- (1)
- Yukarıdaki
ilk tümceyi, “Taallüm ve taarrüf, vetiresinde, münakale ve müessere, tefekkür
ve tekellüm yekdiğeriyle münasebettar faaliyetlerdir” cümlesiyle ifade
etseydim. Yada “Taallüm, TEDAVÜL-Ü emval ve efkar münasebetleriyle tenebbü-ü
teceddüd ile tezahür eden bir vetiredir ve taarrüf MUAŞERETE -İ hürmet ve
muhabbet alakalarıyla tekellüm-ü tekerrür ile tebarüz eden bir muameledir.”
İbaresiyle anlatımımı sürdürseydim , Benim anlam yönelimim değişmeyecekti
ancak anlatım amacıma (yani size ulaşma gayeme) ulaşamayacaktım. Çünkü bu tür
cümlelerde devam etseydim çoğu kişi belki de okumasını bırakacak yada fazla
sürdüremeyecekti; anlambilimsel giriş yapamadığından yada sözdizimine karşı
olduğundan. Bu yazının giriş olgusunda dahi görüyoruz ki Öğrenmede
düşe-götürme yani anlama kadar dile-getirme de önemlidir. Değerler kadar
değişkenlerde önemlidir. Denilenler kadar deyimlerde önemlidir.
-
- Bu gereklere yeteri kadar önem verir yada
vermezsiniz. Ama dil ve düş aracılığı ile
“gerçek” ve “doğru” amacına ulaşmayı güdüyorsanız araç ve aygıtlar size engel
olmamalı. Hatta bu motiv yeteri kadar güçlüyse ve amacınıza ulaşmayı
umuyorsanız, gerekirse yazarın beğenmediğiniz terimonolojisi (diline)
katlanmayı göze alabilirsiniz.
-
- “Işık
eşyayı aydınlatır, gerçekleri ise, insan insana anlatır”. İnsanın sadr-ı
kalbinde bilgiler, kendine “aydınlık”tır. İnsanın sarf-ı lisanında sözler
ise, başkasına bir “ışıktır”. Yukarıda söyledim bu ışık nesneye değil kimseye
ışıktır ve onu aydınlatır. Işık burada temsil ve mecazdır. İşte gerçeklere
giden iki yol…Belki sizi aradığınız gerçeğe ulaştıracak sözler bu satırların
sesi ve esemelerindedir. Belki beni aydınlatacak ışık sizin
eleştirilerinizdedir. Bilgi ile gerçek arasında yer alan gönül ara yüzü, bu dil
(lüga) ve düş (nüha) alışverişinden usanmış olabilir. Ancak , us (akl) esine
daima aç, uz (vicdan) sezine sürekli açıktır. Bu gereksinim oldukça ve bu
kapı açık durdukça, bilgi ile gerçek arasındaki örtü azaldıkça azalacak, kimse
ile nesne aralığındaki örgü inceldikçe incelecek ; gerçekle aramızdaki dil ve
düşünce engelleri aradan kaldırılacaktır..
-
- Öğrenme üzerine olan bu yazıda
bilgilenmemize etki eden “dil sorunu”na tarihi ve sosyal bir tespit yapmak
istiyorum: Batıya taklitçilik ve doğucu ezbercilikten dolayı, araç olan dil
aşırı (fart) uçlara çekilmiştir. Türk dili iki etki karşısında bu gün dünya
dilleri karşısında “karakterlerini” koruyamaz hale gelmiştir. Bir yandan,
Uydurukça tepki olarak Osmanlıca kutsallaştırılmış. (tefrit) Öte yandan
batılılaşmak uğruna Arapça’nın kökünün kazınmaya çalışılmış. (ifrat) Bu
nedenle dil amaç haline gelmiş, öğrenmede asıl amaç olan araştırma ve
düşünme unutulmuştur. Bunun sonucunda aydınlar birbirine anlamaz iki dil
bloğuna bölünmüş, ULUSAL düşünce gücü neredeyse tükenmiştir. İşte bu yüzden de,
gelenek-değişim çatışmasının iki olumsuz sonucu doğmuştur: Birincisi öz ve
varoluş dengesi yitirilmiş dini hukukumuz donmuş. İkincisi, standart-patent
(birim-buluş) yinelemesi ve yenilemesi kaybolmuş, dünyevi bilimimiz durmuştur.
Dilin yapısını canlandırmada ve işlevsel dini yaşama geçirmede öğrenme
sürecini anlamak yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.
-
-
(2)
- Hatta canlı olan iletişimde vericinin mesajının alıcıya
ulaşması ve geri tepkisinin alınması , sürekli değişen ve gelişen bir çizgi
imler. Bu çizginin titreşen ve dalgalanan salınımı ardı adına izlenemez. Keza,
anma ve düşünme etkinliklerinin temellerini kavramakla “bilişim” tüketilemez
ve “deyişim” bitirilemez. Yine, konuşmada, söyleyenin açıklamasının
dinleyene eriştiğinde de-mek istenilen değişkenle ve de-n-il-mek istenilen
değeri tespit etmekle konuşma köküne inilemez. Olguların fact-fict
(sarf/sadr faaliyetini) aktivitesini açıklamak, kurguların mesaj-misyon
(davet/hizmet zihniyetini) mentalitesini açıklamak kadar zordur. Bunlar batı
yakasındandı. Bunlar doğudan; Meddi Müddet biter Amedi Hadd bitmez. Hüda
Duası biter ve Hamd Davası tükenmez. Ta ki akıl ve nakil arası hakkın beyanına
varılıncaya kadar.., Dirayet ve rivayet arası hikayenin hakikatini verinceye
kadar.. Çünkü o zaman “mono-log” biter “dia-log” başlar. Burada logic yani
lojik akıl-mantık-ilim anlamında kullanılır. Düşünün bir terim üç kompleks
yapıyı adlandırıyoruz. Dışarıdaki Fizik için devim, hız ve ivme için ayrıntılı
tanımlar yapıyoruz da kendi psiğimiz için üçünü tek-ad tek tanımla
yetininiyoruz. İşte biz kendimizi (insanı) bu derece ihmal ettik! Kalbden
akıla, akıldan nühaya, nühadan lügaya, lüğadan ukdeye, ukdeden lübbe, lübden
sadıraya, sadıradan hasılaya şimdi bu iki ucu birbirine birleştir ortaya çıkan
teselsül atıl bir tefsir mi , batıl bir tafsil mi ? Adlarla yetinip
tanımlarını yapmayınca nasıl bilebilir, nasıl değerlendirebilir siniz ki ?
Tanımlamaya kalkıncada sizin tanımlarınız ile benim tanımlarımı nasıl
karşılaştırıp tartışabiliriz ki ? Düz yazı bisikletine binilip Ankara’dan
İstanbul’a gelinmez mi ?
-
-
-
(3)
- Kendi kendisini tanımak ve benini başkasından ayırt etmek
önsel yetisiyle var edilen insanın, bu özellikleri dolayısıyla
öğrenciliği ve SINAVI bir dayatmadır. İstese de istemese de maişet günü ve
meşiet deneyimi önüne konulmuştur. Ama buna rağmen de özdeşlik ilkesiyle
çelişkilere düşmeden düşünmekle sorumlu ve özgürlük ülküsüyle aykırılık
yapmadan konuşmakla yükümlüdür.
- Çünkü SINAV için, insana yaratmasında
(yaratma Allah için hakiki manada, insan için mecazi ve
mevhum anlamdadır) dilediği yolda (O’nun inşası dairesinde)
istediği olasılıkları seçmekte özerk bırakılmıştır.
-
Çünkü YARIŞ için, insana buyurmasında (buyurma,
Allah için asıl anlamında insan için ikincil ve dolaylı manadadır) dilediği günde (O’nun izni
dairesinde) istediği koşullarda önegeçmekte
özgür yaratılmıştır..
-
- Birincisi
Allah için Hamd davası, ikincisi Kul için Hüda duasıdır. Bu Fatiha Elması’nın
iki yarısıdır.
-
- Bunun içindir ki insanın marifetinin tahlil ve terkibi
akıl ni’metininin bir külfetidir. Muhabbetinin tercih ve tergibi ise kalb
minnetinin bir şükrüdür.
-
- Yukarıda VURGULANAN iki kavrama ilişkin dört olguya ilişkin
öğrenmenin bilinmesi Bir bakıma, insanın kendisini tanımasıdır. Nurun İlk
Kapısının Onuncu dersinde belirtildiği üzere insanın hayat makinesine
yerleştirilen havas ve letaif, hissiyat ve maneviyatını çalıştıran aza ve alat,
cevarih ve cihazat iki esas üzerine hareket ederler. Menfeat ve Hakikat. İnsan
bunları İbadet ve iman haline dönüştürmediği sürece, bütün mahiyet ve hüviyete,
ferdiyet ve şahsiyete boşa gider, batıl olur. İnsan ihlas ve rıza üzere bütün
kalite ve kantitesiyele, bütün karakter ve karizmasıyla, bütün kariyet ve
kapasitesiyle RİSALET VE VELAYETE yöneldiği zaman insanın KEMALATA dönük
aktivite ve mentalitesi neşv ü nema bulur. Yoksa MEDDİ eksende ne zamandan
hızlı koşarak onun önünden kaçabiliriz ve ne de gerisine bulunur aleyhimize
olan akımını durdurabiliriz. Ama dediğimiz iki esas üzerine döndürürsek
dünyamızı, bu sefer AMEDİ eksende onu zamanı lehimize çevirebilir ve hatta
efendisi olabiliriz. Yeter ki “kul” olup zamanı “kullanmak”tan vazgeçelim!
-
-
(4)
-
- Bir de en önemli tarafı, eğer öğrenmenin öz-ü olan
alışkanlık makinesi “anlaşıldığı” yani öğrenildiği zaman onu kullanma imkanı
doğar düzenleme olasılığı artar. Bilgilenmenin ne-liği olan koşullanma
mekanizması “kavranıldığı” yani tanındığı anda onu denetlenebilirliği
yükselir. Tırnak içine alıp yazıya dökemediğim “anlaşılma”=fıkh ve
“kavranılma”=fehm, terimlerini ilim ve irfan farkını göstermek için koydum.
Tabii yine anlatamadım. Çünkü
temsil olmazsa dili kuru kodlardan ibarettir de ondan. Nasıl donanım modu olmazsa yazılım kodu işe
yaramaz.
-
O zaman misal vereyim. Doktor sigaranın zararını ilmen bildiği halde içmeyi sürdürmesi
“anlama” üstündeki sevme uğruna lazım olan insafının ve irfanının
olmamasınadır. “kavrama” ötesinde isteme için icap eden aklının ve vicdanının
bulunmamasındandır. Demek ki, yapmak için, bilmek yetmez, sevmek ve istemekte
lazımdır.
-
- Öğrenme dereceleri olan gayri ihtiyari refleks, idraki
koşullanma ve iradi tanımadan (bu üç kademeli öğrenme yada bilgilenme
seviyelerini yazının konusu olan öğrenme dereceleri ile karıştırmamak lazım)
oluşan piramidin zirvesi ile tabanı arasında en yüksek oranı, düşkün ve
tutkun olduğumuz itiyatlarımız, önyargı ve saplantılardan kurulu itimatlarımız
tutar. Bu konuda “iktidarımızı
itiyatlarımız besler yada boşaltır, ihtiyarımızı itimatlarımız parlatır yada
karartır.” Diye bir söylemim var.. Nasıl ki
ışık ve göz görmenin bir sebebi fakat aynı zamanda görmenin de bir engelidir.
Körlük ışıksızlık veya gözsüzlükten doğar. Öyle de gücümüze ve işimize hayat
veren monoton itiyatlar ve süregelen itimatlar, aynı zamanda etki ve
emelimizin de bir prangasıdır. Kaynakları hedeflere ulaştırdığımızda, hedefleri
yeni kaynaklar haline getirmezsek, istidatlarımızla eriştiğimiz imkanlara
alışıp onlar içinden çıkamazsak, daha yüksek bir hedef bir temenniden öteye
gitmez, daha ileri bir imkan bize hülya olarak kalmaya devam eder. Bu kör
itiyad ve boş itimadların kökeni gizli ve açık ataletten kurtulmak için
öğrenmenin makenizmasını bilmek çok yararlı olacaktır.
-
- Alışkanlıkları (adet ve itiyadlar) ve alışkınlıkları
(meleke ve maheretleri) kur-mak ya da gereksiz, ekimiş ve zararlılarından
kur-tul-mak, dile kolay gelse gerçekte pek çok zordur. Bir canlı topluluğunda
güvenlik, beslenmekten daha önemli bir süreçtir. Keza bir canlı türünün
çoğalması, o türün ferdinin doymasından öncelik taşır. Bunun gibi dil dahi,
biçim kabının, düşüncenin tasarım içeriğinden daha önemlidir. Yine aynı
yasadan dolayı, biçimsel yinelenme, süreklilik ve gelenek, tasarımın yeniliğine,
değişimine ve devrimine karşı kor. İşte biz çoğu zaman bilinçli kullanılmayan
alışkı (itiyad) ve ve tanışkı (itimad) esiriyizdir çoğu zaman. Karşı koyarak
girişimde bulunmak zor gelir; kuşkulanarak araştırmayı seçmek aklımıza gelmez.
Belki ataletimize sarılır, cebanetimize (korkaklık) sığınır , atılım cesareti
bulamayız. Ama şayet bu bağımlılığa savaş açar ve bu köleliliğe karşı
koyarsanız, dayanır yapar veya direnir yıkarsınız.
-
- Yukrıda misal üzerinde ilerleyelim: Yaygın ve zararlı bir
alışkanlık olan sigarayı “bırakma” savaşını içten sever ve ciddi isterseniz
hiçbir ilaç ve yardım masraf ve yorgunluk olmadan hedefini
gerçekleştirebilirsiniz. Bu öğrenmenin ve başarının özüne vardığınızda sırada
diğer hedeflerin durduğunu göreceksiniz. Bu ilk savaşımı kazandığınız ve
hasmınız olan kendinizi yenmeyi başardığımız zaman, başkalarını yenmek ve diğer
hedefleri ele geçirmek kolaylaşacak ve zarardan kaçmayı öğrenmiş olacaksınız.
Ama her öğrenme gibi “temrin” ve “tekrar” bu öğrenmenizi “alışkanlık” haline
getirmezseniz onu unutacaksınız. Yeni hedefler ve yeni başarılarla bu öğrenme
yeteneğinizi sürdürürseniz diğer bütün kötü ve zararlı alışkanlıklarınızı terk
etme, her türlü iyiliğe karşı “biçimlenme”e ve yararlı olana “koşullanma”l
imkanını elde edersiniz.
-
- Taşıdığımız iktidar ve yüklendiğimiz ihtiyar iki emanettir.
- Bunları sorumluluğu üzerimizde şu araçlarla kullanırız:
- MEŞİET, ret ve inkar ederek kaçmanın ve kabul ve isbat ederek
koşmanın yani PRATİK fiilin (eylem) aygıtı..
- MANTIK ise nefy (olumsuz) edip yadsımanın ve isbat
(olumlu) kılıp benimsemenin yani TEORİK kasdın (yönem) aracı..
-
- Böylece HAML EDİLEN;
- ilim gücünüzü
idrak edip “öğren”diğinizde
ayırdına vardığımız yüzlere , bölümünü yaptığımız yanlara yönlene”bilme”
olanakları ortaya çıkar ve böylece de idrak ortaya çıkan seçeneklere yönele”bilme” irfanını
irade
edebilme olasılığı ile de özgürlüğün yolu da açılır. Dikkat ederseniz “dil”
pasif ve aktif iki türlü yön almayı de “bilme” ile ifade ediyor. Kabiliyete,
kabul edilirliği de ola”bilme” diyerek hem temel istidadın bilme ve dil
olduğunu, hem diğer yetenek ve yetilerin öğrenmeye açılabileceğini söylüyor.
-
- Bu noktada kişisel gelişim kitap ve kurslarını yönelmenizi
hararetle tavsiye ederim. Şimdi bu anlatılanlar kağıt üzerine kur-mada ve
kuramda kolay gelir ama gerçekte uygulama ve kıl-mada zordur. Bu kurslar bu
işi toplu bir şekilde ve birlikte başarmada bizleri motive eder. Ama bu zorluğu
şu veya bu şekilde alıştığınızda, kendi kendinize egemen olmanın keyfini
çıkarırsınız.. özgüvenle özgür yaşamanın zevkini tadarsınız.. Cenabı Hak sizi
ve bizi yararlanmaya bağımlı kölelik ile bağlılığı konuşan kulluğun ayırtına varanlardan.. bu savaşta ut ve umutla mutlu ve
kutlu çıkanlardan etsin.Amin.
-
- (5)
-
- İzafiyet dünyasında tanımlama yapılmadan bilgilenme
olmayacağını göre “Gerçeklik” söz konusu olunca, tanımlama ve karşılaştırma
yapılması gerekmektedir. Eğer biz gerçekliği doğruluk hatta iyiliğe ve
güzellik ile karşılaştırmadan, sadece bunlardan birisi mesela “gerçeklik”i
düşünme yada konuşma konusu yaparsak gerçeklik konusunda araştırmamız “söz”
de kalmaya mahkumdur. Bilgilenmemizin sözde kalmaması ve töze inmesi için
gerçekliği analitik düzleme “masa”sına yerleştirmeliyiz. Sonra bu masa etrafında
toplanıp, tanımlamayı meyve verecek tartışma ve çözümlemeyi başlatmamız
gerekir.
- Gerçeklik ne dir ? Ne (X) “iks”ini ini nasıl tanımlarız ?
Gerçeklik kim dir ? kim (?) “soru” sunu nasıl adlarız ? Gerçek izafi “nesne”
midir ? Yoksa salt “kimse” midir ? Gerçeklik x nesnesi ise (I) “integer”
tutar-ederi ne dir ? Gerçeklik ? kimsesi ise (S) “sinüsodial” çizgi-değeri ne
dir ? Ve en önemli soru; görecel, salt, nesne, kimse... GERÇEKLİK HANGİSİ ?
-
- Sayıl, söze, nicel ve nitel bu SORULAR size saçma gelmesi,
sakın anlamın anlamından kaçmanızı göstermesin ? Belki bana sunulan gerçeklik
oyunundan sıkıldım da ben kaçıyor da olabilirim. Gerçekli bütün olasılıkları,
olsalıkları, olmalılıkları taşır çünkü!
-
- Sonundaki, belki, anlam ve amaçtaki töz ve söz üstündeki
kuramsal koşulları ve edimsel kuralları bulabiliriz. Toz ve köz denilen doğal
koz-a ve dönel tüz-e bile altındaki uzam ve süreyi görebiliriz.
- Uydur uydur ebegümeci” diyorsanız yanılıyorsunuz. Biz laf
ebesi değil dil bebesiyiz. Şair’in leylası değiliz ama şiirin mecnunuyuz.
Şuurumuz derinliklerinden gelen seslerin iniltilerin gizemine çekilerek geldik,
gönlümüzün enginliğinden gelen fısıltıların büyüsüne kapıldık, gidiyoruz. Aşkı
terennüm edemedik, merakın zebunu olduk. Daha dili bilmeyen insan şiir dile
getirebilir mi ? Belki bir gün aşk da bizi yakarsa, merakın alevleri söndükten
sonra dizelerin ışıltıları parlayabilir...
- Ben, onlarca, yüzlerce ve binlerce kere değiştirdikten
sonra ki sizi temin ederim bu yalan değil tamamen gerçektir, şöyle bir analizi
“uygun” buluyorum: (ek-dosya). Bu gerçeğe ulaşmak ömrümün tam elli bir sene
sekiz ay yirmiyedi gününe mal olmuştur:
-
- Ssomut
gerçeklik
ile somut doğruluk ekseninin çaprazına içkin güzellik ile aşkın
iyiliği
“yerleştirerek” hakikati öğrenmek adına yöntembilimsel bir şablonu kurgulamadan
geçmek istemedim. O zaman tırak içinde yazılan gerçeklik, izafi olarak;
gerçeklik, doğruluk, güzellik ve iyilik olmak üzere dört (öğe/terim-kavram)
değeri ifade ederler.
- Bunlar bu dört şeyin yetkinliği salt olunca her şeyi kuşatan
ve yayılan olmalarından dolayı hepsi birbiriyle özdeşleşir ve özdeşliği
“tanım”larla bilemeyiz, TANIMLAYAMIYIZ . Ancak adlarla “biliriz”,
ADLANDIRIBALİRİZ.
- Bu nedenle analitik düzlemde yaptığım salt ve gereklilik,
kuşatan (çevren) ve yayılan (özek) bağlamlarının “tanımlama” gerçekliği
bilmeyi değil daha çok “geometrik” temsili ve anlatımı ifade eder. (GERÇEK ŞEMASINA BAKABİLİRSİNİZ)
- Ama Tan-rı bilinmezse de, “Tan-ı-nır”.
Tan-ı-ma, ayrı, tan-ım-la-ma, ayrıdır. Tanımlanamayan
dil-üstü yada bilgi-üstü kalır ama akıl-dışı-lık ve yok-luk anlamına gelmez
- Demek ki bizim bilimsel bir konuşmada hangi “gerçeklik”i
murad ettiğimizin ayırtına varmamız karşı tarafa bildirmemiz lazımdır. Bir ve
tek gerçekliğimi arıyorum, yoksa çok ve çift gerçekleri mi ?
- Salt gerçekliği mi kasd ediyorum yoksa görecel gerçekliği mi
murad ediyorum bunun belirtilmesi lazım.
- Bazıları saltın farkında olmayabilir, bu doğaldır. İnsan
doğuştan solcu, maddeci ve duyumcudur. Sonra sağcı ve manacı olur. İnsan
duyulabilir vücudu bilir ama düşünülebilir vücuba varması tefekkür ve terbiye
ister.
- Sonra muradım görecel bir gerçeklik ise hangi türü, o türün
hangi, ferdi, yönü, bölümü.. SOMUT olanı mı, SOYUT olanı mı, AŞKIN olanı mı,
İÇKİN olanı mı ?
- Bu analiz, neyi neden salt-laş-tır-dığımız (sonsuzluk) ve
niçin sult-an (birliğini) tanıyıp niye salt-an-at (egemenlik) verdiğimizi
anlamamız içinde yararlıdır. Diğerlerini bakarak hiç olmazsa tapınılan
tanrıları tanımlar ve biliriz. Ama hiçbir nesneyi, hiçbir kimseyi
salt-laş-tır-ma-dan, tanımlanayan Tanrı”yı tercih etmeliyiz. O Kutsal Kitabında
kendine “Allah” adını ‘“Kul-hüve-ALLAH-ü Ehad”) veriyor. Eğer salt’ın hakkını
vermeden yaslandığımız yan adına gerçeklikten, hakikatten bahsediyorsak
sonunda kendi kendimizle kalabiliriz.
-
- “Salt”ın (arayışın) hakkını veremiyorsak “salât!’ın (duanın)
penceresinde Rabbimizin bize gerçekliği göstermesi için dua edebiliriz. Belki
bu dua ile, engin ufukların ve bengin yolculukların başlangıcı olan bu kutsal
konukevinde, misafirliğimizin ve memuriyetimizin hakkını vererek, ticaretin ve
siyasetin hakikatini görerek, geri gitmeden sürekli ileri gidebiliriz.
-
-
( 6)
-
- Ama okumak ve yazmak öğrenmenin zorunlu bir koşulu
değildir. Eğer öğrenmeyi “bilgi edinme ve edinilmiş bilgilerden yeni bilgiler
çıkarma” ile tanımlarsak, ki bu ilk tanımlamadan yüksek bir etkinliktir. Okuma
ve yazma bilmeyen Bilge “Sokrat”ı cahil yani öğrenememiş sayılmalıdır. Keza
insanlığa yön veren “ümmi” enbiya ve evliyayı da göz ardı etmek olur. Demek ki
öğrenme, akl edebilme yeteneği olan insanının “görebilme” ve “aydınlanma”
ile sonuçlanan bir fonksiyonudur. Bu vazife, özünde bir taallüm, (bilgilenme)
bir tefekekür (düşünme) ve bir tekellüm (konuşma) etkinliğidir. Bu bilgilenme, düşünme
ve konuşma etkinliği, kıraat (okuma) ve kitabet (yazma) gelişir. Okuma ve
yazmaya dayanan öğrenme ile edinilen bilgileri yükleme ve çözmede yada
sözleri iletme ve taşımada bir çok kolaylıklar, yöntemler, araçlar ve
aygıtlar bulur ve kurarız. Bilgilenme, düşünme, konuşma, okuma ve yazma gibi bu
yöntem ve araçlar öğrenmeye yardım ederler. Uygarlıkta bu belgeleme ve
aktarma ile devam eder.
-
- Sonsal olarak ilk emr
“İkra” (Oku) ile öğrenmemesi, bilinmeyenlerin “Kalem” (Yazma) ile
bilinenlerden çıkarılmasının özendirilmesi ve önsel olarak, İnsanın meleklere
üstünlüğünün nedeni olan “Talim-i Esma” (Adların Öğretilmesi) ve “Talim-i
Beyan” (Anlatımın Öğretilmesi) bildirilmesi gösterir ki insan birbirini tamamlayan kabli (
önsel/a priori ) ilim ve bad’i (sonsal/ a posteriori ) irfan süreçleriyle
kemalata yürütülmektedir.
-
-
-
(7)
-
- Hatta bu nedenle askeri ve ekonomik yarışın yerini alan bilgi
savaşında, dünya barışı korumak gibi çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız.
Ama bu küresel yarışta ezilmemek için, bölgemizi, ve kültürümüzü kendimizi
korumamız için güç kazanmak zorundayız. Batı kültürü bilginin güç yanına
ağırlık vererek uygarlığı başımıza bela ettiği gibi, doğu kültürün de bilginin
erdem yönünü aşırlaştırılarak güçsüzlüğümüzle batının iştahını kabartır hale
geldik. Çare ne batının bilgi ve gücü ne de doğunun erdem ve düşüdür. Çözüm
orta doğunun bu ikisini dengeleyen nurudur. Ne şarkta ne de garpda olan bu
ışıkta sıhhatli bir şekilde Nakil edilen iman ve Sâlih bir surette Akıl edilen
usuldur. Nasıl insan beden ve ruhu ile kaimse, uygarlıkla kuvvet ve hak ile
ayakta durabilir. Yani küçük bir uygarlık olan insan beden-ruh birlikteliğiyle
canlılığını sürdürüyor, ayrılışında ölü oluyorsa. Büyük bir insanlık olan
uygarlıkta kuvvet-hak beraberliği ile kemal gitmek üzere yolculuğunu
sürdürecek, aksi halde ayrılışı ile zâil olacaktır. O zaman bu birlikteliği
verecek bilgi öğretisi ve öğrenme kuramı hem bizim hem küresel uygarlık için en
gerekli ihtiyacımızdır. Bu nedenle genel de batının hakkı görmesi ve doğunun
kuvvet kazanması önemli gündemi ve öncelikli hedefi olmalıdır.. Özelde ise
batı teknolojisini denetlemeli, doğu ideolojisini düzeltmelidir. Dikkat
edersek; hak, kuvvet, ideoloji, teknoloji, denetleme, düzeltme.. hep bilgi
sorunu olarak karşımızda duruyor.
-
- (8)
-
- İŞ- Çİ olmak Hakk’ın kulu olmak dmektir. Çünkü italı gücü
ve hüdalı düşü birleştiren iş-çi olmak, makbul, kazancı mebrur ve gönlünü
mesrur hale getiren helal yemeği öğretmektir. Aynı zamanda iş görerek ürün
vermek ve işlev yapmak, kullara köle olmadan aş, eş ve uğraş bulmak demektir.
Ama insan, işlevsiz güce ve emeksiz kazanca gözünü diktikçe ve kazancında
yoksulun hakkını yedikçe ekonomik güç tekelleşmiş doğal düzen bozulduğunda
insanlar iş görmek yerine iş bulmak durumunda kalmıştır. İlim yapmak yerine
rızık aramak zorunda bırakılmışlardır. Bu günkü görünüm ortaya çıkmıştır. Bu
nedenle İş-çi olmak, bu günkü manada kapitalistlerin kölesi mağdur ve mazlum
işçiler olmak değildir. Kölelik nasıl çağdışı geliyorsa bir gün gelecek
işçilikte çağ dışı kalacak. Şu da var ki İnsanlık elbet bir gün kölelik gibi
çağdaş kölelik olan işçiliği de parçalayacaktır. Ama ne zaman ? Ticaret ve
siyasetinde misyonu olan iktisad ve adaleti gerçekleştirildiğinde.. Böyle
“muktesid” bir toplumda, iş-çi olmak, arı gibi çalışan, marifet ve muhabbet
balı yapan işinin esmasından müsemmasına çıkabilmektir. Böyle insanlar sonsuz
ve kalıcı bir evrenin özeği olurlar; cenaze namazında niyet edilen er-hakan
kişiler ve kadın-hatun kişilerdir. Kız ve oğlanlar; ana ve baba olup hoca ve
ustalıktan sonra, sonunda er yada hatun kişi olurlar. Cenabı Hak sizi ve bizi
onların Müslüman ve Salihlerinden etsin. Amin
-
-
-
(9)
-
-
Fakat burada bir iki sorun var:
Gençleri heveslerinin ve hislerinin zaafından korunup nasıl öğrenmeye ve
düşünmeye teşvik edilecek. İkincisi yaşlı ve akıllı insanlar,
alışkanlıklarının ve benliklerinin etkisinden kurtarıp nasıl bir araya
getirilecekler. Bu iki sorunun çözümüyle, eril genç güç ve dişil yaşlı güç
dayanışmasından çıkan dönüşümyle, değişimin ve yeniliğin taze ürünleri
çıkacak.. Ama bunu yaparken de gençleri yaşamın deneyim okulundan
uzaklaştırmamak ve yaşlıların özgürlüklerine dokunmamak gerekmektedir.
Elbette bu birliktelik ve bağdaşma , bu beraberlik ve uzlaşma ülkeyi
yönetenlerin sorunu. Sanırım gençlere ve yaşlılara iş ve güvenlik sağlanır,
ekonomik ve sosyal sorunları çözülürse yukarıda sorunda kendiliğinden hallolur.
Ama bu da halkın öğrenme, öğrenmeyi öğrenme ve öğretmenlik seviyelerini
yükseltme ATILIMLARIYLA gerçekleşir. Çünkü ger-çek, “ger-ilmezse çek-ilmeyen”
bir gör-me ve gös-ter--medir. Biz buna ÖĞRENME VE ÖĞRETME diyoruz..
Eskipazar 27.12.2003 12,04
|