Bütün bu oluşumlar bu müslümanın iç
dünyasının yirmiüç derece eğimli olmasıyla (mütevaziliğiyle) oluşur,
kişisel ve kamusal hayatanın, amatör ve profesyönel eğilimlerinin,
kısaca dört yaşantı mevsiminin sağlıklı geçmesini olanaklı kılar:
Sensual hayatı (spor ve seksüel yaşantısı), entellektüel hayatı (biliminin
mesleğini ve sanatının meşrebini), emasyonel yaşamı (ticari emiği ve
siyasi etiği ile yüksek bir ahlak tariki çizer) ve en son motivasyonel
etkinliği (görüş, düşünce, tutum ve davranışına yön veren ülküler ve
yasalar, ilim ve ibadetine belirleyen erekler ve amaçlar
inancının sürükliliğini ve kararlılığını korur)
“Beş” vakit; koordinatik kozmik bir saat olan
BİR
GÜNÜN, 24 saatinin muayyen dilimlere bölünerek zamanın
disipline edilmesinden başka bir şey değildir. Yevm (gün) ’de, yer
(uzam) ve an (süre) somutlaşır. Beş vakit zaman dilimlerinde ise Din
(yol) haline gelerek mekan ve zaman ötesine geçilerek “sonsuz
konuşma” başlar. Bu etki tepki bu girdi çıktı bu alış veriş,
görünürde insanın kendiyle konuşması (düşünmesi), gerçekte canlı bir
yayındır: Kur’an, kainatı okumaktadır. Yazması, okuyan, dava ve daveti
anlayan insana kalmıştır. Ama; anlayan, düşünen ve
ağlayan var mı ?
Bir gün, doğal (gece/gündüz) olarak ve sosyal
(dinlenme/çalışma) olarak ikiye bölünür. Her iki bölümdeki üçer alt
bölüm toplam 2*3=6 dilimi altıya bölünmüş gün dairesi olarak
somutlaştırabiliriz. Gündüz sabah saat 06 dan 10’a, o saatten 14’e,
o saatten 18’e kadar. Gece de akşam 18’den 22’ye, o saatten 02’ye, o
saatten 06’a kadar. Bu bölümlemeden başka gün dairesinin koordinatik
eksenleri, psiko-somatik bir yapıya sahip insanın cisminin ve zihninin
senkronize edilmesi, dört uç nokta ortaya çıkar. Sabah ve akşam güneşin
(ışığın) doğuşu ve batışının (yatay çizgi) başladığı, öğle ve yatsı ise
(düşey çizgi) aydınlığın ve karanlığın zirveye ulaştığı anlara tekabül
eder. İkindi vakti ise, buna “orta” namazı denir ki manevi günün
(istikamet) ki başlangıç noktasıdır. Çünkü dinlenmenin
(uykunun ve gecenin) derin vakti sabah namazı ile çalışmanın
(ayıklılığın ve gündüzün) yoğun vakti ikindi namazının ucunu
bir eksenle birleştirirseniz, maddi güne (maişete) karşıt bir
çember kurabilirsiniz. Bu karşıtlıkta, dünya gününün alışkın
yinelenmesini yenileyen bir etken ve monotan yaşamın alışkan
sürekliliğini kıran bir değişken ve böylece maddi ve manevi
insanı geliştiren ve ilerleten bir ruh bulabilirsiniz. Sonra sıra sanı ve
kanılardan ibaret tanılarınızı düzenleme ve denetlemeye gününüzü ve
yolunuzu değiştirme ve düzeltmeye gelir..
Demek ki insan bu beş vakit ile, zamanın kararlı ve
yerleşik kullanımını disipline ettiğinde yani cesed makinemiz kontrol ve
koordine altına alındığında cisim/gün/cesedini sorunlarının ilk ve birinci
aşaması çözmüş olur. İkinci aşamada dilini (ki iletişim, bu küresel çapta
bugün ingilizce yapılıyor, onu bilimeyen yarım insandır) üçüncü
aşama kalemini (ki bilgiye erişme, bu çağda bilgisayar haberleşmesi
ile yani internetle yapılıyor, onu bilmeyen okuma yazma bilmez
sayılıyor) dördüncü aşamada taşıtını (ki ulaşım, bu otomabil ile
yapılıyor, otomobiller elinse elimdeki cüzdan fermanı benimdir diyen
benimgibilerse kendini kandırıyor ) kullanması gerekiyor.
Dilini yazıta ve cesedini taşıta bindirmede bu araçlara “iyi
kullanması ” içinde bu binen ve binilen araçı “iyi bilmesi”
gerekiyor. Özellikle yazıtı ve taşıtı kullanan kendi cesedini ve bedeni
alışkanlık ve alışkınlıklarını iyi bilmesi ve düzenlemesi gerekiyor.
Yoksa cisimin gereksinimleri yeterince karşılanmaz günün
sorunları gereğince çözülmez. Yevmi bitirdik, gelelim
dine.
Şimdi din konusu yani zihin sorunları ve manevi
meseleler, günün temel gereksinimlerinin karşılanmasıyla oluşan
sağlıklı bir zemin üzerinde yürürse daha sağlam çözülür. Yani gün
hakikatına mütemessik olanın din Hakk’ına salik olması
daha rahat gerçekleşir. Ancak şunu unutmamalı, insan nasıl hayatiyetinin
devamı için ekmeğe ve suya ve havaya muhtaçsa, şuuru itibariyle sevgi ve
saygıya çekmeye, korku ve kuşkuyu yitmeye muhtaçtır. Nasıl bağlılık
ve güven ister öylede kuruntu ve kurgudan kurtulmak ister. Cesedi nasıl
kirlenir günde beş defa yıkanmak gerekirse, ruhuda bunlardan arınmak
gerekir. Cismi nasıl günde iki-üç defa dolmak ister öylede zihni ilke ve
ülkülerle bilgilenmek , ölçü ve kurallarla beslenmek bilgi ve
buyrukla doymak ister. Yokluğu ve yoksunluğu
göstergeleyen ölüm, ayrılığı ve kayboloşu dahi
görüngüleştirir. Bu şuuraltı edilen dertlerin doğurduğu üzüntü; kurgu,
kuruntu, korku, kuşku, sevigisizlik, saygıgörmezlik, değer vermezlik, önem
verilmezlik, onursuzluk, saldırganlık gibi karşıdan gördüğü durumlark veya
kendisinden kaynaklanan yanlışlık, onurun kırılması, savurganlık,
saldırmaklık, kayba uğramak gibi bir sürü
olumsuzlukların doğurduğu streslerle (sıkıntı) birleşince üzüntü+sıkıntı
(ü+s) nın kaç barlık basınca tekabül ettiğini belki ölçemiyoruz ama her
halde bir “manevi” atmosfer basıncına eşit olduğu
muhakkaktır.
Nasıl insanın dışında atmosfer basıncı olmasa içerideki
damarlardaki kanlar dışarı fırlar. Aynen öylede insanın içindeki (ü+s)
basıncı da namazın intim-sfer koruyuculuğu olmazsa, sinirlerdeki cerayan
da dışarı fırlar ki “asabiyim abi, mazeretim var” sözüne haklılık
kazandırır. Bu huzursuz dünyada yoksul müslümanların nasıl güler
yüzlü olabildiğini açıklar. Aynı zamanda ölümü unutmak üzerine
kurulan ateist varoluşuların bu yoksayma gölgesinde
nefes alabildiklerini de..
Şimdi insanı, yürek (göğüs boşluğunda ) ve beyin
(baş içinde) kökleri yukarıda atar ve toplar damar ağları ve
getiren ve götüren sinir dalları aşağıda, iki ağacı taşıyan
bir yapı olarak görebiliriz. İsterseniz insan atlaslarında dolaşım ve
sinir sisteminin müşterek haritasına bakınız. Bu iki sitemin
oluşturduğu iki ağ, evimizin elektirik ve su boruları gibi
cismimizi sararken, insan ilmi ve tıbbi bir gerçek halinde
hekime doğal bir olgu olarak görünür. Bir de bu yapının işlevlerinin
ortaya çıkardığı ilgi, ilişki, bağ ve bağlantılarının oluşturduğu çevrel
yapılanmada hakime, hukuki ve ahlaki bir gerçeklik olarak
yansır.
Şimdi bu insani yapıdaki canı
ve beni sürdürenin , biolojik homeostasis (denge) ile psikolojik
adaptasyon (uyum) olduğunu unutmazsak, Kant’ın tanımıyla, insanın
hem teorik aklı (idrak) kullanan nedensellik ülkesinin vatandaşı hem
pratik aklı (irade) kullanan özgürlük ülkesinin yurttaşı olduğunu
yadsımayız. Fennin betimleyen açıklamalarıyla ve Hikmetin indirgeyen
yorumlamaları arasındaki kurgu paralelliği üzerinde, “sizi çift çift
yarattık!” (Nebe Suresi 8.ci Ayet), bir nokta gibi durmuyor mu ?
Aristo’nun açıklamasıyla, hem maddi ve şekli sebebi isteyen hem fail
ve gai sebebi dileyen bir yanı var insanın. Gazali’nin tarifiyle,
akıl gözü ve kalb gözünü birlikte kullanan varlık. İmamı
Nursi’nin anlatımıyla, hem ismi hem harfi manada bakabilen bir niyet ve
nazar sahibi insan.
Şimdi bu sibernetik (biolojik ve fizik) ve semiotik
(lojik ve psik ) yapılanmanın ki bu bio-psik yapının adı sadr ü
hasıla ki onun kadr ü sarf hamleleriyle yaptığı “atılım”ların her gün
yinelenmesi ve yenilenmesini gözlemlemek ve betimlemek, dönüşüm ve
çevirimleri anlamak ve aktarmak ilm-i insan ve ulum-u beşerin
konusudur. Bedeninin beyin ve yürük bio-işlevinin yanında usuna ve
gönlüne giren çıkan binlerce ilgi ve ilişkinin ayarlanması ve
uyarlanması bitmez ve tükenmez bir kaynaktır. Bu kaynağı ayrıntılı
incelemek insanbilimin ve insan bilimlerinin işidir. Ama önce ortak
bir zemini bulmak gerekmektedir. Bu ise yöntembilimin kurulmasına bağlı
bir sorundur.
Hasılı, namaz, insanın (zamanın) mizanı (kontrası)
ve nizamı (absis ve oordinatı) dır (kontrol ve koordinesidir). Zaman doğal
metriks, matematik sanal metriks, namaz ise doğal (hikmet) ve sanal
(san’at) metriksin kaynağı tanrısal ve gerçek metriks yani yazgı ve
yargı götüren ve o-key-leyen bir ahahtar ve vektördür (sırat-ı
müstekam/doğru yoldur).
OSMANZİYA |