinde bir sıkıntı olmadığını söylüyordu. Ailesi Walter’ın sorunu neden inkâr ettiğini merak ediyordu. Neden yardım istemiyordu? Şaşkınlığa kapılan aile onu bir nöroloğa gitmeye ikna etti. Walter istemeye istemeye de olsa kabul etti. Nöroloğa gittiğinde aralarında şu diyalog geçti:
NÖROLOG: Nasılsınız?
WALTER: İyiyim.
NÖROLOG: Bir şikâyetiniz var mı?
WALTER: Hayır. Her şey mükemmel.
NÖROLOG: Görmenizde bir sorun var mı?
WALTER: Hayır. Gayet iyi görüyorum.
NÖROLOG (bir kalem göstererek): Peki bunun ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
WALTER: Doktor, burası öyle karanlık ki göz gözü görmüyor.
Pencereden gelen gün ışığıyla oda epeyce aydınlıktı.
Yine de doktor onun suyuna gitti.
NÖROLOG: Işığı yaktım. Şimdi görebiliyor musunuz?
WALTER: Bakın, sizinle oyun oynamaya hiç niyetim yok.
NÖROLOG: Pekâlâ. Hiç değilse nasıl göründüğümü söyleyebilir misiniz?
WALTER: Elbette. Kısa boylu, toplu birisiniz.
Aslında ince, uzun boylu bir adam olan doktor, Walter’ın sorununun kör olduğunu inkâr etmekten ibaret olmadığını anlamıştı. Walter aslında durumun farkında değildi. Hezeyan mı geçiriyordu? Erken evre Alzheimer hastası mıydı? Belki de bir psikiyatristle görüşmesi gerekiyordu.
Nörolog, Walter’ın görme kaybıyla her şeyin yolunda olduğu sanrısı arasında bir bağlantı olduğu sonucunu çıkarabilmişti. Ne var ki bu bağlantı davranışsal testlerle belirlenemezdi. Walter’ın beyninin içine bakması gerekiyordu. Çekilen bilgisayarlı beyin tomografisi (BT) Walter’ın, görme duyusunu işleyen oksipital lobunun her iki tarafında hasara neden olan masif bir inme geçirdiğini ortaya çıkardı. Bu, körlüğünü açıklıyordu. Ancak BT başka bir şey daha gösterdi: sol pariyetal lob hasarı. Pariyetal lobun pek çok işlevinden biri duyusal sinyallerin, özellikle de görsel olanların yorumlanmasına yardım etmektir. Oksipital lobdan gönderilen görsel enformasyonu derleyip birleştirerek dünyanın derli toplu bir resmini oluşturur. Pariyetal lob görme sisteminin nasıl çalıştığını izler. Peki ya izleme işlevi bozulursa?
Walter’a, kör insanların kör olduklarını fark edemedikleri nadir bir bozukluk olan Anton sendromu tanısı kondu. Anton sendromu olan hastalar algı kusurları için “Gözlüğüm gözümde değil” ya da “Güneş gözlerimi kamaştırıyor” gibi bahaneler üretme eğilimindedirler. Bunun, görme sistemi ile onu izleyen beyin bölgesi arasındaki bağlantı kopukluğundan kaynaklandığı düşünülüyor. Bunun sonucunda beyin, görme sorunu olduğuna dair mesajı asla almaz. Walter bu yüzden kör olduğunu anlamamıştı.
Ama bu hikâye daha da derinlere iniyor. Walter kör olduğunu itiraf etmemekle kalmamış, semptomlarına alternatif bir açıklama getirmişti (“Burası öyle karanlık ki”). Walter’ın beyni kafa karıştıran bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Bir yandan beyni dünyayı algılamakta sorun yaşıyordu. Öte yandan, geçirdiği inme nedeniyle beyni görme sisteminin hasara uğradığını bilmiyordu. Görme sistemi salim olan birinde görme kaybını ne açıklayabilir? Ortam karanlık olsa gerek. Çelişkili enformasyon parçalarıyla karşılaşan beyin, bunları birbiriyle bağdaştıracak bir hikâye yaratmıştır. Üstelik oldukça iyi bir hikâyedir bu. Hatta kendi içinde mükemmelen mantıklı olduğu söylenebilir.
Bilinçaltımızın derinlerinde, gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz ve hatırladığımız her şeyi sessiz sedasız işleyen bir sistem vardır. Beynimiz, çevreyle etkileşim halinde olduğumuz her an sayısız duyumun sürekli bombardımanı altındadır. Beynin altında yatan mantık sistemi, tıpkı anlamlı hikâyeler yaratmak için kamera görüntülerini ve ses kayıtlarını toplayan ve düzenleyip montajını yapan bir film editörü gibi bütün düşünce ve algılarımızı, yaşam deneyimimiz ve benlik algımız haline gelen makul bir anlatı oluşturacak şekilde birleştirir. Bu kitap, altta yatan bu mantık ve onun, gerek en tuhaf nörolojik hastalıklarda gerekse en basit günlük duygu ve kararlarımızda, bilinçli deneyimimizi nasıl yarattığı hakkındadır.
Amacımız, popüler bilim ve psikoloji alanındaki diğer kitapların amacıyla benzer olacak: düşünme ve eylem biçimimizin altında yatan sebepleri keşfetmeye çalışmak. Ne var ki biz farklı bir yaklaşım izleyeceğiz. Beyinle ilgili karşılaşmış olabileceğiniz birçok kitap davranışçı araştırmalara dayanır ve kendi açısından aydınlatıcı olsa da genellikle beynin içine bakmadığından davranışın nereden geldiğini söylemez. Diyelim ki size bir kara kutunun içinde saklı bir makine verdim ve nasıl çalıştığını bulmanızı istedim, ama kutuyu açıp içine bakmanıza izin vermiyorum. Bütün o dişliler, makara ve kaldıraç sistemleri kara kutunun içinde gizli. Makinenin ne işe yaradığını nasıl değerlendirirsiniz? Altında yatan mekanizmaları inceleyemediğiniz sürece tek yapabileceğiniz, makineyi çeşitli biçimlerde kullanmaya çalışıp örüntü aramaktır. Buna göre makinenin nasıl çalıştığını çıkarabilirsiniz ama yine de işin içinde bir tahmin unsuru olacaktır. Bu, gerçek hayatta mühendislik ve yazılım geliştirme gibi alanlarda karşılaştığımız bir sorundur. Şifresine erişimi olmadan bir programın nasıl çalıştığını deşifre etmeye çalışan bir yazılım mühendisi düşünün. Kara kutu testi denen yöntemle yazılım mühendisi sisteme çeşitli girdiler (bir düğmeye basmak gibi) girip, çıktıları (neler olduğunu) kaydederek, gerçek içyapısı ya da mekanizması hakkında hiç bilgisi olmadan sistemin nasıl çalıştığına dair akıllıca tahminlerde bulunur.
Aynı yaklaşım günümüzde insan beynini incelemek için kullanılıyor. Örneğin Harvard, Yale ve MIT’den araştırmacıların yürüttüğü 2010 tarihli popüler bir çalışmada, seksen altı gönüllü, 16.500 dolardan satılan bir arabanın fiyatını düşürmek için düzmece bir pazarlığa katıldı. Gönüllüler teker teker, araba satıcısı rolünü oynayan araştırmacının karşısına oturdu. İşin hilesi şuydu: Katılımcıların yarısı sert tahta sandalyelere, diğer yarısıysa yumuşak minderli sandalyelere oturtulmuştu. Sonuç? Sert sandalyelere oturanlar sıkı pazarlık yapmıştı. Daha zorlayıcı davranıp arabanın fiyatını, rahat sandalyede oturanlara kıyasla ortalama 347 dolar daha aşağı çekmişlerdi. Minderli sandalyelerin rahatlığının etkisiyle diğer grup daha yüksek bir rakama razı gelmişti. Dergiler, kitaplar ve diğer yorumlar çalışmayı, yeni bir alan olan bilinçdışı biliminde kaydedilen bir diğer çığır açıcı gelişme olarak niteledi. Örneğin Ode dergisinde 2012’de yayımlanan bir makaleye bakalım:
“Sert sandalye etkisi”, insanda bilinçdışının sırlarını çözme ve onun inanılmaz güçlerinden nasıl faydalanabileceğimizi gösterme yolunda ilerleyen yeni araştırmalar selinin bir parçasıdır. ... Son on yıldır sinirbilimciler ve bilişsel psikologlar bu bilinçdışı işletim sisteminin şifresini yavaş yavaş çözüyorlar ve onu artık, durumun farkında olmayan deneklerde temizlikten ferasete her konuda belli eğilimler uyandırmak için kullanabiliyorlar.
Bu çalışma bana sandalyenin rahatlığıyla pazarlık gücü arasında bir ilişki olduğunu söylüyor ama bu etkileşimin nedenini açıklamıyor. Burada neyin “şifresi çözülmüştür”? Sertlik duyumu karar vermeyi nasıl etkiler? Hangi sistem iş başındadır? Diğer fenomenlere bağlanabilecek ve uygulanabilecek hangi model keşfedilmiştir?
Bu çalışma bir kara kutu testi örneğidir. Tıpkı yazılım tasarımcısı gibi, deneyi yapanların da altta yatan “şifre”ye erişimi yoktur. Girdiler ve çıktıların yönelimini gözlemlerler ama makinenin, o yönelimi oluşturan kritik mekanizmaları gizli kalır.
Bu kitapta, beynin kara kutusunu açıp içindeki mekanizmaları gözler önüne seren, insan bilincine dair soruları araştıracağız. Bu süreçte, insan deneyiminin en gizemli fenomenlerinden pek çoğunun, hatta basit günlük kararların dahi altında, yaşam deneyimimizin bağlantısızmış gibi görünen veçhelerini tek bir açıklamayla birleştiren farklı nörolojik devreler olduğunu göreceğiz.
Bu kitabın iskeleti sorularla kuruldu. Kafamda hep bir yığın soru vardır. Ben, arabanın arka koltuğunda oturmuş, anne babasına bir şey sorup da yanıtını aldıktan sonra, sürekli “ama neden?” sorusuyla onları deli eden çocuğun erişkin haliyim. Üniversitede bu eğilim beni soru sorma sanatı olan felsefeye itti. Felsefe bize net sorular sormayı, bir konuyu bütün yönleriyle açıklayan merkezi ilkeye ulaşana dek derine inmeyi öğretir. Eğitimim felsefeden sinirbilime, tıbba ve sonunda ikisinin kesiştiği tıbbi nörolojiye ilerledikçe, aynı titizliği yeni bir soru kümesinde göstermeye çalıştım: Karar verme mekanizması nasıl işler? Akıl hastalıkları düşünme biçimimizi nasıl etkiler? Beynimizle nasıl etkileşime gireriz ve beynimiz bizi olduğumuz kişi haline nasıl getirir?
Sorularımız bizi algı, alışkanlık, öğrenme, bellek ve dilin gizemlerine, benliğimizin ve kimliğimizin özüne götürecek. Uzaylılar tarafından kaçırılmaktan sahte gülüşleri yakalamaya, şizofreninin gerçek hikâyesinden cinayet işleyen uyurgezerlere, spor fanatiklerinin beyninden gıdıklanmanın sırrına kadar her konuya değineceğiz. Kara kutuyu açacağız ve sinirbilimin bulgularını elimizden geldiğince kullanarak bu davranışların izini, kaynaklandıkları beyin mekanizmalarına dek süreceğiz. Her yanıt yeni sorular doğuracak. Biz modern sinirbilimin yüz yüze geldiği merkezi soruları anlamaya adım adım yaklaştıkça, her soru-yanıt bir öncekinin üzerine eklenecek.
Bu kitapta beyindeki iki sistemin –bilinçli ve bilinçdışı sistemlerin– işleyişini takip ederek, bunların yaşam deneyimimizi yaratmak ve benlik algımızı korumak için nasıl birbirine paralel çalıştığını, daha da önemlisi birbiriyle nasıl etkileştiğini araştıracağız. Kitabın sonuna geldiğinizde, beyindeki bilinçdışı mekanizmaların davranışımızı yönlendirme biçiminde farklı örüntüler olduğunu anlamış olacağınızı umuyorum. Dünyaya ilişkin deneyimimizi, altta yatan bir sinirsel mantık (nöro-lojik) yönlendirir. Onu bir yazılım parçası olarak düşünebilirsiniz. Yapmamız gereken, bu mantık sistemini, sadece girdi ve çıktıları gözlemleyerek değil, onu oluşturan beyin sistemlerini araştırarak deşifre etmektir. İç yazılımımızın şifresini kırmanın, nörolojik ve psikiyatrik araştırmalar, insan ilişki ve etkileşimlerinin incelenmesi ve kendimizi anlamamız açısından geniş kapsamlı içerimleri vardır.
Peki, nereden başlayalım? Walter’dan kısaca bahsederken (kitapta sözünü ettiğim kişilerin isimlerini, hastaların kimliğini ve mahremiyetini korumak adına değiştirdim), görme donanımı ile o donanımı izlemesi gereken beyin sistemleri arasındaki bağlantı kopukluğu nedeniyle körlüğünü fark edemediğini söylemiştim. Ancak bir başka açıklama daha olabilir. Anton sendromlu hastalar dış dünyaya karşı kör olmalarına rağmen görüntüleri zihinlerinde canlandırabilirler. Birçok araştırmacı, Anton sendromlu kişilerin kör olduklarını hissetmemelerinin ikinci nedeninin bu olduğuna inanıyor: Bu hastalar hayal ettikleri görsel imgeleri gerçekten gördüklerini zannediyorlar.7 Dolayısıyla Walter’ın, nöroloğunun “kısa boylu, toplu” bir adam olduğunu söylemesi basit bir tahminden fazlası olabilir. Belki de Walter onu böyle hayal etmişti.
Walter doğuştan kör olmadığı için zihninde görsel imgeler yaratabiliyordu, ama ya öyle olsaydı? Doğuştan kör birinin kafasında görmenin neye benzediğine ilişkin bir kavram var mıdır? Böyle biri nesneleri ya da insanları zihninde nasıl “canlandırır”? Körler rüyalarında ne “görür”?



Düzenleyen osmanziya - Bugün Saat 16:01
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3299

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: Bugün Saat 13:23


hakaik.. hakikat... gerçek bir de salt olan GERÇEK



Gerçek.. hakikat.. hakaik ve dördüncü olarak SALT gerçek..
Gereksinimin gerçeği.. arayışın gerçeği.. gereksinim ve arayış içeren insanın gerçeği..
Dördüncü gerçek.. salt gerçek.. mutlak hakikat.. absolite realite..
Salt gerçek, adı üstün “salt” koşulsuz ve kuralsız..
tanımlanamaz ve kavranamaz ve anlatılamaz bir varlık ya da oluş..
Salt ben gibi salt gerçek insan aklının BOŞ bir idesi..
Sokrat onu BİR ve İYİ idesine dönüştürmüş..
Bilgi ve Buyruk.. bilim ve hukuk olarak dilimize yansımış..
Biz bunu iktisad ve adalet olarak hissediyoruz.
Ancak eğer salt ben ya da gerçek boş değilse baş olmalı…
Tanrısal Gerçek…
Bu gerçeği tanımlamada geometri bize yardımcı olabilir
Ve yöntembilimsel analiz anlama ve anlatma kapıları açılabilir.
Kabiliyet ve ability bize bir uç verir iki dilde doğudan ve batıdan
Olabilirliği ve olanağı açmada geometriden yararlandım.
MUTLAK’ı Salt’ı ikiye ayırırım.. ihata ve istila..
Merkezden çevreye yayılan İSTİLA.. belki buna DAİRE modeli uyar.
Çevreden merkezi kuşatan İHATA.. belki buna da ÇEMBER modeli.
Bu ikisi arasında ise İMKAN var.
Gerçek konusunda bazılarının hatta çoğunluğun aklı imkana da varamıyor.
İman, imkanı aşıp vucud-u vucuba geçebilmektir.
Bu yüzden kömürcünün imanı, filozofun bilgisini sağlar.
Filozofun kömürcüsü sollamasının bedeli de bu olmalı.
Ne kadar bilirse bilsin imkandan dışarı çıkamayan akılların
Bit (binary diğit) kadar bir değeri var.. imkan ve iman karşısında.

TEVAFUK T.T.

28.09.2015 face hatırlattı..
Çoğu zaman böyle olur.. günlük konular nedense tevafuk denilen tesadüflere dönüşüyor.. sadefinde bulunan lübb.. kışrı ve kabuğu ile uyarlanıyor.



Düzenleyen osmanziya - Bugün Saat 13:27
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3299

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: Bugün Saat 13:35
Hiç bir emir ve buyruk ve ögüt bulunmuyorken her şey İKRA (oku) ile başladı.. kainat kitabı.. insan kitabı.. rasul kitabı bizi KUR'AN kitabını okumaya çağırıyordu.. yüklenen evrene.. bindirilen dile.. din yazının icadiyle KİTAB olarak İNDİRİLMEYE başladı.. nebinin irsali ve kitabın inzali de lisanı bir halden başka bir hale çevirmeye başlayacaktı.. günlük dilden mantığından sonra doğan ilk dil bilimsel dilin matematiği oldu.. bundan sonra ana kıtadan felsefi bilgi ve dini dil kıt'aları olacak.. İnşaallah.

Tanrı TANIRLIK ve Tanrı TANIKLIK

TANRI tanımak ve TANRI'ya inanmaktan ayrı bir iştir.. aslında her iş tanımayla başlar.. sonra o tanıdığını görür, bilir, düşünür, anlar, bağlanır, güvenir ve inanır. İster kendini, ister başkasını, ister Tanrı'yı tanı.. bu iş hep böyle cerayan eder. Tanrı'yı tanımak ile Tanrı Tanıklık arasında Tanrı "inanma" sebebi süreci ve sonucu bulunur.

Tanrı niçin tanınır.. neden tanınır.. çünkü insan noksandır itmam edilmek eksikliğinin bütünlenmesi ister. çünkü insan kusurludur.. ikmal edilmek yetersizliğini yetkinleştirmek ister.. ilkine hacat ikincisini harrat diyorum.. gereksinim ve arayış dediğimiz iki faktör insanı bir AKTÖR haline getirir.

Tanrı bizim enaniyetimize iki kanat takmıştır ayniyet ve hürriyet.. yani benliğimize özdeşlik ve özgürlük iki EMANET vermiştir.

Bunu özdeşlikle dil ve bilim ve özgürlükle din ve hukuk inşa ettik. Bu arada kimliğimiz ve kişiliğimizle bireyselliğmizi.. nesne ve kimsemizle öznemizi..elde ettik fakat bir türlü nesne AR'ını ve kimse AD'ın yüklenen bir AT olduğumuzu kabullenemiyoruz.

Emaneti sahibine vermek istemiyoruz çünkü.. fakat vermekle iş bitmiyor.. bu sefer tersinden yanlışlar başlıyor..

Tanrı'nın önce başlat sonra bitir yani fena yasasının üstünde başsız ve sonsuz SALT varlığına zihnen çıkmak zor değil fakat bunun olgusal ve nesnel bir veri ve belgesini de arıyor insan.. işte bunu EVRENİN BAŞINININ olduğunu öngören bir BİG-BANG kuramı çıkmıştı.. zaten öteden beri Tanrı Tanımazlar.. evrenin başsız ve sonsuz olduğunu ve Tanrı'ya ihtiyaç olmadığını söylüyorlardı.. BigBang kuramı onların inancını bozdu.. sefer işler bigbang kuramını yıkmaya doğru yöneldi.. ve PARELEL EVRENLER kuramını çıkardılar. Yani İKİLİK işe çözmeye çalıştılar ve dikkat edilirse bu çatışmalar NEDENSELLİK ilkesinin zorlamasından çıkıyor. Tanrı'nın nedenselliği boş döngü ile çözülüyor.. fakat nedenselliğin bizim kafamızda amaçsallık gibi bulunan bir DÖNGÜ bulunDuğunu DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE özgürlük ve özdeşlik ile nedensellik ve amaçsallık dörtlüsü başımıza bir ÇORAP olduğunu ANLARIZ.

Kısaca düşünmek ve anlamak işi bir yere getiriyor ve fakat bitirmiyor.. çünkü tamamlanmak için bütünlenmek için.. bağlanmak ve güvenmek kanatları olan inanmayı gerektiriyor. Burada yazılan SÖZCÜKLERLE iş bitmiyor.. bunların sağlam ve sağlıklı bağıntılarını ortaya koyan BAĞLAMLAR gerekiyor. Bu da eli boş ve gönlü hoş özneleri gerektiriyor. ATLARIN bireyselliği ve öznelliği.. başlarındaki dil sepetlerinin ve başlarında düş çoraplarının sökülmesini zorlaştırıyor.

ATALAR.. kökler.. temeller.. âdemler.. ile ortaya konulan BİRLİK, bizi böyle çığlık çığlığa çağıracaktır. Fakat bizde çekimin ve çelimin zorlayıcı deneyimleri ile ona kulak tıkamaya sürdüreceğiz.. biz TEKLİK deki geçici yeniliklere ve bayatlayacak tazeliklere de meftunuz.

İşte önemli olan bu ikisini dengelemek değerli olanda bu dengeyi sürdürebilmektir.

Osmanziya

Sağlıcakla kalınız. 28.09.2024 17:14       

Düzenleyen osmanziya - Bugün Saat 17:14
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3299

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: Bugün Saat 18:47


[15:06, 27.09.2021] Mustafa BUĞUÇAM: KALB GÖZÜ.. aklın mizanı ve ibreti kadar kalbin insafı ve vecdi bulunur.. VİCDAN adı verilen bu latifemiz dışarıda görülen aklın medeniyeti kadar ve hatta ondan daha geniş bir medeniyetinin bulunduğunu İmamı Nursi Telvihat-ı Tis'a sında belirtir. Belki akıl bir kalem ise kalb bir LEVHA'dır.. levhi mahv ve isbat'ın bir aksi ve yansımasıdır. Aklı ve nefis ve ruhu didik didik ettimde kalbin okyanusunun sahiline bile varamadım.. belki bu aşktan uzaklığımdan.. merakımı aşk haline getirmememden kaynaklanan bir durum da olabilir.. lakin kalb gözünün akıl gözünden genişliğini bir benzetme ile göstermek istesem.. nefsi tad duyumunun alanı olan ağız içi ortam olarak tanımlarsak.. aklı koku duyumunun alındığı oda içi ortam olarak benzetebiliriz. Kalb ise bu durumda ses duyumunun alındığı şehir içi ortam olarak belirlenebilir.. akıl sadece dünü ve yarını nazara alırsa.. kalb maziyi ve atiyi nazara alır.
[15:24, 27.09.2021] Mustafa BUĞUÇAM: Baş gözünün görmesinin koşulları derken.. akıl gibi bu kalb gözünün koşullarını da sormuyorum.. Kalb gözünün LÜBA'sı TALEB eden bir LÜBB.. talib olmak ve talebe olmak ayrı bir format.. Hukuk suresi Bakara ile Bilim suresi Aliİmran arasında bulunan Ali İmran Suresinin ilk sayfasındaki METODOLOJİDE ilimde RASİH olanları ancak LUB sahibi olanların anlayacağını söyler.. rasih'in tersi Hasir.. Hasarete düşen yüzeyde ve düzeyde kalır derine ve dibe inemez.. derine inmenin de benim gibi kendi dünyasında haps olma anlamı taşımadığını da kalbin bir SIRR-I ZÜMRE olduğunu yazan göz bebeğinden anlaşılır.. zümrenin sırrını anlayan başat olur.. başarılı olur.. başkan olur. Akıl gözünü ördük.. kalb gözünü ördük.. amma bu ikisinin koşullarını sormadık.. burada RESMİ çizilen "baş" gözünün "gör"me koşullarını sorduk.. bu sorunun yanıtını bende elli yaşıma kadar bilmiyordum.. çünkü üzerinde düşünmemiştim ki.. çünkü konuyu merak etmemiştim ki.. elbette o zaman kadar gözün yapı ve işlevi hakkında biolojide ve kitaplarda çok şeyler öğrendim.. ancak bizzat müdrike ve müfekkiremin konuyu kavramak ve anlamak yolunda bir fehim ve fıkıh etkinliğinde bulunmamıştı.. hatta bu konu üzerinde bu güne kadar da durmamıştım.. fakat 24 eylülün evvelinde yazı tahtama bu soruyu yazdıktan sonra o gün misafir olan annemin 24 eylülün ahirinde dört yıldır baktığımız 10.katta bulunan odamızın penceresinden karşıdaki kale manzarası veren kocaman binayı sorması oldu.. dört yıldır bakıyorduk ve fakat hiç birimiz o binaya DİKKAT edememiştik.. o tahta yazısı ve bu gözlem.. bizim baş gözümüz üzerinde daha dikkat, önem ve özenle durmamıza vesile oldu...

28.09.2021 osmanziya
IP
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3299

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Gönderim Zamanı: Bugün Saat 19:09

Mehmet Gül PAYLAŞIMI:

Bey Kardeşim, değerli bilgiler teşekkür ederim. Higg parçacık mı alan mı ? Fakat alan da olsa parça da olsa.. Aristo'nun ESİR kuramının bir başka anlatımı olmuyor mu ? kütle ve enerji.. yapı ve işlev gibi.. karanlık madde ve karanlık enerji.. hatta varlık ve olay gibi.. ALAN ve KUVVETLER atom altı alanda aynı işlevi görmüyorlar mı ? Sonuçta dilimiz ya da düşüncemizde mi veya "dış"ımızdaki ya da"iş"imizde olduğu anlaşılmayan NESNELERE isim vererek bunların nesnel "gerçek" olduğunu var sayımları.. elbette hayal değil.. çünkü biz bu "matematiksel" nesnelerle teknolojik olarak yararlanıyoruz. Hatta bunlarla bilimsel bilgimizi genişletiyor ve geliştiriyoruz. Burası BİLİM KULÜBÜ.. ancak bilimin "üstünde" felsefeye hatta dine dönük yanlarını da söz konusu etmek istedim. "Fotonun kütlesi yok, neden ışık hızından daha hızlı seyahat etmiyor?" paylaşımcının soru hala yanıt bulmuyor. Çünkü kütle iki güçle etkilenir.. çekim (grivatisyonel dalga) ve radyasyon (em çekim).. kütle bulunmadığında ve bu nedenle de iki çekim kalktığında.. ortaya boşluk ve yokluk ve hiçlik gibi gizemli KAVRAMLAR giriyor.. sonuçta bu işin KÖR dil ve BOŞ düş karanlığıyla kararması da olağan bir durum. Hatta bu yazı daha da kararttı.. bununla beraber biraz da olsa düşünmeye çalışma ve anlamayı becerme ve inanmayı başarma yolunda iyi şeyler.. Saygılarımla. osmanziya 28.09.2024

Mehmet GÜL


Bey Kardeşim, değerli bilgiler teşekkür ederim. Higg parçacık mı alan mı ? Fakat alan da olsa parça da olsa.. Aristo'nun ESİR kuramının bir başka anlatımı olmuyor mu ? kütle ve enerji.. yapı ve işlev gibi.. karanlık madde ve karanlık enerji.. hatta varlık ve olay gibi.. ALAN ve KUVVETLER atom altı alanda aynı işlevi görmüyorlar mı ? Sonuçta dilimiz ya da düşüncemizde mi veya "dış"ımızdaki ya da"iş"imizde olduğu anlaşılmayan NESNELERE isim vererek bunların nesnel "gerçek" olduğunu var sayımları.. elbette hayal değil.. çünkü biz bu "matematiksel" nesnelerle teknolojik olarak yararlanıyoruz. Hatta bunlarla bilimsel bilgimizi genişletiyor ve geliştiriyoruz. Burası BİLİM KULÜBÜ.. ancak bilimin "üstünde" felsefeye hatta dine dönük yanlarını da söz konusu etmek istedim. "Fotonun kütlesi yok, neden ışık hızından daha hızlı seyahat etmiyor?" paylaşımcının soru hala yanıt bulmuyor. Çünkü kütle iki güçle etkilenir.. çekim (grivatisyonel dalga) ve radyasyon (em çekim).. kütle bulunmadığında ve bu nedenle de iki çekim kalktığında.. ortaya boşluk ve yokluk ve hiçlik gibi gizemli KAVRAMLAR giriyor.. sonuçta bu işin KÖR dil ve BOŞ düş karanlığıyla kararması da olağan bir durum. Hatta bu yazı daha da kararttı.. bununla beraber biraz da olsa düşünmeye çalışma ve anlamayı becerme ve inanmayı başarma yolunda iyi şeyler..   Saygılarımla. osmanziya 28.09.2024
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk