Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

nigde ve tahinlisi ve nigde sporu

Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
Kategori: Genel
Forum Adı: Dünya
Forum Tanımlaması: Genel Paylaşımlarınız
URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=2588
Tarih: 05-Ocak-2025 Saat 18:44
Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com


Konu: nigde ve tahinlisi ve nigde sporu
Mesajı Yazan: osmanziya
Konu: nigde ve tahinlisi ve nigde sporu
Mesaj Tarihi: 26-Aralık-2024 Saat 12:35


Mehmet BAŞ paylaşımı






Tahinli Kokan Ramazanlar, Çarli ve Niğdespor
Niğde’ye Ramazan ayı geldiğinde, sokakların havası değişirdi. Sıralı Cami’nin minaresinden yankılanan ezan sesiyle iftar vakti yaklaştıkça, Çarli Usta’nın fırını önünde kuyruklar uzardı. Fırının kapısından yayılan sıcak tahin kokusu, aç insanların sabrını zorlar, çocukları heyecanlandırırdı. Eski Niğde’nin en ünlü tahinli ustası olan Çarli, sadece hamur işinde değil, aynı zamanda Niğdespor tribünlerinde de ün yapmış bir adamdı. Onun amigoluğunu yaptığı maçlar, şehirde unutulmaz günler yaşatırdı.
Çarli, sabahın erken saatlerinde fırının taş tezgâhında hamuru yoğurur, kolunun üzerinde incecik açar, üzerine tahini bolca sürerdi. Yaptığı tahinliler sadece bir fırın ürünü değildi; her birine Niğde’nin ruhunu katardı. Esnafın, mahallelinin ve özellikle çocukların sevgisini kazanmıştı. Onun tahinlileri, Ramazan sofralarının baş tacıydı.
Ama Ramazan dışında da Çarli boş durmazdı. Niğdespor’un maç günlerinde fırının kepenklerini erkenden indirir, boynuna Niğdespor atkısını takar ve tribünlerde yerini alırdı. Coşkulu sesiyle tezahüratlar yapar, takımı ateşlerdi. Tribünde "Amigo Çarli" olarak anılırdı ve onun liderliğinde, Niğdespor’un taraftar grubu adeta bir orkestra gibi senkronize olurdu. Fırındaki mahareti, tribünlerdeki enerjisiyle birleşince, Çarli şehrin kahramanıydı.
O gün Ramazan ayının tam ortasıydı. Sıralı Camiye doğru giden sokaktaki fırının önünde, kuyruk her zamankinden daha kalabalıktı. Çocuklar ceplerindeki bozuk paraları sıkı sıkı tutuyor, yetişkinler ise sabırsızlıkla sıralarını bekliyordu. Çarli Usta, fırının içindeki yoğunluğa rağmen herkesle şakalaşıyor, hiçbir müşteriyi boş çevirmiyordu.
Hüseyin, Emine ve Hasan, ellerinde tuttukları küçük bir bozuk para kesesiyle sıranın en arkasında duruyordu. Hüseyin’in yüzü biraz asıktı. “Bu kadar kuyrukta sıra bize gelene kadar tahinli kalmazsa ne yaparız?” diye mırıldandı.
Hasan gülümsedi. “Çarli Usta bize illa bir şey ayırır. Onun kalbi geniş!”
Emine, çocuklara gözlerini devirdi. “Ama ya kalmazsa? O zaman iftarda ne yeriz?
Nihayet sıra onlara geldiğinde, Çarli Usta tezgâhtan yeni çıkan tahinlilerden birini büyük bir ustalıkla kâğıda sardı ve çocuklara doğru eğildi. “Haydi bakalım, bunlar sizindir,” dedi.
Hüseyin utangaç bir şekilde parayı uzatmaya çalıştı. “Ama bu yetmez...”
Çarli Usta elini salladı. “Para mara istemem. Siz, bu tahinliyi eve götürün, annenizle sıcak sıcak paylaşın. Ama bir şartla: Yarın Niğdespor’un maçına geliyorsunuz. Tribünde sizin gibi coşkulu çocuklara ihtiyacım var!”
Çocuklar, ellerindeki tahinliyi sımsıkı tutarak fırından çıktılar. Hüseyin gülerek, “Amigo Çarli’nin borcunu tribünde ödeyeceğiz,” dedi.
Eski Niğde'den Ne Kaldı
O yıllar, Niğde’nin en sade ama en güzel günleriydi. Kığılı Cami’nin çevresindeki taş evler, dükkanlar eski ama sağlamdı. Pazara çıkan şalvarlı kadınlar, dar sokaklardan geçerken alışveriş torbalarını taşır, sohbet ederdi. Çarli Usta’nın tahinlisi, iftar sofralarına konulacak en değerli parçalardan biriydi. Ama o tahinlinin tadı, sadece malzemesinden değil, içine katılan eski zamanların ruhundan geliyordu.
Yıllar sonra Niğde’nin sokaklarına dönen eski bir yüksekokul öğrencisi, bu manzarayı hayalinde canlandırdı. Şehir büyümüş, modernleşmişti. Sırali Cami hâlâ yerindeydi ama fırının yerinde yeller esiyordu. “Çarli Usta burada olsaydı...” diye düşündü. O günlerdeki gibi tahinlinin kokusunu almak istedi. Ama o koku sadece hatıralarında yaşıyordu.
Niğdespor’un tribünleri artık daha sessizdi. Çünkü Amigo Çarli’nin sesi kadar samimi bir coşku, ne tribünlerde ne de sokaklarda duyuluyordu. Ama eski şehrin insanları, eski mahalleliler, eski çocuklar her Ramazan, onun tahinlisini ve tribünlerdeki şarkılarını hatıralarında yaşatmaya devam ediyorlardı.
Mehmet Baş






Cevaplar:
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 26-Aralık-2024 Saat 16:38

İşte

Atlasın atına atı olanlar
Her civcivden horoz olmuyor işte
Tutsun dümenini yatı olanlar
Fakirin çilesi dolmuyor işte
Eşeğin yavrusu bir kara katır
Zalimler elinde sallanır satır
Gavurun eniği koymadı hatır
Garipsen suratın gülmüyor işte
Uçkurdur mezhebi midedir dini
Gider mi Adem'e şeytanın kini
Yaraşmaz kurtlara köpeğin ini
Cahiller halinden bilmiyor işte
Tavşanın peşinde koşarsa tazı
Güzele zulümdür çirkinin nazı
Silinmez Mevla'nın yazdığı yazı
Gidenler geriye gelmiyor işte
Azdıkça azıyor bir fırsat bulan
Palanı gevşetir çözülen kolan
Kel kalır sonunda saçını yolan
Mevsimler yerinde kalmıyor işte
Dikilmiş yollara bir sürü bina
Her suyun başında mahsulü zina
Malum yerlerine yaksınlar kına
Tutmuş yollarını salmıyor işte

Mehmet Baş






İnsanın insana kini bitmez.. bu yolda alevi sünni fark etmez.. çıkarı dost olan yararı görmez.. ister özlemi dünya değil ahiret olsun..

osmanziya




Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ocak-2025 Saat 02:38
Mehmet BAŞ yazisi


Zihinsel Cenabetlik Üzerine
İnsan, bedeninden ziyade zihniyle insandır. Ruhunu taşıyan bu bedenin temizliği ne kadar önemliyse, zihnin, kalbin, niyetin temizliği de bir o kadar önemlidir. Ne yazık ki, bedensel bir cenabetlik hissini gusül abdesti ile gidermek mümkünken, zihinsel cenabetlik böyle kolay geçmiyor. Ve bu tür bir kirlenme, zamanla bireyi değil, toplumu da çürütüyor.
Evet, bedenimizi yıkıyoruz, arınıyoruz. Gusül abdestiyle bedensel kirlilikten kurtuluyor, kendimizi temiz hissediyoruz. Peki ya zihnimiz? Ya ruhumuzun derinliklerinde biriken o görünmez kirler? Hangi su, hangi ritüel temizler insanın içindeki kibri, hırsı, harama uzanan elleri, başkalarının hakkını gasp eden vicdanı? Zihinsel cenabetlik işte tam da burada başlar. Ve bu kirlenme, ne suyla ne de zahiri bir temizlikle geçer.
Kul hakkı yiyen birinin bedeni temiz olsa ne yazar? Harama el uzatanın, zayıfı ezenin, başkalarının namusuna yan gözle bakanın, gücünü zalimce kullananın, kibirle şımaranın ruhu temiz midir? Ellerini yıkamış, yüzünü arındırmış bir insan, kalbini nasıl kirli bırakabilir? Bu, bir toplumun ruhunu çürüten bir sorundur. Çünkü batıni kir, sadece bireyin değil, tüm toplumun içini kemirir.
Zihinsel cenabetlik; kul hakkını çiğneyenin, dalkavukluk edenin, haksızlık yapanın, zayıfı ezenin, harama el uzatanın, başkalarının namusuna göz dikenin, kibirle şımaranların ruhlarına sinmiş bir hastalıktır. Eller yıkansa, yüz arındırılsa da, bu karanlık gölge yürekten çıkmaz. Çünkü bu kir, suyla değil, tövbe ve bilinçle temizlenir.
Başkalarının hakkına tecavüz eden biri, sudan değil, empati yapmaktan geçmeli. Dalkavukluk eden, samimiyeti öğrenmeli. Haksızlık eden, adalet terazisini içselleştirmeli. Zayıfı ezen, sevginin gücüne sarılmalı. Harama el uzatan, kanaatin huzurunu tatmalı. Başkalarının mahremine yan gözle bakan, insan olmanın onurunu hatırlamalı. Ve kibirle şımaran kişi, kendini bilmenin mütevazı bilgeliğine varmalı.
Bazen düşünüyorum; neden dış görünüşümüz kadar iç dünyamızı da temiz tutmayı dert edinmiyoruz? Güzel kokular sürünmek, tertemiz kıyafetlerle dolaşmak için harcadığımız çabanın yarısını bile ruhumuzu temizlemeye ayırmıyoruz. Oysa insan, sadece bedeniyle değil, ruhuyla da insandır.
Oysa bizler, dış temizliğe ne kadar özen gösteriyorsak, içimizi bir o kadar ihmal ediyoruz. Mis gibi kokular sürünüyor, pırıl pırıl giysiler giyiyoruz; ama kalbimizdeki haset, öfke, nefret ve kibirle dolaşıyoruz. Batıni temizlik olmadan, zahiri temizliğin ne anlamı var? Gönül kirli olduktan sonra, beden ne kadar temiz olabilir ki?
Bu zihinsel cenabetlikten kurtulmak için gerçek bir arınmaya ihtiyaç var. Önce tövbe etmeli insan. Yalnızca dille değil, kalple tövbe etmeli; hatalarını fark etmeli, yanlışlarından pişman olmalı. Sonra empati yapmayı öğrenmeli; başkasının acısını, sıkıntısını kendi yüreğinde hissetmeli. Sevgiyle bakmalı dünyaya; samimiyetle yaklaşmalı insanlara. Sabırla karşılamalı zorlukları ve kanaat etmeli sahip olduklarına. Ve en önemlisi, kendini bilmeli; kimin yarattığını, bu dünyaya niçin gönderildiğini anlamalı.
Zihinsel cenabetlikten kurtulmak kolay değildir. Su yetmez. Samimiyet gerekir, tövbe gerekir, pişmanlık gerekir. İnsan, önce hatasını fark etmeli. Vicdanında bir çığlık duymalı; “Hakkını yediğin o insan, haramına uzandığın o emek, kirlettiğin o masumiyet...” diye yankılanan bir çığlık. Ve işte o an, insan kendine dönmeli.
Empati yapmak bu yüzden önemlidir. Başkalarının yerine kendini koyabilen bir insan, haksızlık yapmaktan çekinir. Acıyı, sevgiyi, yoksunluğu hissetmek, ruhu temizler. İnsanlara samimiyetle yaklaşmak, menfaatten uzak sevmek, vicdanın üzerindeki tozu siler. Sabır, kanaat ve şükür ise kalbin kirlenmesini önler. Çünkü açgözlülük, insanın ruhunu karartan en büyük kirliliktir.
Ama en önemlisi, insan kendini bilmelidir. Nereden geldiğini, nereye gittiğini, ne için yaratıldığını... Kendini bilen insan, kibirle şımarmaz, harama uzanmaz, zulmetmez. Çünkü bilir ki, bu dünya bir emanettir. Ve insan, bu emaneti kirletmemelidir
Toplumların çöküşü, bireylerin zihinsel kirlerinden başlar. Adaletin, sevginin, samimiyetin yerini çıkarcılık ve iki yüzlülük alırsa, o toplumun geleceği yoktur. Bu yüzden, çocuklarımıza sadece bedenlerini değil, vicdanlarını da temiz tutmayı öğretmeliyiz.
Evet, zihinsel temizlik, uzun bir süreçtir; sabır, bilinç ve irade ister. Ama bu arınma olmadan, ne toplum huzur bulur ne de birey. Belki de bu yüzden bugün, her köşe başında gördüğümüz mutsuzluk, güvensizlik ve yozlaşmanın kaynağı, arınmayı unutmuş kalplerdir.
Son tahlilde, gerçek temizlik, sadece gusül abdestiyle başlanan bir süreç değildir. Zahiri temizlik kadar, batıni temizliğe de önem vermek gerekir. İnsan, önce kendi zihnini yıkamalı, sonra toplumu arındırmalıdır. Çünkü temiz vicdanlarla yaşanan bir hayat, hem bireyi hem de toplumu kurtarır. Çünkü zihni temizlik ruhu ve kalbi aydınlatan bir yolculuktur. Ve bu yolculuk, insanın asıl imtihanının başladığı ve bittiği yerdir.
Mehmet Baş



EDEBİYAT çok amma HAKİKAT az dediklerinizde.. insanın yarısı hayat yarısı şuur ise.. HAYATIN yarısı çoğalma yasanının tezahürü kızlık (dişillik) yani türsellik (cinsellik) ile yarısı kızgınlık (erillik) yani tümsellik (ananı.. babanı.. soyunu sopunu.. s.kim ).. işte bu dörtte bir çeyrek hiç bir zaman çıkarılmaz.. işi bitin gusul ederiz.. olur biter. Atar damarlar bile kirli kan.. toplar damarlarda bile temiz kan.. bulunurken sinirlerimiz kızlık ve kızgınlığı nasıl atalım Kardaşım.


Dinnur YAŞAR


Mehmet Baş
Dinnur Yaşar yorumunuz için teşekkür ediyorum efendim çok sağolun, Allah razı olsun saygılarımı sunuyorum



Teşekkür ederim.. önemli bir noktayı gündeme getirmişsiniz.. Rabbimiz hepimizden razı olsun.. Cematten değerli bir Ağabeyimiz vardı.. daha islamiyet cinsellik meselesini halletmemiş diyerek hem cemaatten hem islamiyetten soğumuştu.

Dinnur YAŞAR


Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ocak-2025 Saat 14:15
Ferdi Tayfur: Hüznümün Sessiz Tanığı
Çocukluğumun kokusu mazot, sesi ise Ferdi Tayfur’du. Babamın o sarı kamyonunda, direksiyonun hemen yanında oturur, kasetleri sırayla teybe takardım. O zamanlar henüz hayatın acısını tam anlamıyla anlayacak yaşta değildim. Ferdi’nin şarkılarında kalbimi içten içe yakan bir sızıyı hissedebiliyordum. O şarkılar, yüreğime dokunan ilk duygulardı.
Ferdi Tayfur'un fotoğrafı bizim köyün kahvesinde aslıydı. Onun şarkıları, benim çocuk kalbimde tarif edemediğim bir hüzün bırakırdı. Onun avazı gökkubbeyi doldururken, sanki bizim hayatımızın özeti çıkardı ortaya. Hayat yolunda geçip giden her kilometre, o şarkılarla daha anlamlı olurdu.
Ama Ferdi Tayfur sadece babamın kamyonundaki o anlara sığmazdı. Şehrin is kokan sokaklarında da onun sesi vardı. Eski bir teypte çalınan bir şarkıyla bir aşk başlar bir aşk yarım kalırdı. Onun şarkılarıyla sevdik, onun şarkılarıyla ağladık. Fakirlik, gurbet, aşk, hasret… Her duygunun bir karşılığı vardı Ferdi’nin şarkılarında.
O yıllarda walkman almıştım kendime. Sokak lambasının altında oturur, kasetleri dinlerdim. Kulaklarımda Ferdi’nin sesi, kalbimde tarif edemediğim bir sızı… İnşaatlarda çalışan işçiler, gurbet elde umut arayan gençler, otobüs terminallerinde el sallayan aşıklar... Hepimizin sesi oydu. O şarkılarla kendi yalnızlığımızda kaybolur, yine o şarkılarla teselli bulurduk.
Bir gün Ferdi’nin ölüm haberini aldım. Sanki ailemden biri ölmüş gibi içim acıdı. Gözümde o eski günler canlandı. Babamın kamyonunda dönen kasetler, terminalde beklerken yankılanan şarkılar, walkman’ime sarılmış o yalnız akşamlar… Ferdi Tayfur’un sesiyle büyüyen bir çocuğun içinde, o gün kocaman bir boşluk açıldı.
Ferdi Tayfur, sadece bir sanatçı değil, bizim hayatımızın en dokunaklı hikâyesiydi. Fakirliğin kader olduğu ama onurla taşındığı bir dünyanın sesi… Gurbet yollarında duyulan özlemin, kavuşulamayan aşıkların, taşranın tozuna bulanmış umutların sözcüsüydü. Allah rahmet eylesin, Ferdi abi. Seninle ağladık, seninle güldük, seninle yaşadık. Şimdi o uzak yolların sonunda bir yerde, hâlâ şarkılarını söylüyor gibisin. Ve ben hâlâ kalbimin en derin yerinde seni dinliyorum.
Mehmet Baş




Tarih, Kültür ve Kimlik Bağlamında Niğde
Niğde’nin merkez-çevre diyalektiği ekseninde geçirdiği dönüşüm, sadece yerel bir mesele değil, aynı zamanda modern toplumların kültürel ve mekânsal dinamiklerini anlamak için derinlemesine bir incelemeyi gerektirir. Bu dönüşümün kökenlerini, hem tarihsel hem de sosyolojik bağlamda irdeleyerek, metafizik ve psikolojik boyutlarını da ele almak, meseleyi daha geniş bir çerçevede değerlendirmemizi sağlar.
Merkez ve Çevre: Bir Medeniyet Çatışması
Edward Shils’in merkez-çevre tezine göre, merkez, toplumun düzenleyici güçlerini temsil ederken çevre, bu düzenin dışında kalan ve ondan etkilenmekle birlikte ona boyun eğmeyen yapıları ifade eder. Şerif Mardin’in bu teoriyi Türkiye özelinde ele alarak geliştirdiği düşünce, merkez ve çevre arasındaki gerilimin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda kültürel bir çatışma olduğunu öne sürer. Niğde özelinde bu çatışma, çevrenin merkeze olan etkisiyle farklı bir boyut kazanmıştır. Çevrenin merkeze hâkim olması, şehrin tarihi ve kültürel kimliğinin dönüşümüne yol açmıştır. Bu durum, modernleşme süreçlerinin yerel toplumlar üzerindeki etkisini anlamak için önemli bir örnek teşkil eder.
İbn Haldun’un Umran Teorisi ve Şehirlerin Döngüsel Doğası
İbn Haldun, umran teorisinde şehirlerin yükseliş ve çöküş döngüsüne dikkat çeker. Ona göre, her medeniyet, güçlü bir asabiye duygusuyla yükselir ancak zamanla bu dayanışma duygusu zayıflar ve medeniyet geriler. Niğde’nin Selçuklu’dan bugüne kadar uzanan tarihi, bu döngüsel teorinin bir yansımasıdır. Şehir, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bir medeniyet merkezi olarak öne çıkarken, modern dönemde bir gerileme yaşamıştır. Bu gerileme, sadece fiziksel bir dönüşüm değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın ve ortak kültürel bilincin zayıflamasıyla ilgilidir.
Şehir Sosyolojisi: Kültürel Erozyon ve Mekânsal Ayrışma
Kent sosyolojisi, şehirlerin dönüşümünü anlamak için toplumsal ve mekânsal faktörleri birlikte ele alır. Niğde örneğinde, mekânsal ayrışma, merkezin çevreyle bütünleşmesi yerine çevreye teslim olmasıyla sonuçlanmıştır. Bu süreçte, şehrin yerel değerleri unutulmuş, tarihsel ve kültürel miras gelecek nesillere tam olarak aktarılamamıştır. Mekânın kimlik üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, bu dönüşüm sadece fiziksel bir kayıp değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın silinmesi anlamına gelir. Modern kentleşme süreci, bireylerin toplumsal bağlarını zayıflatmış ve onları yalnızlaştırmıştır.
Barınma Felsefesi ve Metafizik Bağ
Barınma, insanın mekânla kurduğu ilişkinin en somut göstergesidir. Ancak bu ilişki, yalnızca fiziksel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda metafizik bir anlam taşır. Heidegger’in “mekân” kavramı üzerinden bakıldığında, bir şehir, insanın varlığını anlamlandırdığı bir yer olarak düşünülebilir.
"Heidegger’e göre insan tam da yere/toprağa ayak bastığı içindir ki
yukarıya, göğe, esîrin alanına yükselebilir. Bu bakımdan yerle/toprakla temas ve orayı mekân
edinmenin önemi insan için tayin edici önemdedir. Etkilerine her gün daha fazla maruz kaldığımız
teknoloji, hızın hayatımıza daha fazla girmesiyle birlikte, mekânla (ve aynı zamanda zamanla)
ilişkimizi derinlemesine dönüşüme uğratmaktadır ki bu da yeryüzünde ikametin anlamını giderek
tartışmalı hale getirmektedir."
Niğde’nin bu dönüşüm süreci, bu metafizik bağı zayıflatmıştır. Şehirdeki mekânlar, sadece bir barınma alanı olarak görülmeye başlanmış, geçmişin taşıdığı anlam ve hikâyeler unutulmuştur. Bu durum, bireylerde aidiyet duygusunun kaybolmasına, toplumsal bağların zayıflamasına ve bireysel yalnızlığın artmasına yol açmıştır.
Psikolojik ve Felsefi Perspektif: Şehir ve İnsan
Şehirler, sadece mekânsal yapılar değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel kimliklerin şekillendiği yerlerdir. Bir şehir, insanların ortak geçmişlerini, değerlerini ve umutlarını yansıtır. Niğde’nin kültürel erozyonu, bireylerin kimlik inşasını da etkilemiştir. Modern psikoloji, aidiyet duygusunun bireylerin ruh sağlığı üzerindeki önemine dikkat çeker. Bir şehir, insanların aidiyet hissettiği bir yer olmaktan çıktığında, bireyler yabancılaşır ve yalnızlaşır. Bu bağlamda, Niğde’nin dönüşümü, sadece fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda bireylerin toplumsal bağlarını ve psikolojik dengesini etkileyen bir süreçtir.
Kentlerin Geleceği: Metafizik Bir İnşa Mümkün mü?
Niğde örneğinde olduğu gibi, şehirlerin dönüşümü, sadece yerel yönetimlerin veya politikaların bir sonucu değildir. Bu dönüşüm, aynı zamanda insanın mekânla kurduğu ilişkinin yeniden düşünülmesini gerektirir. Şehirlerin yeniden inşası, sadece fiziksel yapıların yenilenmesi değil, aynı zamanda metafizik bir bağın yeniden kurulması anlamına gelmelidir. İnsan, yaşadığı yerle bir bağ kurduğu sürece kendini bir topluluğun parçası olarak hissedebilir. Bu bağlamda, şehirler, yalnızca bir yaşam alanı değil, aynı zamanda bir anlam inşa alanı olarak yeniden tasarlanmalıdır.
Son tahlilde Niğde’nin merkez-çevre eksenindeki dönüşümü, modernleşme süreçlerinin yerel topluluklar üzerindeki etkisini anlamak için önemli bir örnektir. Şehrin tarihi ve kültürel mirası, modernleşmenin baskısı altında unutulmuş ve yerel değerler hızla erozyona uğramıştır. Ancak bu dönüşüm, sadece bir kayıp olarak değil, aynı zamanda yeni bir inşa süreci olarak da görülmelidir. Şehirler, geçmişle geleceği birleştiren bir köprü olarak yeniden düşünülmeli ve metafizik bir bağın temelleri üzerine inşa edilmelidir. Bu süreçte, tarihsel birikimin ve kültürel mirasın korunması, sadece bir sorumluluk değil, aynı zamanda bir zorunluluktur.
Mehmet Baş


yazmıştı dedim:

Gazze Soykırımı Üzerine
İsrail’in Gazze’deki soykırım politikası, modern dünyanın ahlaki çöküşünü, insan olgusunun anlam kaybını ve bir azınlığın çoğunluğa olan tahakkümünü derinlemesine anlamak için hem tarihsel hem de felsefi boyutlarıyla incelenmelidir. Bu mesele, sadece bir devletin diğerine uyguladığı baskı değil, insanlığın kendi varoluş krizini yansıtan bir paradigma olarak ele alınmalıdır.
1. Güç, Hakikat ve Tahakküm: Tarihsel Bağlam
Tarih boyunca bilgiye ve teknolojiye sahip olanlar, sadece fiziksel güçleriyle değil, hakikati manipüle ederek de tahakküm kurmuşlardır. İsrail’in bugünkü üstünlüğünü anlamak için, bu tarihsel eğilimi incelemek faydalı olacaktır.
Roma İmparatorluğu ve Pax Romana
Roma, askeri güçle olduğu kadar, hukuk ve iletişim ağlarıyla da imparatorluğunu sürdürmüştür. Pax Romana (Roma Barışı) adı altında işgal ettiği topraklardaki hak ve özgürlükleri sınırlamış, kendi hikâyesini evrensel bir barış anlatısı olarak sunmuştur. İsrail’in "kendini savunma hakkı" adı altında Gazze’ye uyguladığı zulüm de benzer bir anlatı inşa eder: Barış, bir tarafın mutlak üstünlüğüne dayalıdır ve diğer tarafın yokluğu üzerinden tanımlanır.
Avrupa Sömürgeciliği
16. yüzyıldan itibaren Avrupa devletleri, bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri kullanarak dünya üzerindeki büyük bir kısmı sömürgeleştirmiştir. Bu süreçte, yerli halkların hak talepleri, "medeniyet getirme" anlatısıyla bastırılmıştır. İsrail’in Gazze üzerindeki baskısı, bu sömürgeci zihniyetin modern bir yansımasıdır: Gazze halkının özgürlük talebi, "terörizmle mücadele" kılıfıyla bastırılmakta, varlıkları adeta yok sayılmaktadır.
Nazizm ve Algı Yönetimi
20. yüzyılın en trajik örneği olan Nazizm, yalnızca askeri bir güç değil, aynı zamanda propaganda yoluyla hakikati manipüle ederek insanlığa tahakküm etmiştir. Goebbels’in “Büyük Yalan” teorisi, yalanların sürekli tekrarlanarak gerçeğe dönüştürülebileceğini savunur. Bugün İsrail, modern iletişim araçlarıyla, Gazze’deki insanlık suçlarını haklılaştırma çabasında benzer bir strateji izlemektedir.
2. Modern Dünyanın Hakikat Krizi
Felsefi açıdan bakıldığında, İsrail’in Gazze üzerindeki politikası, modern dünyanın hakikat krizini ortaya koymaktadır. Bu kriz, Hannah Arendt’in "kötülüğün sıradanlığı" kavramıyla açıklanabilir: İnsanlar, sistematik bir şekilde insanlık dışı eylemleri, sorgulamadan kabul edebilir hale gelir. Gazze’de yaşananlar, sadece bir devletin suçları değil, aynı zamanda küresel bir topluluğun bu suçlara göz yummasıdır.
Teknoloji ve İletişim Çağında Tahakküm
Bilgi çağında hakikat, gücü elinde tutanların tekelindedir. Michel Foucault, bilginin iktidar ile olan ilişkisini vurgulayarak, modern toplumlarda bireylerin ve kitlelerin nasıl manipüle edildiğini açıklamıştır. İsrail’in medya ve teknoloji üzerindeki hâkimiyeti, Filistin halkının sesini boğarken, kendi zulmünü haklı gösterecek bir rejimi inşa etmiştir.
Kapitalizmin Değer Kaybı
Modern kapitalist sistem, insan yaşamını meta değerine indirger. Filistin’de yaşamını yitiren binlerce insanın hikâyesi, küresel medyada çoğu zaman bir istatistikten ibaret kalmaktadır. Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramı, bu durumu anlamak için önemli bir çerçeve sunar: İnsan, hem kendine hem de diğerine yabancı hale gelir; adalet, bir ekonomik çıkar meselesine dönüşür.
3. Gazze Soykırımı: İnsanlığın Aynası
Gazze’de yaşananlar, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerini çağrıştırır. Burada sadece bir halk değil, insanlık onuru da yok edilmektedir. Bu durum, Leviathan’dan Hobbes’un "insan insanın kurdudur" anlayışına kadar, insan doğasına dair karamsar düşünceleri doğrular niteliktedir.
Bir Halkın Yok Oluşu
Gazze’nin maruz kaldığı abluka ve bombardımanlar, adeta bir "yavaş soykırım" olarak değerlendirilebilir. Raphael Lemkin’in soykırım tanımına göre, bir halkın sadece fiziksel varlığı değil, kültürel ve sosyal yapısı da hedef alınır. Gazze’de çocuklar okula gidemezken, yetişkinler temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Bu, bir halkın sistematik yok oluşunun en somut örneklerinden biridir.
Mazlumun Adalet Arayışı
Tarih boyunca mazlumlar, adalet arayışlarını dile getirmek için farklı yollar bulmuşlardır. Gandhi’nin Hindistan’da uyguladığı pasif direniş, Filistin halkının da kısmı olarak ilham aldığı bir mücadele biçimidir. Ancak modern dünyanın iletişim ağları, bu direnişi susturmak için tahakküm araçlarıyla donatılmıştır.
4. Çözüm ve Yeni Bir İnsanlık Arayışı
Gazze’de yaşananlar, sadece İsrail-Filistin çatışmasının değil, modern dünyanın insani değerler krizinin bir sonucudur. Bu nedenle çözüm, sadece politik değil, felsefi ve insani bir yeniden yapılanmayı gerektirir.
Hakikatin Yeniden İnşası
Bağımsız Bilgi Ağları: Filistinlilerin sesini duyurabilecek, İsrail’in algı yönetimine meydan okuyabilecek alternatif medya platformları oluşturulmalıdır.
Hakikat Komisyonları: Uluslararası toplum, İsrail’in işlediği suçları bağımsız bir şekilde incelemek ve adalet sağlamak için hakikat komisyonları kurmalıdır.
İnsanın Yeniden Tanımı
Varoluş Felsefesi: İnsan, sadece biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda ahlaki ve sosyal bir varlıktır. Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesi, insanın kendi eylemleriyle anlamını yaratabileceğini vurgular. Bu anlam, zulme karşı direnmekle yeniden inşa edilebilir.
Adaletin Evrenselleştirilmesi: Adalet, sadece güçlülerin değil, mazlumların da hakkı olarak yeniden tanımlanmalıdır. Bu, İbn Haldun’un “güç ve adalet dengesi” anlayışını çağdaş bir bağlamda yeniden düşünmeyi gerektirir.
Küresel Bir Vicdan Hareketi
Gazze’nin özgürlüğü, sadece Filistin halkı için değil, tüm insanlık için bir dönüm noktası olabilir. Tıpkı Güney Afrika’da apartheid rejiminin sona erdirilmesinde olduğu gibi, küresel bir dayanışma hareketi gereklidir.
Evet, Gazze, modern dünyanın ahlaki ve insani çöküşünün aynasıdır. İsrail’in bilgi ve teknolojiye dayalı tahakkümü, insan olgusunu araçsallaştıran bir dünya düzenini temsil eder. Ancak bu durum, insanlığın kendi varlığını ve değerlerini sorgulaması için insanlığın kendine format atması için bir fırsattır. Adaletin ve hakikatin yeniden inşa edildiği bir dünya düzeni, sadece Filistin halkı için değil, insanlık için bir kurtuluş olacaktır.
Mehmet Baş




Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ocak-2025 Saat 14:17
1930 Niğde Orta Mektebi (Niğde Lisesi)
Temeli 1918 yılında atılan okul, ancak Cumhuriyet döneminde tamamlanabilmiş ve yeni binasına 1930 yılında taşınmıştır.
D.Arşiv: Yavuz Esen
ESKİMEZ NİGDE



Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ocak-2025 Saat 14:19
benim ortaokula basladim 1959 yilinda:merdivenin sagindaki alt kat müdür ve müdür mv.nin odalariydi.merdivenin solunda 5 edebiyat ve 5 fen siniflari vardi.sagdaki orta kapi ikinci kapiydi,arka kapidan diploma aldi esprisi belge alanlar icin söylenirdi,bu kapidan giriste ilk oda müdür muavinlerindi,iki masa vardi,sonra orta 1.A bizim sinifti,bitisik 6 fen ve 6 edebiyat siniflari idi arkaya bakan pencereleri bakardi sonra sirasiyla 4 A,4B,4C siniflari gelirdi.yani ilk kat 1A sinifi haric lise idi ikinci kat ortaokuldu 1B,1C,2A,2B,2C, ve 3A 3B 3 C siniflari vardi,ayrica fizik labaratuari,biyoloji,kimya labaratuari,Cafer beyin piyanolu müzik sinifi vardui,3.kat toplanti,müsamere,tiyatro salonuydu,okul kütüphanesi Cafer hocanin müzik dershanesine bitisik idi. Bedri bey kütüphaneden sorumlu yakisikli bir agabeyimizdi,her zaman güler yüzlü,cocuklari seven gercek bir nIgdeliydi.bir soru;nicin ortaokul 2.katta ama1A sinifi giris katinda ve 6 fen koluna bitisik idi?O zamanki 6 fen kolu Türkiye liselerinin en iyi sinifi idi,ögretmen hasan yeginin oglu Ertunga agbide bu siniftaydi bitirince direk ingiltere Edinburg a tekstil mühendisligi tahsili icin burs kazandi gitti.Biz 1A sinifi Nigdenin ekabir(aristokrat) ailelerin cocuklarinin sinifiydi.2B esnaf cocuklari 3C ise köylü cocuklarinin sinifiydi.yani tam bir kask sistemi vardi.1A sinifi agbileri 6fen siniyla bitisik yapmalari okula basladigimiz ilk günden onlari örnek olarak almamiz(aldikta) onlar gibi caliskan olmamizi saglamakti.orta 3 den sonra üniversite tahsili yapmak istemeyenler veya yapmaya maddi imkani olmayanlar ögretmen okulu,sanat okulu veya ticaret lisesine giderler tahsilerini orada tamamlardi. sonra
bu kask siralamasi 5.sinifa kadar devam ederdi fen ve edebiyat kolu diye ayrilirdi.kask kalkar zeki ve caliskan köy kökenli cocuklar fen sinifinda cogunlukta idiler,ve hepside hayatta basarili olmuslardir(.bende fen sinifi mezunuyum.ama hayatta basarili olamadim!
öndeki görülen bos araziye bahce tanzim edildi,kizlar tenefüslerde bu bahce kisminda havuz basinda tenefüs ederler erkekler sol taraftaki basket-voleybo sahalarinda tenefüsteydiler,orta yolda nöbetci ögretmenler gezer zinhar haremlik-selamlik kaidesinin bozulmasina müsade etmezlerdi,solda ilerde büyük futbol sahasi iki tahta kale diregi vardi,siniflar arasi maclar yapilirdi,sonra o sahaya lise insa edildi.1966 da biz liseyi bu yeni binada ilk mezunlari olarak okuyup mezun olduk,sonra bizden Sami Turan burasi ortaokul olunca müdür oldu.
lisenin arka bahcesi hüdavent hatun ve diger iki türbeyi icine alan genis bir bahceydi,cengit ögüt beyin is bilgisi dersi atelyesi vardiyaninda yüznumaralar(erkeklere,kizlarinki okul icindeydi)vardi,erkek talebeler her tenefüste yüznumarada veya hüdavent hatun türbesi arkasinda sigara icerlerdi
is atelyesine bitisik bir gecekondu sinif 1958 de yapildi,1959 yili baharda toprak dami coktü,tenefüs olmasi nedeniyle sinif cocuklari kurtuldu ne yazikki sinif nöbetcisi bir cocuk enkaz altinda kalip ruhunu teslim etti-memed aslan-rahmetle analim bu 11 yasindaki cocugu. Tarihi AYDIN SİNAL



Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03 - http://www.webwizforums.com
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide - http://www.webwizguide.info