Filmde ajanların elde etmek uğruna her şeyi yakıp
yıktığı “şifre” neydi ? ve molfis ve adamlarınıhn köşe
bucak kaçırdığı anahtar kimdi ?
Özgürlüğün nedeni olan bu komut ve eğemenliğin bedeli
olan bu buyruk, varoluşun özü olan bu bilinmez bilgi ve kurtuluşun
anahtarı olan gizemli söz, filmin ekseni teşkil eder.. “Açıl susam
açıl” bütün hazinelerin girişi olsa gerek.. Aranılan değerin bu
suskunluğun “açılma”sı olduğuna kuşku yok! Ama onu çağıran ses
nedir, buna atanan değişken nedir ?
Bu kod yada sır ne idi ya kim di ? Yapı mı işlev mi
? Biçim mi ? içerik mi ? Sentaktik yapımı ? semantik işlev mi ?
Birlik gerçeğimi mi yoksa İyilik güzelliği mi ? Değişmeyi
süreklilikle birlikte mi istiyorlar dı ? İnsanlar hep onu aradılar,
ölümsüzlüğü verecek suyu, demiri altın yapacak simyayı ve serveti
ararken, gözleri göklerle buluşturacak asrolojiyi kurarken, tükenmez
kurtuluşu ve bitmez eğemenliği mi düşlüyorlar dı ? Oysa hemen
içlerinde ve şimdi yanıbaşlarındaydı ? Ama uzak gösterildi ki kimya ve
astronomi kurulsun diye. Bunlarla kurulacak ümran ve harsla, iktisat ve
adalete dayanan teknoloji ve İdeolojileri ile akide ve ahlakları sağlam ve
sağlıklı olsun diye.. Güç, Hakka uysun diye.. çünkü
peygamberler maneviyat gibi maddiyatın da önderleriydi ve öncüleri idi..
Biz onu unuttuğumuzdan beri güçsüzlüğün ve kabalığın, geriliğin ve
hoşgörüsüzlüğün ve karanlığın ve bilgisizliğin sebebidir diye
Şeriatı suçlatan olduk. Halbuki hepimiz Şeraitin (koşulların) kulu
idik. Şeriatta (kurallarda) bizim özgür irademize bırakılmıştı. Hatta
şeraite bile hayır der, hayatımıza son verebilirdik. Şerait
denilen evreni yöneten düzen ile şeriat denen insanı yöneten
dizgenin kökü bir değil mi ? Kanun ister nesneleri yönetsin ister
kimseleri yönetsin, eğer kaynağı bir ise çatışması niçin düşünülsün ? Fen
dine niçin aykırı olsun yada din fenden neden dışlansın ? Bu yanlış anlama
ve eksit aktarmada, Şeriatı suçlayanlar ve ondan korkanların
sorumluluğu kadar onu bozanlar ve sanra ve onunla
korkutanların da yükümlülüğü yok mu ?
Elbette nebiler ve velilerin bireysel ve kişisel olarak
gösterdikleri mücizeler ve harikalar, tür olarak ve insanlığın orta
birikim ve gelişim gücüyle gerçekleştirilelcektir.. Bütün bu sırlar,
doğruyu ve gerçeği arayışın altındadır, iyi ve güzel bir insan
olmada gizlidir.. Bu sırrı seyre dönüştürmek idrak ve iradenin emeği ve
enerjisiyledir. Emeksiz hak olmaz, çabasız özgürlük kurulmaz.
İnsanın doğru yolu bulması, bu enerjisine
iyi bir strateji ister, güzel bir yürüme sıratı
olması gerekir. Şimdi mezheb, meşreb, meslek, hizb, tarik, sebil
gibi terimlere anlam atamaları bırakıp kısaca bu anlatmak istediğime
yönetki (siyasa) desem, yöntemin (usulün) opozitini (zıttını) koymuş
olurmuyum ? Yöneylem, ise; hem yönemi hem yönetki gereketiren
yani her türlü haml ve hamle, yöntemin kadrini ve yönetkinin sarfını
gerektiren bir hareket ve fiildir. (KASTLI FİİL, amdli ceal, talepli
emr, matlub amel, kadrli sarf yani marifette ve muhabbeti içeren kıymet ve
hayreti taşıyan akd, ahd, ita ve ikadan kurulu ABD. – her halde
Amerika Birleşik Devletlerini kasdetmiyorum - )
Evreni inceleme işini mütehassıs bilimlere
(fenlere) bırakan çağdaş felsefe (hikmet) harıl harıl insanı, dili,
ileşitimi ve kastlı fiili üzerine kafa yoruyor. Kişisel başarı
kitabları bunun bireysel uygulama alanları. Motivasyonun özgür ve etkin
yapılması yanında sağlam (salih) ve sağlam (sahih) olmasına uğraşmak işe
herkesin derdi olmalı. ÇÜNKÜ BUNU KİMSE, KİMSEYE ÖĞRETEMEZ,
KENDİ GERÇEKLEŞTİRİR. Nefse hakimiyet ve medeni cesaret yanında
müstakim bir akıl ve salim bir kalbe sahib olmak dünya değerindeki her
şeyin üzerindeki bir hedef ve vazife. Onun için birinci fariza ve ilk
hizmet olmuştur. Kendini kurtaramayan zaten başkasını nasıl kurtarır ki ?
Kurtardığını varsaysak bile bunun kendisine ne yararı olur ki
?
Merkez ve muhitiyle, kavm ve rasuliyle, milletiyle ve
devletiyle, teknoloji ve ideolojisiyle kısaca birey ve toplumuyle
yeniden inşa edilen, edilmekte olan ve edilecek olan uluslar ve
uygarlık, insan denen “gerçekliğin” seslendirilen bir beste ve
güftesidir. Bu şarkı evrenin başka yerlerinde başka uygarlıklarca yada
melekler ve ruhanilerce, daha yüksek yada daha düşük bir seviye,
okunabilir, onlar başka nelik ve gerçeklik değişik bir özellik ve
nitelik arzedebilir ama hepsinin özünde “insanın” bu hamd ritmi
(ibadet) ve dua (istiane) notası vardır. İnsan kendine bağlanırken
canını sever ve benine güvenir. Ferd, kimlik ve
kişiliğini kurarken vaziyetine (duruşuna) ve haysiyetine (onuruna)
dikkat etmeli Çünkü; “Hamd” sırrı ibadetesiz öz-övünmeyi yasaklar
“Dua” sırrı inyetsiz öz-güveni engeller. Çünkü hayırlı (iyi) ve
kamil (yetkin) bu birlik sözünden dönmez ve varlık kodunu unutmaz.
“Kalu Bela”dan beri süregelen bu öz eleştiri ile, sonsuza değin
süren bu diyaloğla, Alem onu asarda zahir kılar, beyan
onu şuurda ayan eder, Fatiha onu salatta kiraat eder. İkra onun
emrini yerine getirir. O emir hem özdeşlik hem özgürlüktür. Sadık
bir Emin’e tevdi edilmiştir. Bizim işimizde O’nun elindeki o Nurlu
anahtarı (İman’ın gizemli Kodunu) alıp her kapıyı açmaktır. Kısaca
yöneylem (yönem/kasd eylem/fiil) betimlemem ne kadar beyana uygun ve
metrikse yakın ? Birlik sözcüğü denen NESNELERİN VE KİMSELERİN
Tanrılığını yoksayma, yadsıma, yokumsama ve yoketme tümcesini
yani (La İlahe İlla Allah – Allah’dan başka ilah yoktur) dört sözcüğü, tek
sözcükte toplamak dil ile mümkün değildir. Ancak gönülle olabilir. Bu
nasıl olacak ?
(Çünkü bu düzyazıyla, düz yazının yavaş, yorucu ve
süre alıcı kayıt ve koşullarıyla başa çıkamıyorum, yanlışlarını
düzeltemiyorum, kurgularımı denetliyemiyorum, mazurum özür
diliyorum)
İşte aklı özgür bırakmanın bir yolu dahi;
bilginin kaynağı düşünmeye hız katan ve süreklilik kazandıran, kanımca,
“yöntembilimi” genelleştirmek, nesnelleştirmek ve yaygınlaştırmaktır. Ve
bence yöntembilim (usul), kastlı fiilin birinci bir aracı olarak aklı
özgür bırakmanın (imanın) birinci koşullarından biri..
Özgürlürleştirmenin çeşitli; bir kuvve
(nefs) ve üç latifeyi (aklı, kalbi ve ruhu) ilgilendiren, yan
ve yönleri vardır. Şuur’un hallaç pamuğu gibi atılması ve zihnin
didik didik edilmesi artık felsefenin ve en yeni hikmetin işidir. Burada
bize düşen görev, nüha (aklın) kıstını formüle etmek ve
fuadın (kalbin) vicdan nısfını raporte etmektir.. Tekrar
tekrar deneyerek, yeniden denetleyerek ve sürükli düzelterek bazı
sonuçları ulaşmaktır.
Böylece dileyen özgür olarak istediği
temelden kalksın, istediğini dini, dilediği yolu seçsin, sonra
kendine özgü doğal düzenini veya törel dizgesini özerk olarak
kursan. Ama arada herkes özdeş, tümel ve genel olan akıl ilkelerini
(yöntemi) kullansın.
Her şeyin bir bedeli var, özgür kalkışın ve özgün konuşun
bir karşılığı olmalı: bu özdeş yöntemtir. Kurala ve ölçüye bağlı bir usul.
Düzen içinde özgürlüğün, sorumlu ve yükümlü bir serbetliğin koşulu ortak
akıl ve müşterek vicdandır.
Zaten öylede yapılıyor, ama önyargılar ve
saplantılar, kültürel baskılar ve toplumsal dayatmalar bu yolu
engelliyor, ama nereye kadar.. ne diyor neo, yine geleceğim ama siz
korkuyorsunuz değişimden ve seçimden korkuyorsunuz.
Ancak korkunun ecele faydası varmı ?
Madem dünyadan eninde sonunda çıkacağız o zaman sonsuzca
kalacak gibi yaşamak ve davranmak niye ? Madem her an bitebilir, o zaman
önemli, öncelikli bu yüzden canalıcı ve değerli işlere öne almak ve
gündeme koymak gerecektir. O zaman önemli, öncelikli, canalıcı, değerli
olan zorunlu ve gerekli iş nedir ? Para kazanmak, bilgilenmek, günümüzü
kurtarmak, işimizi başarmak yada başkasına yararlı olmak diye çeşitli
cevaplar verilebilir. Fakat bana sorarsınız; ölümü öldürmektir
derim. Çünkü bu canalıcı sorunu çözümlemek ve yaşamverici
soruyu yanıtlamak önemli bir çaba ve değerli bir uğraştır. Ölümü çözmek
herbirimize düşen bir iştir fakat ölümü çözümlemek birlikte
yapabileceğimiz bir düş. Bu yazılarla sizi buna çağırıyorum. Çünkü iyi bir
insan, dünyada ölümle yok olamaz. İsmiyle yaşar; etkileri ve eserleriyle
varlığını sürdürür. Sonra sonsuzlukta çekilen bu filmini
izler.
Teorik aklın (idraki) incelenmeside Ruhun ve
Tanrının varlığını düşünce dikatomileri olarak gören Kant,
Pratik aklın (iradenin) incelenmesinde, eylem alanında
faziletli insanlar, saadet görmeden gidiyorsa, rezaletin cezalandırıldığı
ve faziletin saadetlendirildiği bir dünya bulunmalı yargısına
ulaşır. İmamı Nursi’nin vurguladığı gibi, “Mahkeme-i Kübra”
kurulmalı. Özdeşlik iktisattan, özgürlükte adaletten yargılanmalı!
Karşılığını alarak mutlu ve bağışlanarak kutlu olmalı.. Mutluluğun sırrı,
inanılan bir çalışmada gizli; kutluluğun seyri güvenilen içtenlikte
örtülü. Onu arayıp bulmaya çabalamalı ve uğraşmalıyız.
Diyecekseniz ki yetti gari.. söyle şu kodu da kurtulalım!
Dedim dört sözcüğü (anlamı) tek sözcüğe (kavrama)
indireceksiniz fakat yine bir söz (anlam) olacak. Bütün anlam ve
amaçları içeren birlik sözcüğü (Kelime-I Tevhid) bir sözcüğe
indirgenecek! . Kelime-I Tevhid iki cümleciği içeren bir
cümle. Şimdi bu iki cümle tek cümleye indirgenebilir: Allahü Ekber.
Özne: Allah (C.C.) Yüklem: Ekber. Bilindiği üzere özneler değer (ad)
yüklemler değişken (özellik) olarak alınabilirse “Allahü Ekber”
tanımlaması (önermesi ve onaması) nın hem tanımlananı hem tanımlayanı
sonsuz yetkinliği ve salt birliğini içerdiğinden dilin
tanımlanamaz ve bilinmez “O” (Hüve) sözcüğüne indirgenir. İşte bu noktada
bütün anlamlar ve amaçlar toplanıp gönülde kaybolacak ki artık bu noktada
dil bitip tükenecek ama konuşma yani söyleme ve dinleme sürüp gidecek.
Marifet kıymette, kıymet muhabbette, muhabbet. Hayrette, hayret… ki ne
hayret.. Bu noktadan sonra dil ve gönül arasındaki sağlam ve
sağlıklı bir perde (iman ve sekine) olmadıkça, varolanı da ilim ve amel
ile korunmadıkça, konuşma tükendikçe ve özeleştiri bittikçe, araştırma ve
geliştirme durdukça, ilerleme ve yükselme kesildikçe, sevgimiz
yalancılık olacak ve bilgimiz dedikodudan ibaret kalacak. İşte bunun
için dostlar, aramaya ve okumaya devam edeceğiz.
---------------------------------------
Son insan şehri Zyon’un uzantısıı Mölfis’nin gemisinin
mürettebatının giysilerinin, köprüaltı insanlarının
yoksulluğunu göstermesi, proğramın “sade”liğini, proğram komutlarının
azlığını simgeler. Dışarıda insanların giysilerinin zenginliği ve
gözalıcılığı diağramın yani menü ve nesnelerin çoklulğunu ve
çeşitliliğini andırır.
Çokluk ve çeşitlilik yenilik ve zenginlik,
geçicilik ve KÖTÜLÜK dıştaki görünüşte fakat tersine birlik ve
sadelik, yinelilik ve tükenmezlik, kalıcılık ve İYİLİK içteki
gerçektedir.
Eğer içtekini tasarım dıştakine biçim dersem sizi
yanıltmış olurmuyum ? Belki. Daha önemlisi kötülük ve iyiliği bu şekilde
kutuplamakla bu yanılgıyı artırmış olurmuyum ? Kesinlikle! Çünkü Kur’an-ı
Azimişşan, “iman” gerçeğini tek terim-kavramla verirken hemen arkasından
zikrettiği “amel” “SALİH amel ” ve “AHSEN amel” tanımlamasıyla
çok anlamlı olarak veriyor ki kuru bir fotoğraf olan lisani ve felsefi bir
anlatım bu canlılığı ve zenginliği bozuyor.
Şimdi günlük dilde biçim yerine tasarım yada tersine
kullanım fark etmez. Ama bilimsel bir ifadede bulunacaksak, ciddi bir
anlatım için, terimlerimizi tanımlamak zorundayız. Ama
anlatabilmek için dile getirmek, dile getirmek için düşe götürmek, düşe
götürmek için, bölmek ve parçalamak, bölüp ve parçalayınca da gerçeğin
canlılığını, çok yanlılığlını yitirir, onu bir iki yana indirgerim. O
zaman zorunlu olarak dilim dilim ve bölüm bölüm edeceksem, yöntembilimi
kullanarak üstte görünen şekli yani terimi ve imge yada simge halinde
olsun haz yada zikir halinde bulunsun biçimi yerleştiriyorum. Tarz-ı
şekil diyerek bunların sayısızca çeşitlendiriyorum. Altta gözlenen sureti
yani anlamı ve kurgu yada bulgu halinde olsun hatır yada fikir halinde
bulunsun içeriği yerleştiriyorum. Tavr-ı suret diyerek bunları sayısızca
türlendiriyorum. Oysa günlük dilde, tavır, tarz, suret ve şekil birbiri
yerine kullanılır. Şimdi bu tanımlamayı sözlükte bulumazsınır. Başka tam
tamına başka bir kitapta da bulamazsınız. Bu bu kitaba hastır, yazarına ve
yöntembilimine özgü bir ayırımdır. Özgürce seçtiği bir kurgudur. Başkaları
onu, nesnelliğini onayladığı derecede, kullanımını seçtiği ölçüde
genelleşir. Her yazarın ayrı bir kurgusu ve buna bağlı terimonolojisi
vardır ve kendince haklı gerekçeleri vardır. Ama bu demek değildir ki
ortak bir dil ve müşterek bir zemin bulunmaz. Ancak günlük ve bilimsel
dilden sanat ve hikmete doğru gidildikçe ortak zemin daralır. İşte “kod”
ortak bir zeminde müşterek bir zamindir. Çok şeyi kapsayan bir
zamirdir. Genellikle bir kelimedir. Öyle ki bütün kelamları içeren
bir tümce yada bir komuttur. “kod” hem nesnel ve genel hem özel ve
öznel bir şifredir ki genellikle bir ara yüzün bir tarafa bakan yanının
giriş kapısını teşkil eder. Onu bilirseniz, oradan girer öbür
taraftan çıkarsınız.
Kodların çözümü semiotik anlatım yükseldikçe zorlaşır.
(signal/işaret/göstergeleme)den (symbol / remz / simgeleme)’e,
(model / misal /örnekleme) ye ve (metaphor /mecaz/
eğretileme) ye doğru gittikçe kodların çözüm daha güçleşir. İlk
ikisi tercümüman sentaktik çözümüne son ikiside mütercmin semantik
çözümüne dayanır. Bu nedenle mütercimlik tercümanlıktan zordur.
(Nomos/isim/ad) mertebesinde, teşbih ve mecazı aşan gözlenme ve örtülme
vardır. Bu üst dile ilişkin boyuttaki sırr, alt dildeki cifir yada şifre
denilen çözücülerle çözülmez. Örneğin, şimdi zaman ve zemin kadrosu
içinde cerayan eden varlık ve olayları, yapı ve işlevleri, düşey alttan
yüzey üstüne kadar görsel bir daire modelinde hem imgesel hemde
simgesel olarak anlatabiliriz. Analitik düzlemin sayıl ve nicel olarak ve
matematik araç halinde kullanımını, yöntembilimimde sözel ve nitel olarak
ve lojik bir araç olarak deniyorum. Ama burada kullandığım mesela,
alt yan, zemin ve imkan dan kök, temel, taban, tavan, tepe, zirve
ta üst yan, zaman ve ihtimal kavramlarını zaman ve mekan
kadrosu dışında ve üst dilde kullanmak muhaldir. İmkan ve ihtimal dışıdır
ve aklın yetkisi haricindedir. Ama akıl, düşünülebilir dünyanın
nesneleri olan kavramları, aslında duyulabilir dünyanın imgeleri olan
simgelere yükleyerek kullandığı gibi, düşünülebilir dünyanın
üstündeki gerçekleri de düşünülebilir dünyanın nesneleri olan kavramları
simge yaparak kullanmaktadır burada din ortaya çıkar. Esma-i İlahiyye
anlama bu manadadır. Birlik ve iyilik ideasını salt ve yetkin en üst idea
olarak gören Platon, her halde bu dünyayı felsefede ilk defa aralamıştır
ve Jaspers ve B.Russel’in tasdıkiyle bunda başarılı başka bir kimsede
yoktur.
İsterseniz şemaya bir bakalım: (s=metriksB) bir
başka benzetme daha yapalım: Soldan sağa, aşağıdan yukarıya tek taraflı
kırmızı oklar ile iki taraflı sarı okun keşiştiği merkez nokta çeşitli
yanların kavşakladığı yer dir ki bu yanlardan öbürünü geçmek,
merkezdeki kodu bilmekle ve şifreyi çözmek mümkün olsun. Bu şifreyi
koyanın kodu kurma kolaylığına karşın onu bulmaya çalışanın ne
kadar zorlanacağı malum. Örneğin siz bir nesneye kolayca ad verir yada bir
makineye zorlanmadan şifre koyarsınız, o işi özelleştirir ve
gizlerseniz. Başkaları bunu aklını ve olasılıkları kullanarak bulmaya ve
çözmeye kalkarsa, sentaktik (beyan/söz-dizimsel) bakımdan
zorlanabilir ama olanaksız değildir. Ama semantik
(maan/anlam-bilimsel) bir yükleme ise olanaksız gibidir. Birbirine
çevrilebilir alt dillerin sentaksını ve semantiğini aşan yüklemeleri
çözmek açıklamalarla mümkün değildir. Üst dilin alfebesi-şifresi
öğretilmedikçe sırrı ve tılsımı öğrenilmedikçe söylenenleri
anlamakta çok güçlük çekeriz. İşte din, hidayet dediğimiz aydınlığı
ve ışığı anlamak bazan bir ömür alır.
Başka bir misal yıllardır kullandığımdan analitik düzlem
lojik olarak rahatça işletiyorum, fakat siz, belki de ilk defa
görüyorsunuz, anlamakta çok zorlanıyorsunuz. Şimdi yöntembilimin
anlatım tarzına geçiyorum: Sağdaki ideo-proğram çevrel soldaki
tekno-diağram kutusu bu karşıtlığı simgeler.
Aynı zamanda sağdaki ideolojinin “Oda”sının yani
içerinin, soldaki teknoloji “Ada”sını yani dışarısını kurduğunu,
oluşturduğunu, açacağını ve yeneceğini anlatır.
Dışarıda kötülüğün temsilcisi Makina ve Teknoloji
adasının ajanlarıyla, iyiliğin temsilcisi İnsan ve İdeoloji adasının
son odasınıda elegeçirip imha etmek istemektedir. Çünkü biliyor ki eğer
her şeyi istila ve ihata etmezse, en ufak bir kırıntı dahi bıraksa, o
tohum gelişip kendini yokedecektir. Sıcak kırmızı ve soğuk
mavi gibi iyilik ve kötülükte birbiriyle büyük bir telaş içinde
mücadele ederken, karanlık varlık ve aydınlık yokluk uçlarının
hangisinin eğemenliğini kuracağını herkes pürtelaş merak ederken, ufkunun
muntazırını ve rabasının rasatını sorgularken KADER ve
KAHİN gayet sakin ve çok huzurlu bir şekilde birbirini temaşa
etmektedir... kader ve kahin arasındaki iki uçtan
soldaki metriksin anahtarı proğram-zayon-kod’unu (özdeşlik
sırrı) “beynin içinde” sorgularken sağdaki
diağram-akıl-karakteri’ini (özgürlük sırrı) “benin dışında”
aramaktadır.
Buraya kadar yatay ekseni (MEDD) sağ ve sol
uçlarını dört beş opozit (karşıt) kavramın temsiliyle yani müşahhas
(somut) olay ve kişilerin tasvirine ve hikayesine,
mücerret (soyut) gerçek ve olgularların atanmasıyla (tayin)
tanımlamaya ve açıklamaya çalıştım.
Şimdi, sağdan sola doğru akan cerayanin iki çizgisi
(eğri-düz) , geçmişten geleceğe yönelen seyeranın iki sıratını (ilerleyen
ve dalgalanan) yani zaman vektörünün iki yinelenen ve
yenilenen akımını tasvir etseydim geçerli ve yürürlü bir
“tarih yorumu” anlatmış olurdum. Bu tarihin gelmiş geçmiş en büyük
sosyologu olan İbni Haldun’un “Organizma Teorisi” olurdu.
Burada kurguladığım yatay zaman ekseni, zaman-zemin
kadrosunun görünen meddi fazıdır; koşullarıyla ve kurallarıyla
oluşturduğu izafiyetlere (görecellikler) ve ihtimaliyetler
(olasılıklar) bilimin konusudur. Bilim bir düşler dünyası değildir
amma, büyüklerin dünyasına göre çocuğun dünyası ne kadar gerçekse,
taşı ve toprağı insan gibi canlı, ot ve ağaçlları insan gibi akıllı
ve tümüyle diri ahiret hayatına göre dünya hayatı da o kadar
gerçektir yani bir oyundur. Metriksin zarureti ve ayniyeti, tecrübeden ve
akıldan farklı bir deneyim ve dayatımdır. ÇÜNKÜ:
METRİKS, Halktan başkadır. Suni bir yaratıştır. İlahi
mülkün ifadesi tecrübe (CERB)’inden yani olumların yani doğumların
ve ölümlerin olumların ve dirimlerin, olabilirliklerin ve koşulların
olanakların ve olasılıkların yeteneklerin açılamından ve yetkilerin
kullanımından ibaret bir deneyimden başka bir yaşatımdır. Vaz’ ve va’d
edilen bir kesret dünyası.
METRİKS, Emrden başkasıdır. Yapay bir buyuruştur.
İlahi irade olan ceberutun (CEBR) ise bildiğimiz
eğemenliklerin, bağımsızlıkların, malikiyet(lik)lerin ve
melikiyet(lik)lerin başka olduğu gibi özgürlüklerin, özgülüklerin,
özerkliklerin, özelliklerin ötesindeki bir dayatımdan başka
zorunluluktur. Vacib ve Vucud olan vahdet dünyası.
METRİKS, ülfet ve ünsiyet ile örülü, gaflet ve gabavetle
örtülü, varsayımlı bir evrendir. alışkanlık ve alışkınlıklarımla
gizlenmiş, sanı ve kanılarımızla perdelenmiş yapay bir dünyadır. Bilim ve
dindeki evrim ve devrimlerle perdeler ve örtüler yırtıkdıkça ve
açıldıkça evren ve insan hakkındaki kuramlarımızın değişmesi bu
yüzdendir. Bu yüzyıla kadar yaptığımız metrikslerin belki farkında
değildik. Bundan sonra bilinçli ve istemli olarak severek ve hoşlanarak
yapıyor ve bu cehennemin içine kendimizi ve başkalarını sokuyoruz. Metriks
filmi bunun bir kurgusunu yapıyor ve örneğini veriyor. Dünyanın akıllı
adamları da buna karşı çıkıyor.
Filmin senaryosunda gerçeklik yani halk ve emr iki
şekilde simgelenmiş. Emr, suni bir program ve halk da yapay bir
diağram olarak kurgulanıyor. Adı üstünde metriks filmi,
bir senaryo (hikaye), realite (gerçek) değil. Ama gerçekliğe dair
felsefi yaklaşımları, bizim gerçekliği yorumlamamıza bir bakış
sağlamakta ve gelecekteki ufku görmekte yardımcı olmaktadır. Onun
senaryo haline getirdiği yorumulara katılırız, katılmayız bu bizim
seçimimiz. Ama katılmasak dahi ortaya koyduğu evrensel kodlar üzerinde
tartışma yapılması bence fevkalade yararlı olacaktır.
Filminde kurguladığı gibi, sanal olarak dayatılan bir
yapay deneyim (METRİKS) var mı dır ? Ya gerçekleştirilebilir mi
? Aşırı materyalist ve aşarı idealistelere göre doğal ve dönel
olarak vardır ve gerçektir. Ancak olmasa bile, belki de,
fiziğimizin betimlediği zerre toz-gaz (atom)una ilişkin
kuramlarımız gibi imgel bir varlıktır (hayal). İnsanın
nefsine ve benine ilişkin psik kuramlarımızın açıklamaya
uğraştığı (ene tözü) gibi sanal bir varlıktır (vehm). İmgelerimizle
oluşturduğumuz simgeler ile sanallıklarımızla oluşturduğumz kanılar “ışık”
gibi hem gerçeği gösteren araç hem onu örten bir aygıt olarak karşımızda
duruyor. Örneğin eşyaların görünmesi ışığa dayandığından, ışık ise hıza
bağlı bulunduğundan on milyar ışık yılı ötesindeki evreni gözlem alanı
dışına atmaya mecbur kaldığımız gibi gözümüzün duyarlığı dörtbin
(kırmızı) ile yedibin angstrom (mavi) inrfa red ve ultra
viyole ışınların gösterdiği dünyayı görmüyoruz. Bunlar kurgular değil
bilimsel gerçekler olarak önerülüp öğretiliyor. Akledilebilir dünya,
duyulabilir dünyanın ötesine çıkamayanlar için kapalı olduğu, alimin
dünyası ve bilginin evreni, cahilin dünyasına kapalıdır. Özelin dünyası
genele kapalıdır. İnananın dünyası, inanmaya kapalıdır. Bilenin dünyası
bilmeyene kapalıdır. Şimdi bütün bunlar gibi
simgelerin ve kanıların ötesindeki dünya da bize kapalı. “Görünmemek,
tanınmamak, açıklanmamak, anlaşılmamak” lardan biriyi “olmamaya” kanıt
gören bir cehalet (hakaret sayılan bilgisizlik manasını kastetmiyorum
bilinmemezlik dercesi anlamında söylüyorum) mertebesi için
yoksaymak, yoklukla özdeşleştirilirse, bu kendilerine rahatlık
sağlayabilir ama araştıranları “kandırmaz.” Onlar kanıt ve kodu
aramaya sürdürürler.
Hayal (imge) cesede ve vehim (kurgu) ruha
ilişkindir ve ikiside “aklı” paylaşır. Biri gidince diğeri ortada kalmaz,
geldiği yere gider. Diyagramdaki cesed vurulursa, içerideki ruh gider,
proğramadaki ruh uçarsa dışarıdaki cesed yaşamaz. Bazıları birine gerçek, öbürüne psödo (gölge) gerçek
diyerek redderler. Kimileri ikisini birden kabullenerek çokluk
karanlıkları içinde kalır. Kimileri ise ikisini birden mütereddid
kalarak, kurgu ve imgeyi kuşkunun gölgesinde bırakarak
serinlemeye çalışır. Hasılı durum hiçte iç açıcı değildir; aydınlığı ve
kurtuluşu aratır, bu arayış bazan bir bora olur beynimizde dünyamızı
darmadığın eder .. bazan kapkaranlık bir girdap olur beynimizde ,
yüreğimizi acılı firkatlarla kanatır ve sancılı hicranlara
batırır..
Bu nedenle Necip FAZIL’ın şu şiirinde olduğu gibi
us (nüha) ve gönül (vicdan) yani “akıl” beynimizi burgulayan bir vidadır
ve kurtuluşu aratır.
“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek.
Siz yaşayan leşler, sizi kim diriltecek.
Kaf dağını assalar, çekerde bir kıl.
Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl.”
Ha.. sahi buraya kod aramak için girmiştik! Hakkı Öcal
hoca şifre ile parola kavgasını vere dursun bir de bu notasyona “kod”
(normları kodifike, konsepte etmek ) bir de “mod” (formları modülasyon
modifkasyon yapmak) nosyonlarının gizemini ekledik mi bütün dönüşüm ve
çevirimleri açan bir sırra ermiş olurmuyuz ? olmazmıyız ? İşte cevabı
yukarıda “kıl” (H-avl) ve “akıl”.(K-avl) Yani HK-sız anomi ve HK-lı
nomi. Yani logos ve cogito ile nomos ve nous arasındaki münasebet.
Anlamsız ve anlamlı dünya! Amaçsız ve amaçlı insan!
Sözcük-yazım, söz-dizim, kavram-tanım, anlam-bilim yanlış ve yanılışlarını
gözardı etsek bile (Örneğin bu yazıda sebeb olduğum yanlışlar için özür
diler eleştiri ve düzeltimlerinizi beklerim) Lisan (language) acaip
bataklık ve korkunç uçurumlarla dolu bir ülke. “Kalbi” olmayan fazla
dolaşmasın! Böyle durumlar için Becelle beslenmek bile işe yaramaz.
Böyle ülkede “kod”u bulursak bilginin tözüne ve sevginin közüne
girersek sözün özünü bulacağız! Ve KURTULACAĞIZ!. Bulamazsak sonsuza
dek sanal kimsesizlik ve banal yalnızlık çekeceğiz. Üstelik bu hale
doğallık ve dönellik katarak mazeret beyan edeceğiz. Eh buda kurtulmanın
bir türü bir yere kadar..
En iyisi sizi akledebilir dünyaya “matematiğe”
çağırayım. Düşünülebilir alemin sayıl ve sözel, nicel ve nitel kavramsal
kategörilerine bir giriş yapalım. Oradan yöntembilimsel yaklaşımı
sunabiliriz. (*3*)
|