ÖĞRENME ÜZERİNE
 
 

DÜŞÜNMENİN OKUMA VE YAZMASI

 
         Yukarıda  doğruluktan önce sağlamlık önerilmiş, gerçeklikten önce düzgünlük önemsenmişti. Yani burada amaç olan doğru ve gerçeğe ulaşmadan önce araç olan düşüncenin yapısının “sağlam=salah” ve dilin işlevinin de  “düzgün=sıhah”” olması gerekmektedir.  Doğruluk ve gerçeklik bir “iman” (inanç) konusu ise, sağlam ve düzgün olmak bir “usul” (yöntem) konusu. Hatta Risalenin zahiri iman, batını usuldür. 4444 yöntemi diye çıkardığım düşünme yolu ise, Nur’un biz farkında olmadan zihnimize attığı formattır, diye düşünüyorum. Düşüncenin okuma ve yazması, eğitilmiş bir zihnin temel mantık ve matematik disiplininden başka   sağlam düşünmeyi ve düzgün konuşmayı,  öğrenmesi anlamına gelecektir. Sezinleme, esinlenme, bulgu edinme ve buluş yapma daha sonra gelir.  Sağlam bir akıl olmadan sağlam bir inancın oluşması mümkün değildir. Zaten aklı olmayan inançla mükellefte değildir. İnsanın sorumluluğu aslında normal aklını normal çalıştırmasından kaynaklanır. Akıl normal yani sorumlu yani us-lama ve an-laması düzgün çalışırsa , yükümlülüğe  yani uz-laşma ve and-laşmaya  yani borcunu ödemeye hazır hale gelir. Şimdi şu “yani” lere bakın gözüm bir yerden ısırıyor… evet “ayni”deki harflerin hepsini kullanmış. Şu dil denilen harika yapıyı görüyormusunuz ? Benim Arapça kurs hocam vardı. Böyle ilgileri gördükçe hımmm…  yani haa..mimm.. derdi  dil rast gele değil bir güzel bir hikmet bir hoş bir münasebet var  anlamında sözler söylerdi. Konunun  anlatımında ve anlamın yansıtımında  “yani”leri  “ayni”leri  sözcüklerini çok kullanırız,  aynen bu misal  “gibi” ve “de-mek ki” deriz. . Bütün bunlarda anlatımın  genel formu “temsili” kullanıyor. Ama dediğimiz gibi temsilin çok renkleri ve tonları var. Edebiyat dünyası ve konuşuma evreni buna dayanır.  İşte akıl dediğimiz “şuur” aynasında akseden gayrı bilmek ve gabya inanmak bizim sorumluluğumuzun ve yükümlülüğümüzün kökeni.. İnsan ve İslam olmamızın başlangıcı.. Nasıl başlamıştık iman ve usulle,  böylece mükellefiyet ve mesuliyet ilişkisi ile bu fıkrayı bitirdik. Belki burada kökler, doğrunun zıddı  kizbin ve gerçeğin nakzı  küfrün köküne götürecek çözümlemenin kapısını da açacak ama bu kapı bizi konudan uzaklaştıracağı için o kapıyı kapıyorum. Belki başka bir zaman açarız. Yalnız buradaki  bir temsil işaret etmek istiyorum. Misil ne ayn’ı olandır  ne de  gayr’ı olan. Belki misil temsil edendir. Sanki ne hür ne de esir olan abd’dir. Rabbını temsil eder. Bir liste, bir fihriste, bir numuneler sergisi olan dünya ve onun ifade ettiği gerçekleri hikaye ederken temsile başvuruyoruz. Yukarıdaki temsilde “bina”ya benzettik dünya ve gerçekleri. Çünkü kapının “açılması”ndan bahsettik. Bizim bildiğimiz başka “bünye” (yapı) larda var. San’iine işaret eder. Dünya bir şecereye (ağaca) da benzetilebilir. O zaman gerçekler ve ona götüren bilgiler de bir ağaç sistemiyle  temsil edilebilir. “Biz Her Şeyi Çift Yarattık” ayetinin hakikati olan emr-i zıdd ve halk-ı zevc gereği bilgi sistemimizin  şecere/tree/ağaç kavramıyla temsili zihne, hafızaya ve zekaya da kolaylık sağlamaktadır. Ağacın geometrik karşılığı dairedir. Şemadaki  üçgen kozalak  ise,  hem dairenin bir parçası olarak hem bir  çam ağacının resmini simgelemekte, hemde yöntembilimin logos’unu göstermektedir. Arka zemindeki zirveyi gösteren gölge ise insanı ve yerini temsil etmektedir. İnsan kendisi  ile  bilgi sistemi ara-sında (beyn) bulunan ara-lık (buud)  yada ara-yüzde (berz)  gerçeğe doğru yürümektedir. Yaşamdan  sonra  önündeki ilk gerçekte ölümdür. Sözü, bilgiye çevirerek ; anlamı aydınlığa evirerek ; gerçeği doğruya dönüştürerek; iyiliği güzelliğe değiştirerek ilerlemenin ilk aşaması, ölüm-ü, olum-a doğrultusunda götürmektir.   
 
          Düşünmenin okuma yazmasına geçmeden önce, öğrenmeyi öğrenmeden evvel öğrenilmesi öncelik arz eden bazı “faydalı bilgileri” aktarmak istiyorum. Şöyle diyebiliriz: İlim,  iltifata (talep etmeye ve talip olmaya) tabidir. En büyük marifet   itirafdır. İlim,  soru ve  it’irazla (i’raz etme ile ) açılarsa da  irfan teslim ve it’izarla (ö’zür dileme ile) doğar. Yani söyleyen ve dinleyenin,  doğruluk ve gerçeklikten ayrılmadan, birbirini RaZı (rz-zr)  ederek,  uzlaşmaya varmasıdır.
 
**
          Eskiler “kusuru bilmek gibi irfan olmaz” demişler: Zira  en büyük marifet, itiraftır. (En büyük öğrenme; kusurundan bilgilenme  ve yanlışını göstermedir). Kusur ayıpsa, kusurunu bilmemek daha alçak bir ayıptır. Çünkü hem doğrudan ayrılmak hem gerçeği örtmektir. Unutma ve yanlış hoşgörülür fakat yalan ve küfür  bağışlanmaz.
Aşağıda bazı kusurlar itiraf edilecektir:
 
 
1.     Sürekli aynı yanlışa düşen kimse, bırakın öğrenmeyi öğrenme işine öğrenmenin kendisini bile öğrenememiş demektir. Çünkü denemede düşülen bir yanılma, onu düzeltmek için yapılan bir uyarıdır, bir derstir. Bu ikazı ve bu ibreti almayan kişi, anlamamazlığın ve aptallığın ötesinde bir kendini kandırma çukuruna düşmüşte içinden çıkamıyor demektir. Bu oğlumun bana öğrettiği bir derstir. 
2.      İktisadın dengesini ve adaletin uyumunu göz ardı ederek yaptığı aşırılıkları ve ettiği saldırıları karşısında onları onlara aldırmayarak ve kaldırmayarak zararını ödeme  yoluna gitmeyen Allah’dan bağışlanma ve halktan  helallik dilemeyen kimse, eşitlik ve denklik makinesinin tekeri altında ezilmeye mahkumdur. Böyle kendini aldatan bir başın öğrenmeyi öğrenmesi değil halka kendini  dahi yararı yoktur. Bununla evrendeki kötülüklere karşı müteselli olur, kötünün eninde sonunda ezileceğine inanırım.
3.     Kendisine, en ali hayvandan  yüz derece fazla yetenek ve aygıt verildiği halde, en  adi hayvandan yüz derece daha az mutlu ve kutlu olamayan bir yola giden bir  insan, gittiği yolda, öğrenmeyi ve öğrenerek binlerce başarılara imza atsa, büyük bir servete ve yüksek bir şöhrete kavuşsa, bunlar dahi ona bir    kar  ve  huzur  vermiyorsa, onun başkalardan kazandığının  kendine ne yararı olabilir. Bu nur dersiyle  en yüksek makamın ve mevkiin iman ve İslam olmak olduğunu bildim. Bana  bu rutbe ve bu ni’mete veren Rabbime,  Elhamdülillahi a’la dinil-İslam ve Kemal-il-iman,  derim. Çünkü iman ve İslam olmazsa akıl böyle beş para etmiyor.   
4.     Bir işin gereklisi, ivedisi, önemlisi, önceliklisi  ve değerlisi dururken düşkünlük   ve alışkanlıklarından dolayı  dururken gereksizi, gecikebilirlisi, önemsizi, önceliği olmayanı ve değersizi ile uğraşan kimse vaktini ve nakdini kullanmayı öğrenememiş demektir. Bu insan bırakın kendisinin  öğrenmeyi öğrenmesini  başkalarına bu öğrenmeyi öğrenmeye hocalık etse  ve onlara  düşünmeyi  öğretse, acaba öğrenmeye haksızlık ve öğretmenliğine  saygısızlık, öğrencisine kötü örneklik  yapmış olmaz mı?  Bunun için ömrümde, hizmet olarak,  usulü derinleştirmeyi bütün hedeflerimden önce koydum. İmana ve Kur’ana hizmet nasıl ulvi ise imana ve Kur’an’a hizmet eden usule hizmet etmek uğruna bu yüzden kişisel görevlerimi bile ikinci plana attım.
    
              İşte öğrenmeden önce öğrenilecek  şeyler bu “zamanın her zaman aleyhimize çalışır” gerçeğini öğretir ve “Ve-l-Asr” suresini okutur..
 
              Bunların haricindeki şeyler bunları unutturuyorsa, bunlar benimizi aldatma ve  kendimizi kandırmadır.
 
              Bu dört madde ilim ile değil irfan ile ilgilidir. Afaki ve harici bir öğrenmeye değil enfüsi ve batıni kendini bilmeye dayanırlar. Aşağıdaki altı madde dahi aynı şekil nefsine ârif olanların (tanıyanların)   ve hakka âlim bulunanların (bilenlerin) ilkesidir. Yetkinlikleri nedeniyle  doğrudan sevilen ve insan olarak özümüzde bulduğumuz bu  işler,  öğrenilmekle kazanılmaz, ancak benimsenen örnekle öykünülür ve tutulan   öğütle yaşanır : Bunlar;
 
1.       En büyük yetke, otorite ve imam dahi olsa öğrenmediği bir konuda bilmiyorum diyebilmektir. Çünkü alemler yüzü suyu hürmetine yaratılan Başöğretmenimiz,   hurmaların ekini hususundaki yanlış bilgisini  “ziraat deneyiminde  siz kendi  bilginize baş vurunuz” diyerek düzeltmiştir. Ölçme ve deneyime dayanan fünunu teşvik etmiş ve  mahiyetini belirtmiştir. 
2.       Danışma makamında bir başkan ve reis olsa bile, etrafına ve konu hakkında bilgisi olanlara danışabilmektir. Çünkü dünyanın bir numaralı Başkomutanı, savaşta ve barışta hep böyle yapmıştır.
 
3.       Kendisine yapılan eleştiriyle sevgiyle karşılayabilmektir. Çünkü akıllı olan kimse, üzerindeki akrebi gösterene kızmaz, tersine sevinç gösterir. Ama tam tersi bir tutumda kimsenin kusuru yüzüne vurmamaktır. Çünkü üzerine örtse de kusurunu en iyi bilen ve  yine düzeltebilecek olan  insanın kendisidir, ona makul bir deneme ve yanılma ve kusurunu giderme süre ve olanağı verilmelidir.
 
4.       Öğrenme ve bilgilenme esnasında nefsine ve enene yapılan  yanlış suçlama   ve  tahkirlere  hoşgörüyle bakabilmektir. Çünkü insanların yanlışını bağışla ki bağışlanabilesin. Hem o insana üzülmelisin, çünkü senin günahını yükleniyor  Sonra başka türlü insanlarla nasıl bir araya gelir, onları düzeltip yararlı olabilirsin ki.  
5.       Senin ve yakınların zararına da olsa gerçeği kabullenmek bahtiyarlığını ererek “İnsanlık” onurunu kazanmaktır. Bu senin  hakikate  hürmetini  gösterir.
6.       Senin ve dostların aleyhine de olsa “doğru” tasdik etmek vazifeni yaparak “İslamlık” özelliğini  elde etmendir. Bu senin Hakk’a taraftarlığının göstergesidir.
   
 
 
         Şimdi öğrenmeden,  düşünmeye gelindiğinin işareti olan “öğrenmeyi öğrenme” aşamasının dahi bir okuyup-yazmasının var olabileceğini iler sürmüştük. Düşünme öğretilmez ama düşünmeyi kolaylaştıran ve bilgi edinmeyi ve veri elde etmeyi verimli hale getiren bir yol ve yöntem bulunabilir. Nitekim vardır da.
 
          İnsanlığın geçmiş birikimiyle  bu konuda mantık ve matematik temele dayanan evren bilimleri ortaya konulmuş ve her bir varlık türüne has (fizik, coğrafya, kozmoğrafya, botanik, zooloji v.b) disiplinler geliştirilmiştir. Fizik, kimya bioloji gibi. Hatta insana bireysel (psikoloji)  ve toplumsal (sosyolojik) tarafına ait özel disiplinler ortaya konulmuştur. Bu bilimleri ait birikim, “gerçeklik” aramasına ilişkin deneyim ve öğretiler lojiko-matematik “gerçeklik”e  dayandığına  (mantıki ve riyazi) terim ve kavramlarla oluşturulduğuna göre özellikle matematiği bir “düşünme dili” olarak sayabiliriz. Bu konuda yöntembilimsel analizle yaptığım bir tevhid  şemasını ekte sunuyorum.
 
         MANTIK VE MATEMATİK, DOĞRU DÜŞÜNMENİN VE DÜZGÜN KONUŞMANIN OKUMA VE YAZMASIDIR, DİYEBİLİRİZ. Bu görüş, doğru ve gerçekliğin, düşünce ve dil ile özdeşleştirmeyen bir görüştür. Felsefi (epistemik ve semiotik) bir yaklaşımımdır, sadece. Mantık ilmi Tutarsızlıktan kurtulmanın ve  çelişkileri görmenin, Matematik bilimi ise,  karşıtlıklardan yararlanmanın ve terslikleri  yakalamanın, bir yoludur. Gerçekliğin bu diyalektik ve linguistik  penceresinden başka pencereler de var ve zannederim bunlar mantığa indirgenemez.  örneğin, termo-dinamik (fizik) ve sibernetik (psik) pencereleri de var. Ontik ve Eksiztantik,  Teolojik ve mitolojik, etik ve emik, estetik ve erotik pencereleri de unutamayız. Bu pençerelerin (Windows) birinde bulunan ve manzaranın büyüsünü kapılan kimse dünyayı  buradan ibaret sanır. Oysa MİCROSOFT   analitik düzlem  logosuyla bize dört pencere gösteriyor, geometrik dilin öğrencisi ve Kartezyen düşüncenin öğretmeni olarak. Yöntembilim de aynı “analitik düzlemi” kullanır ama onun meddi ve amedi (horizontal ve vertikal)  satır ve sütünlarında hapsolmaz. Çünkü enlem ve boylamıyla bu dünya bir amaç değil bir dil, bir araçtır.   Aslında sorun da bu “windows” (pencereler)  kesretini vahdete indirebilmek ama kendimizin farkını  ve başkaların kadrini unutmadan. Buna bulduğum çare, “methodics”. Yöntembilimsel   çözümleme. Bu   Fenomonolojik bakış, transandantal analiz gibi. Pencerelerin çokluğu, bu gibi yöntemlerle  birliğe indirgenmeye çalışılır..
 
 Tek bakan (çok) çift görür, çift bakan (bir) tek görür. Başka bir anlatımla alanların ve yöntemlerin çokluğunu kabul ettiğinizde, ontik çokluğun ve çeşitliliğin bağdaşması,  beş duyunun insana tek bir duyuma indirgenmesi gibi, özgürlük özerkliğin tekliğine, özdeşlik eşitliğin birliğine inmesi gibi,  görecel varlıkların ve olguların ve olası olayların ve koşulların uzlaşması kolay olur.. Her şey insanda kaybolur. Çünkü insan çeşitli kapıları açacak bir anahtar külçesidir. Veya tersine her şey insan ile açığa çıkar. Başka bir birlik yolu: bir alan ve yöntemin dışında diğerlerine gözlerinizi kaparsanız, kendi gerçekliğinize yaslanarak, kendi dünyanızdan başkasını red ve nefy ederek yalancı bir vahdeti bulursunuz. Ama sizin dünyanızın yıldızı size güneş görünebilir ama başka yıldızların da birer güneş olduğunu unutmamalısınız. HAKİKATIN TEKLİĞİNİ enfüsî yana  ve insana, özünüze ve  kendinize inerek bulabilirsiniz ama başka nesneleri ve kimseleri  istinkaf edip reddederek değil. HAKKIN BİRLİĞİ başka dünyaları ve gerçekleri nakz edip nefyetmek anlamına gelmez.
 
Bir yandan İzafet ancak ıtlaka işaret eder ancak onunla boy ölçüşmemeli. Raybe (kuşkuya) düşersiniz. İmkan ancak vücuba delalet eder ancak onunla özdeşleştirilememeli. Şirke girer ortak koşarsınız..  Diğer yandan Itlakı nefyeden  ve vücubu reddeden varlığın ve birliğin yolunu kaybeder, kizbe ve küfre düşer.. Nesnelerin ve kimselerin ilişkilerini ve kendi içlerindeki öğeleriyle bağlantılarını yöntembilimsel analizle kurgulayabilirsiniz ama bunların tümü olan çokluk, görecelik ve olasılık alanıyla salt alan ilgisine gelince bir kurgulama yapamazsınız. Yapmaya kalktığınızda “fi amedi-m-mümeddede” çizgilerinde, enlem-boylam penceresinde haps olursunuz.   Yapabileceğiniz tek kurgulama,  mutlakçı bir görüşü  temsil eden bir daire çizmek olacaktır. Bu dairenin çemberindeki her bir nokta bir  hakikat olacaktır, merkez noktası ise, bir ve tek olan hakkı temsil eder... Yada en iyisi düşünmesi keser,  dinleriz, konuşmayı bitirir susar, faz değiştiririz.  Ama yeter  uyumaya ve  unutmaya kalkmayalım.      
 
 Bu yöntembilimsel  çözümleme, bir taraftan Aristo”nun  metafizik  dört sebeb kuramını epistemik hale getirmekte diğer taraftan da  matematik olarak kullanılan  analitik düzlemi, kartezyen koordinatlarla  lojik bir dil haline getirmekte. Aslında bu bana has bir araç değil. Çoğu  kimse kullanıyor. Yöntembilim bunu belirginleştirerek genel bir usul haline getiriyor o kadar.. Bu ortak özdeşlik akıl aygıtıyla, özerk kimliğimiz ve özgün kişiliğimizi koruyarak  dinimizde özgür, yaşantımızı  özge hale getirmenin yolunu açıyor.
 
         Ayrıca matematiğin kökeni olan  mantık bilimini ( ister biçimsel klasik mantık, isterse  içerikli metodolojik mantık olsun,  isterse Boole Cebiri denilen ikili/binary  değerli modern mantik olsun) , bir düşünme dili görmekte mahzur yoktur. Ama onu ontik hale belki metafizik hale getirerek idealist ve materyalist yönelim, doğmatik ve septik yaklaşım, teist ve ateist inanç çıkarmak yanlıştır. O bize sadece işareti tercümede, delaleti tevilde aracı ve yardımcıdır, o kadar. Yöntemi;  inanç haline getirmek,  nefesi kesilenlerin durdukları bir ara konaktır. Yöntem inança güç vermezse, inanç yöntemden yararlanmazsa ikisi de zarar eder.
        
         Hatta mantık/logic,   usul/method  olarak, düşünce  mizanıdır. Doğruyu ve yanlışı onun kutbi değerleri  ile ölçer, gerçeği ve olasılığı onun  nisbi   değerleriyle tanımlarız. Ama akıl/ratio, ister mantık ister usul yanıyla olsun entelektüel ve teorik bir aygıttan ibaret değildir. Onun birde, duyum, duygu, dilek, istek, sevgi-kin, erek-amaç gibi  pratik tarafı vardır.
 
         Aklın  nasıl ki [teorik (nazari)  yanıyla [ayniyet / identity / özdeşlik] ilkesiyle doğru düşüncenin  ve konuşmanın  kökenidir.
Aynı akıl pratik (ameli)  yanıyla da  [hürriyet / liberty / özgürlük] ülküsüyle de özerk  davranmanın   ve yaşamanın  kaynağıdır.     
 
Şimdi kinetik (statik/dinamik) potansiyel (stabil/
AKLA İLİŞKİN  bağlamlarımızın bir özetini   yaparsak;
 
(BİL-FİİL)KİNETİK AKIL
 
AKIL=/statik/  BELLEYEN HAFIZA + İŞLEYEN ZEKA
Öğrenme=adla bilme ve tanımla bilgilenme
 
AKL /dinamik/ AKL-I AMELİ VE AKL-I NAZARİ
Sadr (düşünce)  ve sarf (dil)  yapısı
 
SARF: UTİBARİ DİL (lüga-lisan)
Hür insan ve  muhtar fail
Serbest ifade ve keyfi ibare
FARK VE KADR İŞLEVİ
 
SADR: İZAFİ DÜŞÜNCE  (nüha-kalb)
Geleceği İrade ve Geçmişi idrak
Rey’î Meşiet ve Riyazî  Mantık
TEMYİZ VE RÜŞD İŞLEVİ
 
(BİL-KUVVE) POTANSİYEL AKIL
 
AKIL/STABİL/ : MÜSTEKAR AKIL
(ŞUHUD) Gözlenen akıl  UZAY VE ZAMAN 
(GAYB)   Gizlenen akıl: ANLAM VE AMAÇ
AKIL/PROSES-PROSEDÜR/ : CERİR VE VETİR AKIL
LATİFELER: FİKR-İ AKIL ( NEFS,AKL) + ZİKR-İ KALB (KALB VE RUH).
Akl-ı Meaş/Sol görü: duyum ve düşünce (AKIL)
Akl-ı Mead/Sağ duyu: duygu ve dilek (KALB)
 
        
         İşte öğrenmeyi öğrenme önce, mantık ve matematik ilimleri  yani düşünme dilini öğrenmeyle başlar. Düşünmenin bu hipotetik dedüksiyon denilen “doğru okuması ve gerçek  yazması” öğrenildikten sonra  öğrenmeyi öğrenmeye girilmiş belki düşünmeye geçilmiş demektir. Düşünme önce bu temellerini yoklar. Batı Hikmetinde  Aristo’dan Descartes ’tan Kant’a kadar, Doğu Dininde   İmamı Gazali’den İmamı Nursi’ye kadar öncü öğretmenler aklın ve düşüncenin temelleri yoklamışlar ve insanlığa yararlı rehber eserler ortaya koymuşlardır.
 
         Düşünme dar anlamda aklın  bir etkinliğidir. Bu anlamda akıl ise hafıza ve zekadan oluşur. Bilgisayarın belleğini ve işlemcisini  bilgiyi saklayan hatıra ve işleyen hadse benzettiğimizden beri hafıza ve zeka yükünü makinelere aktırır olduk. Akla (hafıza ve zekaya) çalışması için bol bol zaman ve imkan tanımış olduk. Şimdi milletler bu boş bırakılan alanı işleyerek uygarlık yarışı ve bilgi savaşı  yapmaktalar. Akıl kaynağını  verimli ve hızlı  çalıştıran ülkeler, toplumsal belleğini  doğru ve kaliteli kullanan milletler öne geçiyorlar.. Bunun için öğrenmeyi  öğrenmeye önem veriyorlar. (9)
 
         Düşünme ve öğrenmeyi öğrenme yarışında verim ve hız kazandıracak bu YÖNTEMBİLİMSEL yolu, uzun seneler önce araştırdım, uyguladım ve kullandım. Bu kavramsal tasarım, bana özel bir yetenek değil, herkesin kullanabileceği bir  dildir.  Aslında bu yol çok basit; bilimin  kullandığı “mantık ve matematik” aracı olan “Analitik düzlemi” , mantık aracı olarak kullanmaktan ibaret. Hatta konuşurken şu açıdan, bu yönden, …ekseninde, …..bağlamında şeklinde kullandığımız geometrik kavramlar, doğal mekan idrakine  dayanmaktadır. Yöntembilimsel çalışma da en-boy-yükseklik-süre den ibaret gözlemlediğimiz dört boyutlu dış dünyayı, yani zaman ve mekan kadrosunu iki boyutlu sahife ve levha üzerine izdüşürmektir. Bu iz düşümünüde anlam ve amaç ölçütleri ile yorumlamaktır. Bu, dünyayı bir düzleme indirmek, onu en-boy (satır-sutun) iki eksene  indirgemiş olmak demektir. Soldan sağa (sonra ve önce)  zaman ekseni ile yukarıdan aşağıda (dış ve  içyüz) mekan ekseni arasında, bütün olanak-ları, ve olası-lıkları, olsa-lıklar ve olmalıları ile tüm dünya remz edebilir. Yani bir düşünme dili oluşturabiliriz. Bu nasıl olacak burada ayrıntısına girecek değilim. Zaten içerikli örnek olmadan, verilerle analitik düzlemi kullanmadan yöntembilimin “biçimsel anlatımı” tanıtımında  mesafe alamayız. Zaten yöntembilimsel dil ve düşünce   günlük dil  için gerekli ve bilimsel düşünce  içinde zorunlu değildir.  Ama günlük ve bilimsel dil için de kullanışlıdır, felsefi ve dini düşünce için çok yararlıdır. Ayrıntıya girmeden kaynak olarak web adresimi gösterebilirim. Sayfamda yirmi şema ve yirmi sahife anlatmaya çalıştım. Oraya gönderme yapıyorum.
 
Aşağıda adreslerde bu denemeler bulunabilir.
www.yöntembilim.com
www.geocities.com/osmanziya
 

GİRİŞ