DEDİ
Kızım, meleğim, canım, biricik nurtenim. Sen nekadar büyük
oldun böyle, yıllar seninle ne çabuk geçti gitti. Ama canım kızım, annenin
gözünde sen her zaman küçücük bir bebeksin, hâlâ. Yeni yaşında mutluluk ve
sağlık diliyorum. Seni çok seviyorum.
DEDİM
İşte önemli
olan... bebeğinin gün geçtikçe onun büyüdüğünü.. kimlik ve kişiliği
yetiştiğini.. yetenek ve başarıyla bireyselleştiğini.. ayrı bir KİŞİ olduğunu
ve sevgiden ziyade saygıyı hakkettiğini bilmektir. Eskisi gibi sahiplik ve
korumadan çok dilediği gibi hareket edebileceğini anlamaktır. Bunun da büyüğüne
karşı bir saygısızlık olmadığını fark etmektir.
DEDİ
Elhamdülillah.
İslâmî konseptte, kadın-erkek karma olmayan ortamlarda İslâmî umdeler ışığında
bilimsel çalışmaların yapılacağı bir üniversite kurmak için esaslı adımlar
attık.
Rabbim
imkan verirse; temizlik personelinden akademisyenine kadar tüm kadrosunun
mütesettir hanımlardan oluştuğu bir vakıf üniversitesi kuracağız.
Aynı
zamanda helal ilaç üretimi için ar-ge çalışabilecek bir kadro hedefliyoruz.
Domuz
intestinal mukozasından türetilen heparin benzil ester türevi antikoagülanları
sığır akciğerinden fıkhî kaidelere uygun üretmek gâyesindeyiz.
İmam
Gazali'ye ayyaş diyen oksidentalist/mealist ilahiyatçıların koridoruna dahi
yaklaşamayacağı bir üniversite.
1-
Faaliyetlere legalite kazandırmak için bir dernek kurduk. Endülüs Medeniyeti
İnsani Yardım ve Eğitim Derneği; web sitesi hazırlanıyor.
2- Yirmi
bini geçkin bir kitleye ulaştık, 80 bin liralık mimarî konsept
projelendirilmeye imza attık.
3- Yüz yirmi
bin lira civarında meblağ topladık arsanın peşinatı için.
4- Yaklaşık
60 bin Tweetle TT olup Türkiye gündeminde 1.sırada Twitter'ı salladık İslâm'ın
kızları ve ümmetin erkekleri olarak.
Facebook'a
dönüş sebebim de bu üniversite idealini her platformda haykırma gerekliliği.
Yetmedi
mi artık üç asırlık tedennî, bir asırlık teennî?
Artık slogan
atıp, hamaset kasmaktan öteye varıp "Kahrolsun!" edebiyatından level
atlama zamanı değil midir?
Biz
İslâm'ın kızları olarak karma olmayan bir üniversite istiyoruz. Ama bi farkla;
bu sefer sadece istemiyoruz. Aynı zamanda da açacağız biiznillah.
DEDİM
Bu kadar
güzel laflardan sonra o kadar iyi bilgi ve yararlı çözüm üretmenizi de temenni
ederim. Yalnız hatırlatayım.. haremlik ve selamlık konusunda iyi bir araştırma
yaptınız mı ? Çünkü erkeği ve kadını fazla yaklaştırmakta iyi değildir fazla
uzaklaştırmakta.. orta yol en iyisi.. zaten insan gözüne ve gönlüne hakim
olmaya öğrendikten sonra fazla bir sorun çıkmıyor...
DEDİ
Bir gün
gecikmeyle de olsa kutlarım hem okuru hem de yazarı olarak bilimkurgu benim
için sadece zevk değildir, yaşamı algılama biçimidir de. Ufuk açar, şimdiyi
anlamaya ve benimsemeye katkısı olur, devran yalnızca bir kişinin hayatı
(süresi ve içeriği ile)ile tahayyül edilemez.
Ve iyi ki
doğdun https://www.facebook.com/hashtag/asimov?__eep__=6&__cft__%5b0%5d=AZU5H_bbH8Yxnw8lLMhbDtXXNkBoS2J9uc-wf2DOSDELGzgw5KAxJBOTU9JwBaTgGDtQllcDUSZ4StcQySV9TYgArTvusI5VMGxWb2K6amolPHiVYxEd263iG-j9TEm7tv4&__tn__=*NK-R - #asimov
usta
O bir
ateist, hümanist ve rasyonalistti; başkalarının dinî görüşlerine müdahale
etmemiş, ancak kendini gerçek bilim gibi göstermeye çalışan batıl ve
sözde-bilimsel görüşlere de şiddetle karşı çıkmıştı.
Zaten bu
uçsuz bucaksız evrende hemşehricilik oynamaya ne gerek var, biliyorum bu
sınırsızlık biz insanları bu boyutta tedirgin eder. Gelin, üzerinde durmayıp
hayal, bilim ve masal üçlü dolanıklığına geçit verelim, ne olacaksa olsun pek
kıymetli birader ve hemşirelerim
DEDİM
Dil ve din
bileşenlerinden oluşan kültürde.. bu gün gelinen durum ortak bir dil ve
müşterek bir din kökünün bulunmamasıdır.. bu aranmadığından olabilir mi ? Yoksa
neyin bilim ve bilimcilik.. neyin din ve dincilik olduğu belli olmuyor.
DEMİŞ BEŞ
YIL ÖNCE
GAZİ'Yİ TERK
EDEN MEÇHUL SEVGİLİ!
Adı; Rafet
Süreya Iris Worley. 1926'dan 1927'ye kadar Atatürk'ün sevgilisi olduğunu iddia
etti İşte Süreya Hanım'ın anılarından süzülen, hafızalardan silinmeyecek
hikayesi....
Hayatının
son yıllarını İstanbul'da yaşadı. Bir apartman dairesinde, üzerine tek tek
şeffaf naylonlar geçirilmiş eşyaların doldurduğu salonunda Atatürk ve gençlik
fotoğrafının yan yana asıldığı duvara dayanmış bir koltukta, anılarıyla
dertleşerek... İşte Rafet Süreya Hanım'ın 89 yaşındayken anlattığı o 'meçhul
sevgili' yılları ve hayatı...
Oteline
davet etti
11 yıl
Berlin'de müzik eğitimi gören, Almanca adıyla 'Zeugnis Des Sternschen
Konservatoriums der Musik'in Berlin'den diploma alan Rafet Süreyya Hanım,
Türkiye'ye geliş hikayesinden şöyle bahsediyor: "Berlin'deki Türk
talebeleri olarak parasız kaldık. İstanbul'a geldik. Maarif'e gittim. Dediler
ki, Ankara'ya gitmeye mecbursunuz. Maarif vekili çok iyiydi, yardım
etti..." Meçhul sevgilinin, Atatürk ile karşılaşmalarına neden olan
tesadüf ise Ankara'da gerçekleşiyor: "Gazi dışarı çıkmış, Meclis-i
Mebusan'a gidiyor. Ben de otelden, talebelerle geldim. Maarif vekili ile
görüşeceğim. Gazi'yi gördüğüm gibi yanına gittim, şaşırdı. Resim var yanımda.
Bizim beraber resmimiz var." Rafet Süreyya Hanım, Gazi'nin fotoğrafını
imzalarken çekilen resmi büyük bir titizlikle saklıyor. İkiye kırılmış bu
fotoğraf, ikisinin karşılaştıkları ilk tesadüfi anın, tesadüfi belgesi... Bu
karşılaşmayı bir gün sonranın gelişmeleri izliyor: "Nerdedir bu, demiş.
Demişler ki, talebedir. Ankara'da otelde bekliyor. Gece otomobilini yolladı.
Beni davet etti. Öylelikle işte. Artık beni koyvermedi, bitti."
Liderin
kadını...
Rafet Süreya
Hanım'ın 'bitti'den kastı, Atatürk'le 1926'dan 1927'ye kadar süren 1 yıllık
beraberliği yüzünden askıya aldığı talebeliği ve alıştığı Avrupa hayatı.
Başlayan ise genç bir ülkenin, dünyanın gözlerinin üstünde olduğu lideriyle
birlikte yaşayan kadın olarak bambaşka bir şey... Meçhul sevgili o dönemlerden
şöyle bahsediyor: "Çok sevdi ama, kıskanan, karışan çok oldu. Birlikte
masada oturuyoruz. Kimisi diyor ki, 'aman evlenme sen bununla'. Ben Avrupa'da
yetiştiğim için öyle evlenme düşüncelerim yoktu. Ben 22-23 yaşındaydım. Latife
Hanım'dan da uzaktı. Bizimki 1926'dan 1927'ye kadar sürdü. Ben düşünmezdim ama,
etrafındakiler düşünüyor, söylüyorlar. Sakın evlenme! Latife Hanım'la da bozulmuştu
ya. O zavallı kadın çok çekti..." Rafet Süreya Hanım, "Beni çok
sevdi, çok kıskandılar, düşman oldular" diye anlattığı anılarına devam
ediyor: "Bir tanesi Afet'ti. Tabii dehşetli kıskanıyor. Bir ay evvel
onunla birlikteymiş. Beni gördüğü an bıraktı. Gayet tabii, kıskanıyor değil mi
ya?"Atatürk ile yaşadığı beraberliği sırasında etrafında ne kadar çok
kadın olduğuna dair hatıralar canlanıyor meçhul sevgilinin aklında. Yalnızca
bunlar da değil, önce Ankara'da "Çankaya pek güzel bir yer değildi"
diye tarif ettiği evde oturdukları, sonra Atatürk'ün kendisini İzmir'e
götürdüğü ve tarihle çakışan anıları da: "Onun 3 tane defteri vardı.
Fransızca, kendisinin yazdığı. Katibi Tevfik Bey'e 'oku' derdi. O, Fransızca
bilmezdi. Bana verirdi, 'bak görüyor musun, ne güzel okudu' derdi. İşte
kıskançlık çıkardı dehşetli."
"Beni
çok ağlattı"
"İzmir'e
gittiğimiz vakitte, yolda öldürmek istemişler. Hemen büyük mahkeme oldu. Büyük
paşaları İstanbul'dan getirdiler, mahkemeye çektiler. İzmir'de beni okula
yerleştirdi. O, 'filanca işim var' diyor. 'Dönüşte seni alırım' dedi."
Rafet Süreya Hanım, "Atatürk'ü sevdiniz mi?" sorusunu şöyle
yanıtlıyor: "İyi, ama beni ağlattı. Gelen arkadaşları durmadan masada
kavga ederdi. Yalnız bir sefer yanımda Bu, seni öldürür' dediler. Benmişim
öldürecek olan! Kalktı, el çantamın içine bakıyor. 'Sakın beni öldürme, bende
revolver var' dediğinde benim için bitmişti. Başladım ağlamaya, dehşet
ağlamaya. Gönder beni Avrupa'ya, burada durmak istemiyorum, diye kalktım.
Birden gece saat dörtte yatmışız, sabahleyin telefon geliyor; 'Süreya Hanım
mahkemeye'. 'Ne mahkemesi, ne diye?' Kalktım, giyindim. Arabasıyla beni zaptiye
vekaletine götürdüler. İki kişi demiş ki, 'o yabancıdır, Almanya'dan geldi,
belki Gazi'yi öldürür'. Öyle şey söylenir mi? Ankara'da oldu bunların hepsi.
Böyle olunca, 'istemem ben' dedim, 'kalmam burada'. Ağlıyorum. Sonra birisini
yanına aldı. 'Beni illaki göndersin', dedim. İsmet Paşa, beni çok barıştırmak
istedi. Ben Avrupa'da yetiştiğim için öyle alaturka şeylere alışamıyorum. 'Sen
beni öldürürsün', dediği an bana çok ağır geldi." Rafet Süreya Hanım,
güzel anılarını ise, "Güzel vakitler var ama, o da akşamları ancak. Çok
dans ederdi. İki orkestra vardı, biri Türk. Yemek odasında durmadan onlara
çaldırırdı. Evde. Baloya giderdik. Benimle dans ederdi. Tango, vals..."
Atatürk'le yaşadığı bir yılın hatıralarını anlatırken kendisine daha sonra
Worley soyadını veren İngiliz eşini hatırlayan Rafet Süreya Hanım,
"Gazi'den önemliydi. Ruhtan anlardı, merhametli, çok hisliydi,
şefkatliydi" diye o günleri anlatıyor. Atatürk'le geçirdiği yıllarda böyle
duygular yaşamadığını söylüyor. Böyle küskün ve kızgın anlarından birinde çekip
gitmeye karar veriyor Rafet Süreya Hanım: "O vakitte müdire haber verdi.
'Çabuk Süreya gelsin', diye Bekir Çavuş'u yollamış. Araba gelmiş. Dedim ki,
'burada yokum'. Gençlik işte, oradan (İzmir'den) Fransız vapuruna bindim,
Paris'e gittim. Olmuyordu. İşte böyle Paris'e gittim. Sefarethaneye haber
yollamış, 'Süreya dönsün' diye. 'Dönmem, üniversiteye gideceğim' dedim."
Ata'yı terk
etti
Meçhul
sevgili, söylediğini de yapmış. Bir daha dönmemiş ve Atatürk'ü terk eden kadın
olarak bir başka hayata başlamış. 2 yıl felsefe okuduktan sonra üniversiteyi
bırakmış ama, Chatelet adındaki dans mektebinde müziğin ve dansın dünyasına
yeniden dönmüş. Hamburg'da, Beyrut'ta dans etmiş. "Dört kız, bir orkestra,
çok lüks seyahatler yaptık" dediği yeni hayatında başka bir erkekle, 20
yıl evli kalacağı George Worley ile tanışmış. Büyük bir petrol şirketinin
Irak'taki 'müdür-ü umumisi' olan Worley ona, hayatının en güzel anıları olarak
hatırladığı yılları yaşatmış. Basra'da lüks içinde yaşamışlar. Çocuk sahibi
olmak istememiş. Kocasının ölümünden sonra birkaç yılını İngiltere'de geçiren
Rafet Süreya Iris Worley, 1959'dan sonraki hayatını, son günlerini İstanbul'da
yaşlılık ve yalnızlıkla tek başına geçirdi. (Aktüel dergisi, 1991)
BENDE
DEMİŞİM
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar derler.. kuvvetli ve
kudretli olanların hakka uymadığı ve hakikatı gizlediği sürekli tekrarlanan bir
gerçek.. ancak liderlerin kişisel yaşamlarının toplumsal etkileri de buyük
oluyor. Atatürkün kişisel yaşamı dışında BİLİM ve HUKUK alanında öyle toplumsal
etkileri olmuş ki İslam Dünyası gelecekte onun olumlu sonuçlarıyla
karşılaştığında.. kamil bir laiklik ve faziletli bir demokrasiyi sağladığında
bunu daha iyi anlayacak.. benim dünyamda İmamı NURSİ ile M.K.ATATÜRK birlikte
yer alır.. biri ülkenin yazılımını değiştirdi diğeri donanımını.. her ne kadar
sağlıklarında birbirlerine karşı amansız bir mücadele vermiş olsalar da.. Ancak
şu da bir gerçek ki bu yüzden tiranlar ve despotların yıktıkları dünyada
nebilerin ve dahilerin yaptıkları dünya.. ile karşı karşıyayız.. yaşam hayatı
destekleyen mikroplarla yaşamı köstekleyen mikropların bir dengesi değil mi ?
Garip bir çelişki ile ahiret için çalışan nebilerin dünyayı ayakta tutmaya
çalışmaları ile dünya için çalışan tiranların ahirete adam hazırlamaları.. bana
çok anlamlı geliyor ve Yaratanın mülkünde geceden gündüzü gündüzden geceyi
çıkarması san'atını gösteriyor. Allahü Ekber. Allah bizim ve siz akibet ve
ahiretinizi iyi ve güzel etsin. Amin.
(beş yıl sonra ATÜTÜRK ve BEDİUZZAMAN diye bir yaz
hazırladım.. nurcu ve Kemalist ve sair hiçbir
cenahtan ses getirmedi acaba neden ?)
http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=1764&PN=1&fbclid=IwAR0H87aoQPaC2IP3Vd8FYc2u1zJlZ7mfEraErGQN5-BvsPZ2XIJNJMSnfZo - http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=1764&PN=1&fbclid=IwAR0H87aoQPaC2IP3Vd8FYc2u1zJlZ7mfEraErGQN5-BvsPZ2XIJNJMSnfZo
TOLTSOY modern insanın
sürdürdüğü hayatın özetini çıkarmış ve demiş: “Yiyordu içiyordu uyuyordu
uyanıyordu ama yaşamıyordu.”
Ancak üstadlara yakışır bir söz.. çünkü yaşamak için
gereksinimi aşmak gerekiyor... Peki bu nasıl olacak ? Elbette kolay olmayacak..
olsaydı.. yaşam araç haline gelirdi.. amaç değil.
|