Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Yöntembilim
 YöntemBilim Forumu | Yöntem Bilim | Yöntembilim
Mesaj icon Konu: illet treni ve akibet a-sensör-ü(Kapalı Konu Kapalı Konu) Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 3589

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

bullet Konu: illet treni ve akibet a-sensör-ü
    Gönderim Zamanı: 22-Kasım-2012 Saat 16:39

 

 

 

 

 

 

İLLET TRENİ VE AKİBET A-SENSÖRÜ

 

LAZIM dizini içindeki dizin ve  dosyalar

 uploads/20121122_165801_LAZIM.rar

 

Olanak ile avanak.. olasılık  ve salatalık..

olasılığı ve olanağı sevmediğimiz ya da düşman olduğumuz zamanlarda onlarla alay etmek üzere kullandığımız sözcüklerdi.. diline düşman olanın aynı zamanda dinine dahi  yabancı olacağını  bilmediğimiz “cahil”iyyet devrimizden kalan çocukça anılar bunlar.

 

Gerçekten de  olanak;  avanak avanak dolaşan bir “ak”ımdır. Rast gele ilerleyen ve gelişi güzel yürüyen yolcu için söylenebilecek en yerinde bir tanımlamadır  avanaklık. Buna zuhurata tabi olmakta denilebilir. “Ol-an-ak”ın “AK”ı için denilebilecek bu girişten sonra bir de “AN”ı için birkaç kelam edelim.. Eğer imkanlar ve mümkünat için bir birim düşünülecek olsa buna en uygun Türkçe terim “an” olacaktır; bir lemha, bir lahza, bir tarfe bir göz kırpacak kadar geçen zamandır günlük dilde.. yoksa matematik olarak santimetrelerin ve gramların on üssü büyüklükleri ve küçüklükleri gibi “saniye”lerin dahi düşünülebilecek ve hesaplanabilecek alt birim ve parçaları vardır. Ancak bütün bunların dil de  ve din de adı AN’dır.

 

Olanak’ı anlayan.. dini de anlar dili de kavrar.

 

“Ak” ve “An”dan sonra  gelelim “OL”a..

 

Taşkın Tuna Bey “Ol Dedi Oldu” kitabında Tanrı’nın kainatı nasıl oldurduğunu anlatıyor. Merakı ölmemiş yaşlılara, arayışı solmamış aydınlara ve öğrenmesi sararmamış gençlere duyurulur. Bir ömür boyu gerekli diye beynini lüzumsuz pek çok bilgilerle dolduran insanlar için büyük bir boşluğu dolduracak bir eser. Kainatın büyük boşluğunu nasıl doldurulduğunu öğrenmenin, insanın içinde büyük bir boşluğunu kapatacağı muhakkak…

 

Olanak.. yöntembilimsel analizle şöyle yazılabilir:

 

 

OL   AN    AK

 

Bu yatay yazıyı soldan sağa doğru okursak.. ol’an önce an’ılır sonra akar.. ya da tersine sağdan sola doğru okursak.. ak’an önce anılır sonra olur.

 

Ancak “olanak”ı böyle ard zamanlı ve   yatay değil de eş zamanlı ve  dikey olarak yazmayı severim:

 

AK

 

OL

 

AN

 

 Ol’an aynı zaman da  aktığı gibi anılır ya da aynı zamanda an’ıldığı gibi akar.. zam-an.. an’a yapılan zam’dır.  Bu zamda bir nesne ak’ar  ya da bir kimse an’ar.. an-cak; oluş ve ölüş eşittir. Ol-an-ak’ta ya da öl-an-ak’ta.. nedense insanlar olumsuz anmayı sevmezler de öl-an-ak’tan daha çok hep ol-an-ak’ı ünlerler de öl-an-ak’ı unuturlar.  Olanak, “Tarafeyni mütesaviyendir” der imamı Nursî (R.A). Yani iki yanın ya da iki yönün müsavi olmasıdır ve bunun en genel tanımı da varlık ve yokluğun eşitlidir.

Öyle ise yukarıdaki diyağram şöyle olacaktır.

 

AK

 

Ö --- L --- O

 

AN

 

Anda itibar edilen olum ya da ölüm akda ihdas edilir,

Yani O’nun izni ve inşası ile olumlu veya olumsuz durum ya da devim ünleme veya unutma itibar ve ihdas edilir. Çünkü emir ve halk O’nundur.

 

Aslında bu iletinin dizini içindeki tabloları powerpoint sunusu ile gösterecektim.. ancak buna olanak bulamadım.. ölanak oldu.. bulmak ve olmak.. iki  noktadır.. bulmak “vecd” olanağı,  olmak ise “kevn” olanağıdır.. Genelde ilk incisini  “iç”te ikincisini “dış”ta görürüz. Daha doğrusu öreriz.

Ben, ilkine ŞEKİL ikincisine SURET adı veririm.. içimizde bulduğumuz tasarımlar şekil, dışarıda olan biçimler ise surettir.

 

Attığım değişkenler, atadığım değerler tuttu mu ?

 

Artık buna yükleyenler ve yargılayanlar karar verecektir.

 

Yine olanak’a girdik.. konuya giremedik..

 

Eğer sunu yapabilseydim belki biraz daha açık ve seçik anlatım yapabilecektim.. ama AÇMAK  istediğim KONU şu olacaktı:

 

Yapmak için bilmek yetmez; sevmek ve istemek  dahi lazım.

Bilmek için görmek yetmez; anlamak ve inanmak dahi lazım.

 

Kâzıma lazımlık lazım…

Lüzumsuz lafları sevmezler.. ayıp sözler hoşa gitmez

fakat tam yerine geldi mi manzara konulur.

LZM kökü ne anlama gelir , gereklilik adı ne bildirir ?

 

 

Hürrî lüzum ve ol-malı’lık ile ayni  zaruret ve olur-lu’luk  

bize İCABI verir.

Peki SELB neden müteşekkildir ?

Muhtemel ve bedihî olan ile meşrutî ve bedii olandan!

O zaman kesreti selb edip, vahdeti icab eden

Zihnin lüzumu  ile cesedin lazımlığı arasındaki fark

Laz uçar da kaz uçmaz mı arasındaki fark kadardır.

Çünkü ikisinin de kanadı kısa  ve aklı kısadır.

 

Şimdi siz bu dil oyununu aklın bir köşesine atın ve yukarıda bold / kalın olarak dizdiğim tümceye bakın. Zaten anlatımı muğlak ve anlamı mübhem bu söz ve sözcükleri okur için değil gelecek yazar için kaydettim.   

 

Önce birinci tümceyi bir yineleyelim

 

Yapmak için bilmek yetmez; sevmek ve istemek  dahi lazım.

 

Ve bu terimleri  yöntembilimsel analizle yerleştirelim köşelerimize:

 

YAPMAK                              İSTEMEK

 

eylemek

 

 

SEVMEK                              BİLMEK

 

İnsanların çoğu sevmek ve istemeyi nazara almadan hemen bilmekten yapmak’a  geçmek isterler… örneğin eğitim ve öğretim ile bir ilkeyi yerleştirmenin olası bulunduğunu, bir ülküyü gerçekleştirmenin yeterli olacağını ve bir ereği ele geçirmenin mümkün olduğunu sanırlar. Yanılırlar.. eğer öyle olsaydı tabib sigara içmez ve hoca günah işlemezdi… eğitim ve öğretim bilim ve bilgi verir. Fakat bunların sonucu olan koşullar kümesi kuramdan ve kurallar kümesi  kurumdan başka fazla bir getirisi yoktur.. koşulları ve kuralları işleyerek kararlar oluşturan kişiler ve kurullar ve hatta tüzel kişilikler,  sevgi ve saygı türeten, istek ve dilek tüketen, başka üretim araçlarına muhtaçtırlar. Yani kuru kuruya bilim ve hukuk yapmanın fazla bir yararı yoktur. Yararlı sonuçlara  ve yetkin işlere yani din yönetimi ve ahlak yönelimi olmadan halkın ve nasın doğru yolu bulması olası değildir.. çünkü an zamlandıkça nam azalması gerekir ki bu da zam-an ve nam-az denklemini istilzam eder, lazım olur. Eğer denilirse ki sevgi ve saygı türeten ve istek ve dilek tüketen  üretim  de bir  tür eğitimdir.. yani türetim eğitimdir.. tüketim eğitimdir.. yönetim eğitimdir.. üretim eğitimdir.. o zaman derim siz benim gibi lafı fazla eğip büküyorsunuz.. öyle ise lafı SAĞLAMCA  eğip SAĞLIKLICA bükmenin bir yolunu ve YÖNTEMİNİ bulalım.. Yoksa düşünce tarlasında çalıştırdığınız ve AR kölelerinİN zombisi  ve dil arenasında çarpıştırdığınız AD gladyatörlerinİN  zebunu olmaktan kurtulamazsınız! Onlar sizi dillendirme  düşüncesinden İN’dir’ir’ler de nasıl düştüğünüzü anlamazsınız. Hasılı yapan bilir, bilen konuşur amma yapmak için sevmenin coşkusunu taşımak ve istemenin tutkusuna katlanmak gerekir ki bildiğimiz konuşmaya değer olsun.

 

İkinci tümcemiz şu idi:

Bilmek için görmek yetmez; anlamak ve inanmak dahi lazım.

Şimdi bunu yöntembilimsel şemasın kuralım:

 

GÖRMEK                             İNANMAK

 

oylamak

 

 

ANLAMAK                            BİLMEK

 

İlk tümcede bilmekten yola çıkıp yapmaya gidiyorduk.. bu  tümce de ise görmekten yola çıkıp bilmeye gidiyoruz .”Bilmek için sadece görmek yetmez.. anlamak ve inanmak dahi  gerekir.” Gibi yuvarlak anlam ve soyut anlatım zihne fazla bir içerik vermez.. düşünce hangi bilmeleri kast ediyoruz diye sorar.. çünkü öyle “bilme”ler var ki sadece görmek yetiyor ve anlamaya gerek kalmıyor ve inanmakta hiç gerekmiyor.. mesela dış beş duyunun duyumsaması ve kokunun ya da tadın ya da rengin ya da sesin algılanması için filozof olmaya gerek yok belki bilim olarak onun ikinci niteliklerinin fizik birinci niceliklere bağlı olduğunu bilmek yeter.. ışığın ve sesin alt ve üst duyum eşiklerinin öğrenilmesi ve ölçülmesi belki altı bin yıllık bilim hayatımıza mal olmuştur fakat iz’lerin algılanmasından ve is’lerin duyumsanmasından harflerin / ar’ların irdelenmesine  ve isimlerin /ad’ların  imgelenmesine geçildiğinde sadece “görmek”, duymak, koklamak, tatmak ve dokunmak yeterli değildir.  Burada gözlenen verileri akıl ilkeleriyle yorumlamak gerekir. Bu yetmez yorumlarımız dil nesneleriyle dillendirmemiz gerekir. Yorumlama da sağlam yargılamalarımız için  doğru karşılaştırma  ve dillendirmede sağlıkla dile getirmemiz için doğru karşılama yapmak gerekir. Bu da kavrama ve  tanımlamada düşünme aracıyla anlamayı kurarken tutarlı, bağlama ve tamlamada dil aygıtıyla anlatma oluştururken uyarlı olmak gerekir. Bütün bu  gerek ve lüzumların sağlam olup olmaması dahi  bilmede görmekten ve algılamaktan başka yorumlama tuzaklarından sıyrılmayı ve anlama engellerinin aşılmasını ister.. örneğin isteme ve gerekme arasında ne fark var ? ya da sevme ve anlama sürecini birbirinden nasıl ayırabiliriz ? 

 

Öyle ise yukarıdaki iki şemayı birbiri üzerine bindirelim:

 

GÖRMEK                     İNANMAK

 

 

 

YAPMAK                              İSTEMEK

 

 

 

Eylemek / Oylamak

 

 

SEVMEK                              BİLMEK

 

 

 

ANLAMAK                            BİLMEK

 

 

Koca Yunus’un ünlü bir sözü:

 

İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.”

   

Yani bunu Dücane çevirisiyle sunalım:

 

“Bilmek, bilmeyi bilmektir. Bilmek kendini bilmektir.”

 

Anlatımımıza göre buradaki bilmelerin biri başlangıç olan ve yetersiz kalan  “bilme”, ikincisi sonuç olan ve erek olan  “bilme”dir. Bu ikisini açık  ve seçik nasıl ayırt edeceğiz ?

 

Yöntembilimsel analiz ile oluşturmaya çalıştığım insanbilim kurguma göre insanın vehim ve hayal gözünün gördüğü fikir ve zikir motoruyla irade taşıyan bir ilim (bilmek) haline geliyor anlamak . fikir makinasının ve inanmak zikir makinasını benzinidir. Ancak bu teşbih ve metafor ne günlük yazıyla anlaşılabilir ve ne de matematikle anlatılabilir. Bu yöntembilimsel analizin yukarıdaki şematik anlatımına bakıldığında ve insanbilimin genel modeli bilindiğinde  anlaşılır ve anlatılır, eleştirilir ve tartışılabilir hale gelir.

 

İnsanbilim’imin genel modeline göre ye’mek ve ey’lemek ile oy’lamak ve öy’lemek’ten ibaret uyma ve uygulamaları olan insan ya uyanık fazdadır ya da uyur fazdadır. Uyanık fazında iken  NEFİS bakar ve görür, AKIL bilir ve bilir, KALB sever ve anlar ve son olarak RUH ister ve inanır. Bu dördünün düğümü olan SIRR-I İNSANÎ ise zaman ve namaz arasında gidip gelirken tasaffi eder. Böyle tanzif, tezkiye ve tathir olur.

 

 

Diğer taraftan hasıl olan bu bilmek (ilim) onu gerçekleştirmek ve gereğini sağlamak yönünden tek başına yetersizdir. Sevmeye dayanan ciddi himmet ve istemeye bağlı reddi gayret bulunmazsa potansiyel bir aydınlık halinde kalır. Bu himmet ve gayretin iradi hareketi ve ihtiyari faaliyeti ile icraat haline gelen ilimden ve bilmekten istifade edilmesi, istimal edilmesi, istihdam edilmesi ve intifa edilmesi ile başka bir bilmek hasıl olur ki buna da marifet (bilmek) adını verebiliriz. İlim marifeti doğurur. Elbette bu anlatımın ortaya koyduğu resim, bu  resmin ortaya koyduğu tablo eleştirip tartışılabilir. Ancak bu nokta da günlük dilin bir terime, birden fazla kavram ve anlamlar yüklemesi tartışmayı bilimden çok edebiyata, hakikatten hikmete götürecektir. İnsanlarda  hangi edebiyat kuvvetli ve hangi hikmet hakikatli ise ona meyledecektir. Oysa “Hakk”ı arayan için edebiyatın kuvveti  ve hikmetin hakikati, onu ifade edin kişinin penceresinden görünen manzaranın fotoğrafıdır. Bu fotoğrafın matematiksel dil ile ifadesi bile onun tersim, tasvir ve teşkil mahiyetinden kurtarmaz.

 

Örneğin kainat tasviri konusunda tarihi gelişimi ifade eden ve birbiri içinde ibare olan üç model var. Yer merkezli Aristo fiziğine dayanan Batlamyus kainatı,  Newton fizini dayalı güneş merkezli Kant-Laplas kuramı ve Einstein fiziğine bağlı merkezsiz (izafi) uzay betimlemesi. Bunların her bir biri birbirinden ayrı hatta karşıt  zaman ve mekan tanımları, hareket ve madde modelleri içerirler fakat bulundukları alanda geçerlidirler.  Örneğin yer merkezli küresel astronomi bu gün bile gemi ve uçakların rota tayininde işe yarar. Newton fiziği yer yüzü fiziği için uygulaması olan yegane fiziktir. Einstein’in izafiyet  Macro dünyası ise bu gün için evreni anlamada micro dünya için  Kuantum kuramı ile birlikte fiziğimizi işgal eden iki resimdir. Tüm bu resimleri birleştiren büyük resmi aramada ve bulmada lisan-ı mantık ve matematik dili yetersiz kalıyor. Çünkü “lisan” sadece “nasil”i anlatan bir dildir. Neden’i ve niçin’i ancak dinin anlamlandırması ve amaçlandırması açabilir.

 

İşte bu hikmet, hakikat, felsefe ve din noktasında da günlük dil yetersiz kalıyor.. bu nokta da bilimsel dil olan matematik yetersiz kalıyor.. öyle ise bize yeni bir dil lazım.. hem günlük dil gibi temelli ve düzenli olarak  anlaşılır olacak fakat ondan ilerisine götürecek.. hem bilimsel dil  gibi ortak ve  ölçülü olarak güven verecek fakat ondan yüksek olacak.. bu ihtiyacı karşılayacak, bu isteğe karşılık olacak ve bu lazımeye yanıt verecek yöntembilimsel aygıtın analitik düzlemin mantıksal ve metodik kullanımının olduğunu düşünüyor, savunuyor ve sunuyorum.

 

Ancak bu düşüncenin gerekçelerini, bu savın kanıtlarını ve bu sununun belgelerini henüz hazırlamış ve tamamlamış değilim. Ve bunu yalnız başına gerçekleştirmeye bireysel gücüm,  kişisel olanaklarım ve özel yeteneklerim de yetmez. Ancak internette sunulan ve belki ardımda kalacak olan on binlerce şema ve levhanın ilkelerin anlaşılacağını umuyor, diyagram ve tablonun dilinin çözüleceğini bekliyorum. Ömrüm vefa etmez ve öğrenici ve öğreticiler bulamazsam bile  çivi yazısını çözen insanlık, benim  K ve P projesinde çizgi yazısını da rahat çözüp onu  uygulamayı başaracak ve yürütmeye koyacaktır. Ancak gönül ister ki hikmete yeni bir dil kazandıracak bu özgün yolda ve  felsefi arayışın ve dini buluşun;   yeni yürüyüşte öncülük onurunu taşıyacak partiyi oluşturacak ve ilk başlatıcılık sevabını alacak ekipi kuralım. Bunun gerçekleştirilmesi ise düşünenlerin arayış ve sorgulayışında analitik düzlemin bu mantıksal kullanımınında tezekkür ve mukabelelerinde yararlansınlar ve paralel ve simetrik eksenlerin metodik anlatımını tefekkür ve muhakemelerinde kullansınlar, böylece zamanla bu çaba ve gayretler ortak bir dil ve müşterek bir yöntem, tümel bir anlam sürücü ve genel bir anlatım aygıtı haline gelecektir, inşallah. 

 

Burada avanak teriminden  olanak kavramına geçiş gibi, olasılık kavramından salatalık terimine de intikali kısaca işaret etmek istiyorum.

 

Salatalık.. bu gün “hıyar” sebzesinin nazik ismi.. “Hayır’da hayır var” gibi seçimlerde propaganda aracı olarak kullanılan bir tümce var.. evet veya hayır intihab ve  seçimi,  iyi (hayır)  ve kötü (şer) yanlarından birinin tercih edilmesidir. Bu seçimi yapan güç,  hep gizli olan HAYIR aradığı için İHTİYAR adı da verilmiştir. Bu güç yaşlandıkça daha arttığı için bu işi yapana ihtiyar hatta kuruluna ihtiyar heyeti denilmiştir.

 

Bu güç ve işi,   olanak ve yeteneklerden iyi bir iş çıkarma İHTİMAL’ini elde etmeye uğraştığından; mevcut seçenek ve yanlardan  muhtemel hayırlı bir sonuç alma OLASILIK’ını sağlamaya çalıştığından, olanak bir derece ilerleyecek ve yeni oy kazanacağından ve taze bir boy alacağından olasılık olanağın bir noktasındaki bir uzantı, avanağın elindeki bir salatalık, akılın ucundaki bir yön, kalbin penceresindeki bir yan, şeklin çeşitlerindeki bir hadd ve suretin türlerindeki bir hatt, düşüncenin kullandığı bir ip, dilin üzerinde yürüdüğü bir satır ve zamanda yürüyen bir illet trenidir.

 

Bu İLLET treninin en canlı misali;  bir BEŞERİYET tarağının bir dişinden çıkan tohum ve  MEDENİYETİN bir dişinin yarığından çıkan bir doğumdur. Her bir ALEM olan doğum, milyonlar olasılıktan bir olasılığın YİNELENEN zevciyetin başlangıcıdır. İNSANLIK ırmağının bir  damlacığından patlayan YENİLENEN bir cinsiyetin kabarcığıdır. Ki çokluktaki çiftlikte  ve bu birlikteki teklikte, bu kabarcıkta istidatlarda binler kabiliyetler var.. bu ayniyet ve hürriyeti hamil kabiliyetlerde yüzbinler meharetler ve muvaffakiyetler bulunur.. bu hakimiyet ve hamiliyeti taşıyan meharetlerde milyonlar meslekler ve meşrebler var.. bu müzeyyen ve münakkaş mesleklerde milyarlar vazifeler ve salahiyetler bulunur.. Bu izzetli ve hikmetli  vazifelerde milyar kere milyar san’atlar açılır ve saçılır.. biz de bunları açık ve seçik görmek için yeni bir dile, yeni bir düşünceye ve yeni bir yönteme muhtacız…

 

İşte olasılık salatındaki salat’a dikkat et.. yakarışlarında bu vesileyi salt’a çevirme, yalvarışlarında bu vasıtayı hayra kullan, dininde bu aleti şerde çalıştırma, dünyanda bu treni kötü yola sokma.. salata koş çağrısını uy, salih ol ve feraha, felaha eriş.

 

Allah bizim ve sizin  illet yatay treninde giderken akıbetin dikey sensörünü açsın.. salih ve salihalarla arkadaş etsin.. ikabımızı güzel ve ukbamızı iyi etsin. Amin.

 

 

Sağlıcakla kalın.

 

OSMANZİYA

 

Sentaks / sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE

semantik / anlambilimsel / MAANΠ yetersizliklerim

için düz yazıdan özür dilerim

 

NOT: Bu iletinin dizini içindeki dosyalar olanak penceresinde düşünce evrenin sınırlarını yokluyorlar ve dil dünyasının sırlarını arıyorlar…

 

 

http://sites.google.com/site/yontembilim/

http://sites.google.com/site/insanilim

 

http://groups.yahoo.com/group/BAKARA/

http://groups.yahoo.com/group/oku-ikra/

http://groups.yahoo.com/group/yontem-bilim/

http://groups.yahoo.com/group/insanbilim/

www.yontembilim.com

www.insan-bilim.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Düzenleyen osmanziya - 22-Kasım-2012 Saat 16:58
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk