MATRIX ÜZERİNE
 
 

(*4*) PHILOSOFHICUS

 

Felsefede iki önemli otoriteye ait iki cümle bence gerçeklik konusunda hikmetin üzerine düşen saptamayı yaptığını gösterir.  Ve içerikli hikmete, sözde felsefeye ve başıboş fenne ve baskıcı dine artık bir son verilmesi ve akılların özgür bırakılması gerektiğini göstermektedir: 
 

Birincisi Bilgi Felsefesinin kurucsu Immanuel KANT’a ait “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler ise kördür.” Cümlesi. 
İkincisi ise,  Ludwig WİTTEGENSTEİN’İN  Tractatus Logica  kitabının son cümlesi olan “üzerinde konuşulmayan konusunda susmalı”

Çünkü bundan önceki cümlesi: “Benim cümlelerim şu yolla açımlayıcıdır ki, beni anlayan sonunda bunların saçma olduklarını görür -onlarla-onlara tırmanarak- onların üstüne çıktığında. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip yıkması gerekir.) Bu tümceleri aşması gerekir o zaman dünyayı doğru görür.”

 Din, bu noktada, yani “medeniyetin,  (M) miminin   kaldırılması”  işlemi karşısında ve  oluşan deniyet durumunda,  boş ben’e  “amaç” ve yalan dünya dediğimiz dünya oyunu’a   “anlam” verirken, ateistler bu boşluluğu doldurmak amacıyla dine yaslanıldığını ve gerçeklik karşısında korkulduğunu ileri sürürler. Ancak  onlar da, “korkma”nın  köklü-yetersizlikten doğan sorumluluk  (kasr)   gerçekliğimizi  ve “yaslanma”nın köken-eksiklikten çıkan zorunluluk (naks) neliğimizi    bir yana atsalar bile,  dilleriyle boş ve oyun deseler de,  elleriyle bir gerçek değeriyle düşe düşkünce  bağlanarak, nesnelerin kayboluşunun acısını  şuur altı ederken ve kimselerden ayrılığın üzüntüsünü göz ardına atarken  başka bir “iş” mi  yapıyorlar ? 

Ateistler, yokluğun ve yoksunluğun acısını oyun ve eğlencelelerle hatta acı ve sıkıntılarla  unutmaya çalışıyorlar,  uğraşma ve çalışmaları altında gizliyorlar.. Hasılı fen, felsefe ve teknoloji  ile  hukuk, ahlak ve ideoloji ile kurduğumuz bu gerçeklik,  medeniyetin bu umran (ilkeler ve araçlar) ve bu harsı (ülküler ve amaçlar), bizzat uygarlığın yetkililerinin (yukarıdaki iki cümle) itirafiyle, bir düştür.

Din, ise bu düşü gerçekliğe kavuşturan bir düşünüş;  düşüş ve alçalışı  yüksekliğe ve yüceliğe dönüştüren bir güçtür. Fakat bu uygarlığın makinalaşan sahipleri o derece umutsuzca bu düşe yapışmışlardır ki onu bozmayı bırakın onun aksini düşünmeye dahi tahammül edemezler. Çünkü muhtar fail (özerk eylemci) bir hürriyetin mükellefiyetini tüketip münferid kâsıd (bireysel yönemci) bir ayniyetin mesuliyetini  yitirmişlerdir. Doğruluk ve güvenilirliğini tüketip yitirenler, başkalarını da kendileri gibi görmeye mahkumdurlar. Bu yüzden kendi gibi düşünmeyenleri karanlık ve gerilikle suçluyıp olmayan geleceklerini kurtarmaya çalışıyorlar.. Oysa ahiretlerini kaybediyorlar.  Diğer taraftan dine çağıranların çoğunluğunun da bu düş’ü sadece  gönülleriyle yadsıyıp,  uslarıyla düş(ünücenin) gücünden yararlanmadıklarında ellerinde hakkı, karşılarındaki kuvvetle birleştiremediklerinden onlarda dünyalarını kaybediyorlar.

Hasılı,  yokluğu unutmak için dine yaslanmak ile ölümü unutmak için dünyaya bağlanmak  özü itibariyle ayni iştir. Çünkü soyut yokluk, somut ölümün gerçeğinin mahiyetidir. Bu O, bu Sıfır (0),  bu “Boş”luk, boş değildir. Bu nedenle gerçek şu ki dünya boş ve kör olmadığı gibi insanda kimsesiz ve yalnız değildir. Yine  bu nedenle,  medeniyetin yani uygar dünyanın ve çağdaş şehrin, savurganlığı sıfıra düşürebilmesi zorunludur  ve saldırganlığı en aza indirebilmesi gereklidir. Sorumluluğu ve yükümlülüğü tüm kimselere düşer. Nesneleri ve kimseleri özgürlüğü kadar kullanan onlardır. Yine bu nedenle,  insanın varlığını anlamlı ve amaçlı sürdürebilmesi, ancak ve ancak nesnelerin yaratılışınında kimselerin buyuruluşununda temeli olan dine (doğru yola)  dönmesiyle mümkündür. 

Dini temsil edemeyen ve bu yüzden tebliğini yapamayan dindarların dini örtmesi ile dini tanımayan ve bu yüzden insanı ve dünyanı anlamayan dinsizlerin dini karalamasının fazla  bir önemi ve kendilerine de dişe dokunur yararı  yoktur. Sadece dünyayı kendilerine zindan ve ukbalarını  kendilerine gece yaparlar. Dinin günü geldiğinde Kur’an güneşiyle uyanacaklar ama “velasr-innel-insane-lefi-husr”  o zaman, aleyhilerine  işlemiş olacaktır. 

Gece ve gündüzden ibaret günün kullanımının “BEŞ VAKİT”  ile  ibadet haline getirilmesini İslamiyette buluruz.  İslamiyetin buyrukları helal ve haramları bir yüktür ama emir ve nehiyleri  aynı zamanda  güven veren bir yükümlülüktür. Bunlar iman denen koruyu iç atmosferi yani intim-sferi hazırlayan yapı ve işlevlerdir. Bir atmosfer şeraiti (koşulları)  gibi bu şeriatta    (kurallarda) koruyucu kalkan gibi kendine bağlananı çevreler ve onun idrak ve irade yüzeyinde hayat emamrelerinin doğmasını sağlar.

 

GİRİŞ