similasyon kuramı
Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
Kategori: Yöntem Bilim
Forum Adı: Yöntembilim
Forum Tanımlaması: Yöntembilim Üzerine Paylaşımlarınız
URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=2420
Tarih: 27-Aralık-2024 Saat 15:15 Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com
Konu: similasyon kuramı
Mesajı Yazan: osmanziya
Konu: similasyon kuramı
Mesaj Tarihi: 05-Ağustos-2024 Saat 15:32
Face Bilim Kulubünden Aysun TOLAN paylaştı:
BİR SİMÜLASYONDA YAŞADIĞIMIZI KANITLAYABİLİR MİYİZ?
Simülasyon teorisi, evrenimizin bir bilgisayar simülasyonu olduğunu, bizden çok daha gelişmiş zekalar tarafından düzenlendiğini ileri sürüyor.
Bu teori, bilgi fiziği adı verilen bir bilim dalı ile de destekleniyor. Bilgi fiziği, uzay-zamanın ve maddenin doğal fenomenler olmadığını öne sürüyor. Onun yerine, fiziksel gerçekliğin yapı taşlarının bilgi parçacıkları olduğunu, uzay-zaman algımızın da bu bilgi parçacıklarından doğduğunu söylüyor. Bunu açıklamak için de sıcaklığın atomların kolektif hareketinden doğduğu, aslında hiçbir atomun tek başına herhangi bir sıcaklığa sahip olmadığı örneği veriliyor. Bu da tüm evrenin gerçekte bir bilgisayar simülasyonu olabileceği gibi bir olasılığı akıllara getiriyor.
1989 yılında fizikçi John Archibald Wheeler, evrenin temelinde matematik olduğunu ve ‘bilgiden doğduğu‘ şeklinde yorumlanabileceğini öne sürmüştü. 2003 yılında Oxford Üniversitesi’nden Nick Bostrom, simülasyon hipotezini formüle etti. Buna göre bir simülasyonda yaşama olasılığımız oldukça yüksek. Bostrom’a göre yeterince ileri bir uygarlık, teknolojik açıdan gerçeklikten ayırt edilemeyecek denli gelişmiş simülasyonlar oluşturabilir ve bu simülasyondaki varlıklar da aslında bir simülasyonda yaşadığını anlamayabilir.
MIT’den fizikçi Seth Lloyd, tüm evrenin devasa bir kuantum bilgisayar olabileceğini öne sürerek simülasyon hipotezini bir adım ileri taşıdı. Konuyla ilgili en popüler çıkış ise 2016 yılında Elon Musk‘tan geldi ve ünlü girişimci verdiği bir röportajda, “Büyük ihtimalle bir simülasyonun içinde yaşıyoruz,” dedi.
İçinde yaşadığımız fiziksel gerçekliğin, gözlemciden bağımsız var olan nesnel bir dünya değil de simüle edilmiş sanal bir gerçeklik olabileceğine işaret eden bazı kanıtlar mevcut. Öncelikle herhangi bir sanal gerçeklik, bilgi işleme üzerine kurulmuş olmalıdır. Bunun anlamı ise her şeyin daha küçük parçalara bölünemez hale gelene kadar dijitize veya pikselize edilebileceğidir ve bu en küçük parçalara da ‘bit‘ adı verilir.
Bu durum, dünyamızın atomlardan ve parçacıklardan oluştuğunu öne süren kuantum teorisi ile benzeşmektedir. Bu teori, en küçük birim enerji, uzunluk ve zaman ölçütleri olduğunu söyler. Benzer şekilde evrendeki görünür maddeleri oluşturan parçacıklar da en küçük madde yapı taşlarıdır. Kısaca söylemek gerekirse, dünyamız pikselize edilmiş haldedir.
Evrende olup biten her şeye hükmeden fizik kanunları da, bir simülasyon programının yürütülmesi sırasında takip edilmesi gereken kod satırlarına benzer. Dahası matematiksel formüller, sayılar ve geometrik örüntüler her yerdedir, dünyamız tamamen matematiksel bir temele oturur. Fizikte simülasyon teorisini destekleyen bir başka tuhaflık da evrendeki maksimum hız limiti olan ışık hızıdır. Sanal gerçeklikte böylesi bir limit, simülasyonu çalıştıran işlemcinin gücüne, yani işlem kapasitesine bağlıdır. Fazla yüklenen bir işlemci, simülasyonun çalışmasını yavaşlatır. Benzer bir şekilde Albert Einstein’ın genel görelilik teorisi, zamanın bir kara deliğin etrafında yavaşladığını ortaya koymuştur.
Simülasyon hipotezini belki de en çok destekleyen kanıt kuantum mekaniğinden gelir. Bu, doğanın “gerçek olmadığını” öne sürer. Belli bir haldeki, örneğin belirli bir yerdeki parçacıklar, birisi onları gözlemlemedikçe veya ölçümlemedikçe var olmuyor gibi görünür. Onun yerine, aynı anda birden fazla halde bulunurlar.
Benzer şekilde sanal bir gerçeklik de bir şeylerin meydana gelmesi için bir gözlemciye veya bir programcıya ihtiyaç duyar. Kuantum dolanıklığı da iki parçacığın tuhaf bir şekilde birbiriyle bağlantılı olmasına izin verir, yani birine müdahale ettiğimizde, aralarındaki uzaklık ne olursa olsun diğerine de aynı anda otomatik olarak müdahale edilmiş olur. Bunun etkisi de görünürde ışık hızından daha hızlıdır, ki böylesi bir şey mümkün olmamalıdır.
Ne var ki bu durum, bir sanal gerçeklik kodundaki bütün konumların merkezi işlem biriminden aşağı yukarı aynı uzaklıkta olmaları gerçeğiyle açıklanabilir. Yani iki parçacığın birbirlerinden milyonlarca ışık yılı uzakta olduğunu düşünsek de, eğer bir simülasyonun içindeyseler aslında birbirlerinden o kadar da uzak değillerdir.
Peki, evrenin gerçekten de bir simülasyon olduğunu varsayalım. Bunu kanıtlamak için simülasyonun içinde ne gibi deneyler yapabiliriz?
Simüle edilmiş bir evrende, etrafımızda pek çok bilgi parçacığı bulunduğunu varsaymak yanlış olmaz. Bu bilgi parçacıkları kodun kendisini temsil eder. Dolayısıyla, onları tespit etmek simülasyon hipotezini kanıtlayacaktır. Yakın zamanda öne sürülen kütle-enerji-enformasyon eşitliği prensibi, kütlenin enerji veya bilgi olarak ifade edilebileceğini, bunun tam tersinin de doğru olabileceğini belirtmektedir. Yani her bir bilgi parçacığı küçük de olsa bir kütleye sahip olmalıdır. Bu, bize gözlemleyebileceğimiz bir ipucu verir.
Bilgi, aslında maddenin evrendeki beşinci halidir. Her bir parçacık başına düşen bilgi miktarı hesaplanabilir. Yakın zamanda yayımlanan araştırmalarda, bu tahminleri test etmeye yönelik deneysel bir protokol öne sürülmüştür. Deney, parçacıkları anti-parçacıklarıyla çarpıştırarak bir enerji patlaması yaratmak suretiyle içlerindeki bilgiyi silmek üzerine kurulmuştur. Bu enerji patlamaları ışık parçacıkları olan fotonlar suretinde gerçekleşir. Bilgi fiziğine dayanarak, ortaya çıkacak olan fotonların olası frekansları tam olarak tahmin edilebilir. Bu deney halihazırda var olan araçlarımızla gerçekleştirilebilmektedir.
Fizikçi John Barrow, bir simülasyon programının küçük hesaplama hataları ortaya çıkaracağını, bir programcının simülasyonu devam ettirebilmek için bu hataları düzenli olarak ayıklaması gerekeceğini söylemiştir. Bu düzeltmelerin, karşımıza çelişkili sonuçlar veren birtakım gözlemler çıkartabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla bu sabitleri gözlemlemek de bir başka seçenektir.
bu paylaşıma Muslim KATLAV DEMİŞ:Simülasyonda mıyız değil miyiz kanıtlamak için ilk önce neden simülasyonda olabiliriz sorusuna cevap bulmalı, misal Matrix filmi çıktıktan sonra bu tezler çoğaldı, film de sorduğum en anlaşılmaz soru şu, insan bedeni pil olarak kullanılıyor biryerlerde yatıyor beyne yaşam simülesi veriliyor bedenden enerji elde ediliyor, madem bunu verecek ve o bedenden enerji elde edilecek inekler atlar kullanılsaydı hem daha fazla enerji verirdi hem koca bir ömür simüle etmeye gerek olmazdı yeşil çayırda otlatma simülasyonu ver gitsin,
Dedimn ki
Değerli Kardeşim, Hiç bir soru kesinlikle yanıtlanmaz.. hiçi bir kuşku kesinkes kaldırılmaz.. Ancak bu durum anlamlandırılabilir. ilim ve irade ve güç bakımından yetersizliğimizi anlayabiliriz.. sadece kimseler için değil nesneler içinde bu böyle.. bu durumda başka durum ve konuları da nazara alıp insanın kendine bir hayat görüşü ve gidiş yolu seçmesi gerekiyor. Madem similasyonu seçiliyor onun yerine dahi iyisi olan Tanrı ve Din çağrısından niçin kaçınalım.. osmanziya yontembilim.com
|
Cevaplar:
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ağustos-2024 Saat 15:40
Kaynak belirtmemişsiniz.. alıntı da "Bilgi, aslında maddenin evrendeki beşinci halidir. " yazılmış.. maddenin beşinci hali bizim konumlandırdığımız GEOMETRİ'de en, boy, yükseklik, zaman boyutlarından sonra beşinci boyuttur.. buna şuur, zihin, akıl sair değereleri değişen DEĞİŞKENLER atanabilir. Şuur 5.ci boyutsa imkandan vucuba atlayan iman 6. boyuttur.. marifet 7 , muhabbet 8, hayret 9, mahviyet 10 ncu boyuttur. osmanziya
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 05-Ağustos-2024 Saat 23:53
Sağ olsun TOLUN Hanım kaynak gösterdi:
https://www.sciencealert.com/expert-proposes-a-method-for-telling-if-we-all-live-in-a-computer-program?fbclid=IwY2xjawEeGkJleHRuA2FlbQIxMAABHe8xh96XidmgMKVAJvAbUVT8wPbkO9ORmDqVhAGCfvQS7YWNnlJ31CFr1A_aem_AhNqb71f6KSN21O535jPMA
Teşekkür ederim.. Mantıktan çıkardığımız Matematik bizim icadımız.. matematikten çıkardığımız bilgisayar da bizim icadımız.. maalesef bizim bilinmeyenlerden bilinenlere giderken benzetmeden ve bildiklerimizden fazla bir araç ve olanağımız bulunmuyor.
dedim. Kendisi de
Rica ederim. Düşüncelerinize katılıyorum. Maalesef bazı konularda, insanlık olarak olanaklarımız kısıtlı ve tıkanıp kalıyoruz.
dedi
dedim ki:
Çok ya da az ya da denk olan nesneleri ve işleri ve olayları hatta olguları ÖLÇME olanağımız ve becerimizi bulunuyor ve bunları genişletiyor ve geliştiriyoruz.. uygarlığımızın evrimi boyunca.. bundan başka bir de mantıksal ve kuramsal olarak var sayma veya yok sanma yetimiz bulunuyor.
İmgeleme (tahayyül) ve irdeleme (tevehhüm) lerimizle tefekkür ve tezekkür ederek bilim alanları ve bunların kuramlarını da inşa ettik. Bu yapılandırmalarımızı arıtarak ve arıtarak belli bir birikime sahip olduk.
Ancak var sayma yetisi ötesinde "vardır" ya da yok sanma yetisi berisinde "yoktur" diye yargılama ve karar verme yetkimiz ve erkimiz ve gücümüz bulunmuyor. Resmi filoloji ve teolojiyi bu var sayma ve yok sanma yetimiz ile işleterek ortaya koyduğumuz Filozofi ve Teozofi den bazı sonuçlar.. değişim ve gelişimler çıkardık.
Örneğin bilim dediğimiz FUNUN.. hukuk dediğimiz FIKIH.. bunlarla evren ve toplum ile ilişkilerimizi düzenlemede yararlanıyoruz. En azından ticaret ve siyasetimizi ve buna bağlı olarak teknoloji ve ideolojimizi iyileştiriyor ilerletiyoruz.. bireysel ve toplum ulusal ve küresel boyutta yoksulluk.. hastalık.. yaşlılık ve ölüm sorunsallarımızı değil de sorunsallaramızı.. değilde sorunlarımızı gidermeye çalışıyoruz.
Örneğin 80 yıldır büyük boyutta ciddi bir savaş yaşanmadı.. konfor düzeyimiz yükseldi.. Burada sorular ve sorunlar ile sorusalları ve sorunsalları ayırırım. Bilim ve hukuk soru ve sorunlar ile uğraşır.. fakat filozofi ve din sorunsalları konu edinir. Bu sorusa ve sorunsal konularda felsefe yapısı gereği kuşku ile yaklaşır ve biz sorular sordurur.. din ise aynı konularda kesin yanıtlarlar ve çağrısına kuşkusuz uymamızı ister.
Çağımıza kadar gelen süreçte bu iki alan birbiriyle çatışmış.. bunun nedeni ile sağın ve solun üst ve alt yapısının birbirini yapılandırma işlevinden kaynaklanır. Bunun örneği ve hatta kanıtı Marksın Hegel diyalektiğini ters çevirirek DİYALEKTİK (tarihsel) MATERYALİZM inşa etmiş olmasıdır. Halk arasında ünlü ve saygın olmasının nedeni de idelojik dinin ve ideolojik felsefenin HALKI hitap etmesi ve tribünlere seslenmesidir. Günlük dilin düz yazısıyla avamı nasa hitap edilen retorik ve aydına yapılan diyalektik günlük dilin mantığı ile çalışır. İnsanları ikna eder. Fakat biz bu arada isbat eden bilimi kuram ve kurumlarıyla yapılandırdık ve onu hem pratik günlük dilden hem de teorik din ve felsefeden ayırdık.
Bunun sonuçlarını da fazlasıyla alıyoruz. Ancak bilimi felsefe hatta din haline getirmek doğru değildir.. keza dini ve felsefeyi de ideoloji durumuna getirerek bunu partiler eliyle hasılasını toplamak yanlıştır. Ancak bu yanlışlarda zaman görülecek ve vaz geçilecek. İnsan dilini kötü ve kötüye kullanır.. bu arada dil ile işlettiği dini ve felsefeyi de kötü ve kötüye kullanacaktır.. ancak bizim gelişmemizde bu kötü ve kötüye kullanma deneme ve yanılmalarla olmaktadır.
Sonuçta bu gibi sorunlar ve olumsuzlar ve çatışmalar daha mahiyetini bilmediğimiz hiç yok (hiçleme) ve hep var (hepleme) yetkimizden kaynaklanır. Aslında biz (insan) daha kendimizi iyi tanıyamıyoruz. Zamanla o da olacak. Bazen bir şey yıllar süren evrimle olur ve bazende bir an da olur.
Örneğin veliler bir bakarsın Şamda bir bakarsın İstanbulda görülürmüş.. birey olarak nebiler gösterdiği mucizeler var.. şimdi bu mu'cizeleri tür olarak.. kültür olarak uygarlık olarak gerçekleştirmiyoruz. Kim bilir İsa aleyhisselamın ümmeti ölüme geçici bir kalıcılık verecek.. yoksulluğu.. hastalığı.. yaşlılığı çözebiliriz.. ancak ölüme ahireti unutturmayacak bir çare bulabiliriz. Saygılarımla osmanziya
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 06-Ağustos-2024 Saat 00:20
Kendi sayfamda paylaştım ve altına şunu yazdım:
Tesaduf.. tevafuk.. istatistik.. kuantum.. rast gele.. rast gelmeye.. gelişi guzel.. gelişi çirkin.. olanak.. ölenek.. olasilik.. olmayasılik.. duzensiz.. sırasiz.. suratlı.. suratsız.. şekilli.. şekilsiz.. benim tablolarim pek surstsiz gorup çirkinliginden iltifat etmiyor olanilirsiniz lakin o pek sevdiginiz GDDY ile sunulan HAZIR acik ve seçik SEHIL yani anlaşilir yazilar bizi 7 ekim katliamina getirdi.. daha oncesi bir HURUC da 11 Eylul katliamina getirmişti.. koflaşmış kafamızi çalıştirmazsak da daha pek çok armegedonlar.. bu uygarligin 3.dunya savasini yaşayacagiz.. geçmişteki uygarliklarin bilmem kacinci dunya savaşlarinin mantigi aynı; kötüye kullanilan hırs-i hayat ve hıfzi şuur.
Ben âlimim diyenden kork.. ben cahilim diyenin yeni bir bilgi edinmesi kolay da ben âlimim diyenin EZBERINI BOZMASI zordur.. sizi GDD den daha tehlikeli GDDY dan uyariyorum.. şimdi ondan daha beteri.. kolayligi ve hizliligi ile bizi kendine daha çok bağimli eden YAPAY ZEKA.. Aİ diye eşsek gibi anirarak üzerinize gelsede korkmayin.. YBA size guvenligin ve esenligin kapilarin açiyor.. yeter ki HAZIRA KONAN kapı kulu olmayin.. AD mutfaginda çalıstirmaya giriştirecek KAPI KOLUNU gorun.
Saygilarimla..osmanziya
05.08.2024 ucyol izmir 13;06
Bu kısa bir REKLAM idi.. MURADIM: Günlük Dilin Düz Yazısı ile.. ancak buradım muradım TABLO da yazılı kelimeleri konuşturmak.. anlayanlardan eleştiri beklemek anlamayanlardan da soru beklemekti.
TABLOLAR neyse de GDDY yazılmış olanlara.. on senedir ANLAŞILMIYOR.. GENEL YANITINI alıyorum. Onun bir paragrafına ya da bir cümlesine veya bir kelimesini hiç bir geri dönüş almıyorum. Bir yazısında beni aşağılayan Hamdi Tayfura.. Mücahid Bilici'nin yazısını paylaşan Sahin DOĞAN'a.. Mücahid Bilici ismini vererek kendisine yazdığım yazının yanıtını alamadım. Neden veremiyorlar.. SESSİZLİK KUMKUMASI.. Tribünlara konuşarak onlara dahi EZBERLETİĞİNİZ konuların dışında bir DÜŞÜNME yeteniği bulunmamasından mı yoksa benim KONUŞMAYA DEĞER olmamam mı ? İnşaallah öyledir.. yoksa size çok yazık olur. Saygılarımla. Osmanziya yontembilim.com
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 06-Ağustos-2024 Saat 10:44
Yunan uygarligında LOGOS ile RATIO arasına yerlestirilen bu EGO yani dilin birinci tekil sahsi olan KIMSE en gizemli "anlam"lardan biridir.
Hitit ve Mısır uygarlığından sonra ortaya çıkan Yunan uygarlığının ilginç sonuçlarından biri Sokrat ve Platon mirasını fırsata çeviren ARİSTO'nun yetiştsirdiği İSKENDER'in olağanüstü bir şekilde.. o zamanlar dünyanın okyanusu olan Eğe Denizini bir Yunan gölü haline getirmesi.. Yunan ve Fars kültürlerinin hibridi olan HELENİZMİ ortaya çıkarmasıdır.
Demem o ki ortada olan orada olan akıl (RATIO) ve dilin (LOGOS) tercüme olayından sonra İslam daha doğru Arap uygarlığında bir canlanma ortaya konulmasıdır.
Elbette tarih boyunca benim dilim senin dilini döver.. benim dinin senin dinin döver.. benim kültürüm senin kültürünü döver.. benim babam senin babanı döver gib ÇOCUKCA haller olacaktır. Bu normal ve doğaldır. Olağan olmayan bu saatten sonra benim teknolojim senin teknolojini döver benim ideolojim senin ideolojini döver gibi BÜYÜKÇA hallerdir.
Döver.. söver.. över bu BEN'in yaptığı iş.. renkler ve zevkler tartışılmaz.. dileyen dileyene karşı tarafa geçer ver yansın eder.. dileyen hepimizin İNSAN olduğunu anlayıp birbirine yardım eder.
Saygılarımla.
Osmanziya 20.06.2024 üçyol izmir.
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 06-Ağustos-2024 Saat 11:02
Bizler araplaşma ve onlardan evvel yahudileşme arasında gidip gelirken türklüğümüzü unuttuk mu diyorsunuz ? Nuh ile Hun arasında bir fark bulunmuyor ama.. bir de atamız Yasef'den başka HAM var.. Sami ve Hami ve Yasefi milletler yani dillerin hepsi birdi ve sonra bu kanlar birbirine karıştı.. Kültürün olmaz olmaz koşulu olan dil ve din.. tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda çeşitli MİLLETLER v KÜLTÜRLER ortaya çıkardı ve bunlarda bu gün ORTAK bir MEDENİYET ortaya koydu. Bu müşterek uygarlıktan değil milletler bireyler etkileniyor. Şimdi SORUN bu çeşitliliğin nasıl bir arada BARIŞ içinde bulunacağı.. dil bilime ve din hukuku intikal etti ve biz bunlarla ticaret ve siyaseti ADAM etmeye çalışıyoruz. Gücü eline alan seçkinin nasıl ADAM olmaktan uzaklaşmasına mani olmanın yolunu arıyoruz. Güce tapan ve güçten korkan çoğunluğun nasıl ADAM olabileceğinin koşullarını arıyoruz. Çıkara banan ve maaş çanağı yalayan sıradanların ADAM olabilmesinin ortamını oluşturmaya uğraşıyoruz. Bunlar KOLAY işler değildir.. OLAY işlerdir.. Sonuçta M.K.ATATÜRK'ten R.T.ERDOĞAN'a kadar herkes bunun için çalıştı. Kendini milletine adayan İnönü, Menderes, Demirel, Özal'ı anarsak bu altılıyı milletimizi bağışlayan Rabbimize şükr olsun. Osmanziya
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 07-Ağustos-2024 Saat 22:08
Bilim kulubünden SİYAH ve BEYAZ yazdı:
RUH BEDENDEN BAĞIMSIZSA, BEYİN HASARI NEDEN KİŞİLİĞİMİZİ VE DÜŞÜNCELERİMİZİ ETKİLİYOR?
Beyin Hasarının Kişilik ve Düşünce Üzerindeki Etkileri: Ruh-Beden İkilemi Üzerine Bir İnceleme
Beyin hasarının kişilik ve düşünce üzerindeki etkileri, ruh-beden ikiliği tartışmasında önemli bir yer tutar. Bu konu, felsefe ve bilimin kesiştiği noktada karşımıza çıkar ve insan doğasını anlama çabamızda kritik bir rol oynar.
Bilimsel Perspektif
Nörobilim araştırmaları, beyin hasarının kişilik ve düşünce süreçlerini önemli ölçüde etkileyebileceğini göstermektedir. Özellikle prefrontal korteks hasarı, karar verme, sosyal davranış ve duygu kontrolü gibi alanlarda değişikliklere yol açabilir. Ünlü Phineas Gage vakası, beyin hasarının kişilik üzerindeki dramatik etkisini gösteren klasik bir örnektir.
Ayrıca, Alzheimer hastalığı ve diğer nörodejeneratif bozukluklar, beyin yapısındaki değişikliklerin düşünce süreçlerini ve kişilik özelliklerini nasıl etkileyebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Felsefi Tartışma
Bu bilimsel bulgular, ruh-beden ikiliği konusundaki felsefi tartışmaları yeniden alevlendirmektedir. Descartes'ın dualist yaklaşımı, ruhun bedenden bağımsız olduğunu öne sürerken, materyalist görüş zihinsel süreçlerin tamamen beyin aktivitesine indirgenebileceğini savunur.
Ancak, beyin hasarının kişilik ve düşünce üzerindeki etkileri, saf dualist yaklaşımı zorlamaktadır. Bu durum, ruh ve bedenin birbirinden tamamen bağımsız olmadığını, aksine karmaşık bir etkileşim içinde olduğunu düşündürmektedir.
Sonuç
Beyin hasarının kişilik ve düşünce üzerindeki etkileri, ruh ve bedenin sıkı bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Bu durum, insan bilincinin ve kişiliğinin sadece fiziksel ya da sadece metafizik bir temele indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır.
Gelecekteki araştırmalar, beyin-zihin ilişkisini daha iyi anlamamıza yardımcı olacak ve belki de ruh-beden ikiliği tartışmasına yeni perspektifler kazandıracaktır. Bu alandaki ilerlemeler, sadece felsefi anlayışımızı derinleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda nörolojik ve psikiyatrik bozuklukların tedavisinde de yeni yaklaşımlar geliştirmemize olanak sağlayacaktır.
Siyah Beyaz
Eskiden ruh hakkında kimsenin fazla bilgisi bulunmuyordu.. bu günde bulunmuyor.. ancak beden ve beyin hakkında bilgimiz genişliyor ve gelişiyor. Beyin yapısı ve çalışması giderek aydınlanıyor ancak orada benlik, ruh, akıl, şuur, zihin gibi MERKEZİ bir yapıya rastlanmıyor. Fakat böyle bir kabul olmadan da beynin nasıl çalıştığı açıklanmıyor. Ruh, özgürlük, sorumluluk gibi kavramlar olmazsa tüm hukuk sistemi de çöker, ardandan ahlak çöker. Ardından din çöker. Ancak bu gün için ruhun bulunmadığına .. ilmin ve iradenin olmadığına dair bir kanıt bulunamadı. osmanziya yontembilimi.com
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 10-Ağustos-2024 Saat 17:09
Bilim kulubünde Nazmi Yıldız yazdı:
Modern Çağ’da meydana gelen bilimsel devrimden sonra insanoğlunun evrendeki yeri ile ilgili görüşler derinlemesine değişti. Orta Çağ’da yeryüzü göklerin merkezi olarak görülüyordu ve evrendeki her şeyin bir ereği olduğu düşünülüyordu. Ama Newton’ın sisteminde Dünya seçkin bir gök cismi olmaktan çıktı ve küçük bir gezegen hâline geldi. Thales’ten Copernicus’a kadar bilimi bünyesinde barındıran ve onu yönlendiren felsefe şimdi yeni bilimsel sonuçlarla kendisini ve bilimi yeniden değerlendirmek durumundaydı. Artık söz konusu olan öncelik sonralık değil âdeta felsefeyle bilim arasında oynanan bir pinpon maçıydı.
Nazmi YILDIZ
DEDİM Kİ: Ancak bilimin kendisi değil de sonucu üzerinde duracağım: Bilgi sağlamca öğrenilen belge ve sağlıklı kullanılan çözüm ve verimli yararlanılan bir aydınlıktır. Bununla beraber sağlam ve sağlıklı olup olmamasına bakılmadan sadece "kullanılan" bir mal haline geldi.. çünkü artık bilgiyi ortaya çıkaran "dil"in kötü ve kötüye kullanılmama duyarlığı kalmadı. Bu dil kullanımı yüzden iktisatlı olması gereken bilim israfla ticareti bozdu.. adaletle olması gereken hukuk zulumle siyaseti.. zehirledi..Sadece kolay ve hızlı hizmet.. bol ve ucuz mal.. peşinden koşma hizmeti karaktersiz ve malı kalitesiz haline getirdi. bundan dolayıdır ki teknoloji insanı giderek doğaya yabancılaştırıyor.. ideolojiler insanı insandan uzaklaştırıyor. Sadece kolay ve hızlı hizmet.. bol ve ucuz mal.. peşinden koşma hizmeti karaktersiz ve malı kalitesiz haline getirdi. Ancak kültür ve uygarlığın genişleme ve gelişmesinde deneme ve yanılmalar değiştirme ve düzeltmelerle sonuçlanır.. umarım bu arıtma ve onarma süreci ticaretimize kalite ve siyasetimizi karakter getirir. Bu da öznelerin sağlam bilgi ve sağlıklı değer taşıyan söze duyarlı olmalarıyla başlar.
Saygılarımla osmanziya 10.08.2024 ÜÇYOL izmir
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ağustos-2024 Saat 09:49
bilim kuluubünden Bilal Tekin bey yazdı:
Dinnur Yaşar bey biraz felsefe yapıyorsunuz sanırım. Körü körüne inanmaya kesinlikle karşıyım, bu yüzden dinin ilk emri oku iken okumayana cahil diyoruz. Bununla beraber sadece okuyup dine inanmayan da en az diğeri kadar cahildir. Çünkü bilimin bile açıklayamayacağı soruları din cevaplıyor.
dedim ki:
Alakanıza ve katkınıza teşekkür ederim. Günlük dil.. bilimsel bilgi.. felsefi bilgi.. dini dil.. bunlar her ne kadar birbirinden ayrılabilirse de kesin ve net sınırları bulunmaz. Ancak eğer BİLGİYİ.. bilen ve bilinen ilişkisinden ortaya çıkan bir "nesne" olarak kabul edersek.. bilgideki "bilen" yada "bilinen" ağırlığına göre bunlar arasında farkı ortaya çıkartabiliriz. Klasik bilgi tanımında ilim, bilinenden alınan verili gözlem ve bilenden katılan ilkeli yorum ile ortaya çıkıyor. Verili gözleme obje.. ilkeli yoruma subje.. dersek günlük bilgi obje ağırlıklıdır.. dini bilgi ise subje ağırlıklı.. bilimsel bilgi de ise bilen ve bilinen "eşit" katılım sağlar. Yani yanıldığı gibi BİLİMSEL BİLGİ sırf "nesnel" bilgi değildir. Onda "kimsel" katkılarda bulunur. Eğer bu kimsel ve subjektif katkı eşit değil de "denk" ise bu sefer FELSEFİ BİLGİ ortaya çıkar. Şimdi bu anlatım ilk defa zatı alinizin eleştirisi ile ortaya koyduğum bir KURAM'dır. İşte BİLİM gözlem, veri, ilke, yorum, kuram, varsayım ve öngörü gibi kavramlarla çalışan HİPOTETİK DEDUKSİYON denilen bir yöntemle çalışan.. kuramları ve kurumları yerleşmiş.. uygulamaları ve disipline ve organize olmuş.. okullu ve ekollu GÜVENİLİR bir etkinliktir. BU DÖRDÜNÜN birlikte bulunduğu ANA-KARA'dan günlük bilgiden sonra ortaya çıkmış etkinlikter. Günlük dil ve bilimsel bilgi bizim sorularımızı yanıtlar ve sorunlarımızı çözer. Fakat felsefi bilgi ve dini bilgi cevaplanamayan sorularımız ve çözülmeyen sorunlarımızı konu edinen etkinliğimizdir. Bu sorusal ve sorunsal alanlarda felsefe daima kuşkulu sorular sorar.. din ise daima kesin yanıtlar verir. Bizim kültür ve uygarlık olarak ikisine de ihtiyacımız vardır.. diye düşünüyorum. Şimdilik BİLİMİN hakemliğinde bu çok yönlü ve yanlı sorusal ve sorunsallarımızı çözmede birbiriyle yarışıyorlar. Bence işbirliği yapsalar daha iyi olur. Artık klasik nebiler ve veliler ile dahiler ve deliler ayırımcılığı yetmiyor. Yeni yaklaşımlar.. yeni çözümler ve yeni yöntemler gerekiyor. Saygılarımla osmanziya yontembilim. com 12.08.20224
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ağustos-2024 Saat 14:33
Orhan Feryadi
Gönderi Sahibi
Bilal Tekin din hangi soruları yanıtlar ?
yazdı
dedim ki:
Felsefenin ve dinin ortak soruları bulunur;
1. Nereden geliyoruz..
2.Nereye gidiyoruz..
3.Burada ne yapacağız ?
4.Bu sorulara verilen yanıtların kanıtları nedir ?
Burada verilen hür türlü cevaba FELSEFE şüphe ve tereddüd ile yaklaşır.. çünkü karşıtlıkları eleştiren ve çelişkilerden kuşku duyar AKIL..
Din ise bu sorulara şu yanıtları verir;
1.Allah'dan (Tanrı) den geliyoruz..
2.Ahirete (sonsuzluğa) gidiyoruz..
3. Eşyaya iktisatlı kullanmak ve eşhası adaletle çalıştırmak yani SALİH amel..
4. RİSALET ile ortaya çıkan güzel ahlak ve gösterilen mu'cizeler.
Bu kaynak ve kökeni ilişkin dort soruya.. SORUSAL adını veriyorum.. çünkü hiç bir zaman kesin olarak yanıtlanamazlar.. ne felsefe ne de din bu kökene ve kaynağı ilişin SORULARI kesin ve tartışılmaz ve kuşkusuz YANIT ve KANIT verebilmiş değildir.. ancak bizler hayat görüşümüze göre dine ya da felsefi yanıtlara İKNA olur ve onu seçer ve ona göre yaşarız.
Saygılarımla
osmanziya 12.08.2024 14:32
çok teşekkür ederim.. nükleit asitleri yani dört bazı kim konfigure ediyor.. eşitlik ve çeşitlilik neden yapılandırılıyor .. türsellik ve bireysellik.. niçin işlevlendiriliyor. osmanziya
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ağustos-2024 Saat 23:49
Bilim Kulubünden Yalçın Kaya YALINKILINÇ yazdı..
"Vücudunuzdaki her atom patlayan bir yıldızdan
geldi. Ve sol elinizdeki atomlar muhtemelen sağ
elinizden farklı bir yildızdan geldi. Gerçekten fizik
hakkında bildiğim en şiirsel şey: Hepiniz yıldız
tozusunuz. Yildızlar patlamasaydı burada
olamazdıniz, çünkü elementler - karbon, nitrojen,
oksijen, demir, evrim ve yaşam için önemli olan her
şey- zamanın başında yaratılmadı. Yildızların
nükleer firınlarında yaratıldılar, ve bedeninize
girebilmelerinin tek yolu, o yıldızlarin patlayacak
kadar nazik olmalarıdır. Yani lsa değil, bugün burada olabilmen için yıldızlar öldü.
- Lawrence M. Krauss"
dedi..
dedim:
NASIL OLDU.. atomlar hücreleri doldurdu.. parçalar atomları doldurdu.. falanlar boştu filanları doldurdu.. doldukları gibi de boşaltacaklar.. doğdukları gibi ölecekler.. atomlar hücreleri boşaltacaklar.. parçalar atomları boşaltacaklar.. başlattıkları gibi bitirecekler.. çünkü her şey önce başlat sonra bitir YASASININ buyruğu altında çalışır.. bundan dolayıdır ki GÜN başlat biter.. YIL başlar ve biter.. ÖMÜR başlat biter.. ÇAĞIMIZ başlar ve biter.. DÜNYA başlat ve biter.. EVREN başlat ve biter.. önce başlayanlar sonra biter.. peki bu nasıl oldu ? Damdan düştü bir yeşil kurbağa.. bunu gören iki asker.. aldılar götürdüler.. bir mezara gömdüler. Mezarının başına şu NASILI yazdılar: Damdan düştü bir yeşil kurbağa bunu gören iki asker aldılar götürdüler bir mezara gömdüler. Mezarının başına şu NASILI yazdılar: Damdan düştü bir kurbağa.. tamam anladık.. NASIL olduğunu öğrendik.. KAÇ asker olduğunu öğrendik.. kurbağanın HANGİSİ olduğunu öğrendik.. peki NEDEN oldu.. NİÇİN oldu.. askerler NEREDEN geldiler.. NEREYE gidiyorlar.. yeşilin ANLAMI ne.. kurbağanın AMACI kim.. bütün bunlara bilmekte İŞ'in İÇ'inde bulunuyor.. evet, HAKİKATI hikaye etmek kolay değildir lakin HİKAYENİN hakikatına erişmekte zordur.. saygılarımla.
osmanziya
|
|