-
Rengarenk
gayr ülkesinde yalnızlık kabilesinden
ışık hızıyla hareket eden “KI”
isimli bir kız bulunuyormuş. Ülkenin bir tarafı sürekli yaz mekanı bir tarafı sürekli kış zamanıymış. Ülkenin yaz bölgesinde
ılıman ilinde yaşayan bu kızcağız kırmızılı giysileriyle “yaz mekanını” egemenliği altına alıyor kış zamanına hiç geçit vermiyormuş. Ülkenin kış bölgesinde donmuş bölümünde yaşan “YAM” adlı bir oğlan yaşarmış. Atomik hacimde yerleşin bu
gençte, kız gibi tek başına yaşıyormuş. Bu civan da büyülü yeşil giysileriyle kış zamanı egemenliği altına alıyor yaz mekanına hiç geçit vermiyor.
-
-
Ülkenin
yurt-taş-ları olan “in-ek-ler”
ışık hızında devinen ve atomik hacimde
yerleşen bu kız ve oğlanı hiç bilmezler ve görmezlermiş. Ama
yaz olunca her yere mekanın yayıldığını ve dur durak bilmeyen bir “fırtınanın”
estiğini hissederler, kış olunca her yerin zamanı kuşattığını ve ülkenin bir kış tablosu gibi “donuk” vaziyette
kalakaldığını gözlerlermiş. Kız Kı yukarıda
anlatılan özelliklerine ilaveten
öylesine alımlı ve çekici iki fazı yaşarmış ki bir fazında
cansız olup estetiğin en ince çizgilerini bir harika
bir heykel gibi yapılandırır ve gönülleri kendinden geçirir, bir fazında da canlı olup erotiğin en kıvrak renklerini toplar
şahane bir cilveleriyle gözleri
baygın hale getirirmiş. Bunu sadece atomik hacimde
donup kalarak yaşayan oğlan Yam görürmüş. Fakat yaz ülkesine “zaman”
sokulmadığından bu güzele erişemez ve konuşamazmış. Buna karşılık Oğlan YAM
da kız KI’yı görür, ona ulaşmak ister fakat onun ülkesine de
“mekan” erişemediğinden o da ona ulaşamazmış. Bu oğlan yukarıda anlatılan özelliklerinde bilinç ve
istenç denilen öyle renk ve kokular taşırmış ki gören ve koklayanları kendinden geçirirmiş. Hasılı oğlan ve kızın birbiriyle paylaşacakları, göz ve gönlün alıp verecekleri öyle
şeyler varmış ki aralarına konulan “mekan ve zaman”
tamponu iki sevgiliyi yekdiğerine
ulaştırmazmış.
-
-
Ancak otların bol bol yetiştiği yaz bölgesinde yem yeşil
otlardan başka bir
şey görmeyen inekler ve bütün kış boyunca da donmuş ahırda geviş
getirmekten başka zaman bulamayan ök-üz-ler, bu
iki sevgiliyi kavuşturmak
şöyle dursun, dedik ya, varlıklarından bile haberdar değillermiş.
-
-
Derken
günlerden bir gün, yazdan kışa
geçerken ineğinden ayrılan koca bir öküzde bir “değişim” başlamış.
İki boynuzu iki anot ve katot uç olmuş ve kutuplar birbirine çarpmasından
oluşan
ışınlardan ineğin
beyninde düşünme doğurmuş, duyarlığı incelmiş, Bu yaşlı öküz oğlan
Yam ve kız Kı nın yürek parçalayan ayrılığını fark etmiş. Öylesine acımış ve üzülmüş ki
kendi ayrılığının ateşini duymaz olmuş. Renkli gayr ülkesinin gaybda
gizli sultanına yalvarmış ve yakarmış.. bunların üzerinde yeşil ve kırmızı giysiler durdukça, kız ve oğlan bir araya gelemeyecek, yaz ve
kış birbirine giremeyecekmiş. Gayr ülkesinin gayb sultanı bu giysilerin büyüsünü kaldırarak, birbirinde ayrı olan oğlan yam‘a “KU” ve kıza kı’ya “RU” adını vererek onları kavuşturmuş, karı ve koca yapmış. Kadın Ru,
ışık hızının mekanı
küçülerek bir karta hapis olmuş ve
kart bir aynı gibi parlamaya başlamış. Atomik mekan büyüyerek bir sahife haline gelmiş bilinç ve isten ritimlerin en
güzel keraografilerini çizmiş. Koca KU’nun
desen ve dokuların
ahenkli salınımından, renk ve
ışıkların uyumlu titreşiminden öyle güzel tablolar
ortaya çıkıyormuş ki bu
resimler, karı RU’da yansıdığında onun bin bir kopyası çoğaltılıyor ve evrenin her yanına yayınıyormuş. Fakat
bu iki büklüm olmuş enlem
ve boylam fazlarının çizgi ve desenlerinden ne karının ne kocanın
haberi yokmuş. Onlar sadece dişil güç ile eril gücün birleşiminden hasıl olan karanlık mavi bir bulutla örtülü gök
yüzü görüyorlarmış.
-
-
Mavi ülkenin
tamamen masmavi katmanlarında her
şey fani , her yer mavi imiş. Yer mavi gök mavi imiş. Kırmızı, yeşil, sarı, turuncu bütün renk ve çeşitlilik kalkmış. Sadece aynalar ve aynalardaki
akisler varmış. Zaten kız bir AYNAYA yani parlak
levhaya, oğlan da bir SAYFAYA yani yazılı sayfaya; uç ve noktaya, kağıt ve
kaleme; değişerek ve birleşerek
karı koca olmuşlardı. Elbette aynadaki
ışıkta mavi ve sayfadaki yazı da mavi idi..
-
-
Bu mavinin
değişim öncesinde kırmızıdan yeşile renkli bir gayr ülkesi vardı biliyorsunuz. Sonrasında ise renksiz siyah ve beyaz
bir gayb ülkesine dönüşecek.
-
-
Mavi ülkede
ise aynalarda değişerek akislere dönüşen, başlama ve bitme eksenleri, doğum ve ölüm çizgileri, olum ve
ölüm bağları; varlık ve
olay ağlarını oluşturuyor, nesneleri etkileşimle başkalaştırıyor ve kimseleri iletişimle konuşturuyorlar. Bu işaretlerin tercümesi yapılmadığından ve bu delaletlerin tevil
edilmediğinden, etrafta mavi rengin türlü
tonlarından ve mavi yazının çeşitli
büklümlerinden başka bir
şey görülmüyormuş. Sanki mavilik, bu belirsiz
çoklukları ve anlamsız varlıkları örtmek için örülmüş bir perde imiş. Kadınlar geçim ve seçim iplikleri
ile kocalar yiyim ve yönelim iğneleriyle
örülen örgülerde, kör gözleriyle bakıyorlar,
boş düşünceleriyle dikiyorlarmış. Tane
tane “saçma” lar dökülüyor, fır fır “kaçma”lar dönüyormış.
-
-
Karı koca olan bu kız ve oğlan, bir
şey daha görüyorlarmış ki bu eski gençlik yıllarının rüya gibi aşk ve
hasret duygularını silip süpürmüş. Çünkü başka mavinin rengarenk değişik desen ve tonlarında
çeşit çeşit başka cilveli kadınlar ve değişik değişik
ışıl
ışıl başka
kocalar varmış. Ku ve Ru’nun gözleri ve
gönülleri, bu yeni güzelik ve taze özellikleri isterken Sultanın Yasası birbirlerine bağlılıkları istiyormuş. Bütün ineklerde artık biliyorlarmış mi bunlar birbirlerinde ayrıldı mı, zaman ve mekan da ayrılacak, inekle dinmeyen bir yaza
ve devinmeyen bir kışa
dönecekler, uçlar ayrılacak,
bağlar kopacak ve kurulu düzen
bozulacak.
-
-
Derken Sultanın başka bir yasası hükmünü icra etmiş, Ku ve Ru’nun bir çocuğu olmuş.. Karı Ru, ana sefkat pınarı “CUD” koca Ku da baba
şervet
ırmağı “SU” olmuş. Bu
çocuk, başı ve kuyruğu birbirinin “aynı” bir “balık”mış. Böyle bir balık,
yani iki başı ve iki kuyruğu olan ama ne başı ne de kuyruğu olmayan ilginç bir balık için ana ve baba olmak kolay değilmiş. Çünkü bu hem kalem hem levha
olmak gibi acib, hem zeka hem hafıza
olmak gibi garib bir durummuş. Balığın dinamiği öylesine devingen ve değişkenmiş ki ne
yana ve ne yöne gideceği hiç
belli değilmiş.
Tabi sadece ana CUD ve
baba SU değil başka ana ve babalar da varmış. Yinelenen gelenekler, yenilenen değişimleri kovalıyor, sorunlar çözümleri izliyor, çözümler sorunları izliyormuş, böyle gece ve
gündüz akışı, yaz ve kış dolanışı devam ediyormuş geçici zaman ve değişici mekan ülkesinde.. Çocukların derdi ana-babalar, ana-babaların çaresi çocuklarmış.. Ama bütün bu dertleri ve
çilelerin, belaları ve fitnelerin, imtihan ve müsabakaların, sınavları ve yarışları içinde tabiatın (doğanın) ölüşünü ve tarihin
(dönenin) dirilişini böylece mananın ve gayenin dizilişini görünler çok az sayıda imiş.. Zaten cud’ları ve su’ları gören birkaç inek hariç, bu “tablo” ineklere ve balıklara gizleniyorlarmış. Böylece ortalıkta karalardaki inekler ve
denizlerdeki balıklar görünüyormuş. Meydan onlarla dolmuş ve taşmış. Mavi ülkesinin
sessiz ve sakin bön bön bakan inekleri, bu çok zeki mıcır mıcır kayan balıklardan rahatsız olmuşlar. Elbette balıklarda et deposu ve süt mahzeni
öküz ve ineklerden.
-
-
Derken
balıklardan bir balığın ineklerin ve
kendilerinin bu haline içerlediği bir anında , cinleri tepesine toplanan genç bir balığın iki baş yada iki kuyruğunu birbirine deydirdiği bir anda bütün balıkların biriken tüm stres enerjisi
öylesine patlamış ki mavi ülke siyah ve beyaz iki renge bürünmüş.. Gayb ülkesi olmuş. Büyük bir dönüşüm başlamış.. öylesine köklü ki, eski değişimleri bu devrimin yanında çok monoton kalıyormuş.. Ana Cud, hoca “DE” baba Su da
usta “KA” olmuş. Kızlık ve oğlanlık, karılık ve kocalık, analık ve babalık ortadan kalkmış. D-iş-il-lik
ve er-il-lik sona er-miş.
Er-iş-miş yani “ER” kişi ve erişmiş kişiler kalmış. Usta Ka ve hoca De, işinin eri kişilermiş. Bu neferlerden Usta
Ka,
bütün sorun ve soruları
taşıyan simsiyah bir gece
gibi karanlık, her türlü kavga ve
kargaşayı barındıran zifiri karanlık olmuş.
Hoca De dahi, bütün cevap ve çözümleri barındıran
bembeyaz bir gündüz gibi aydınlık, her türlü barış ve uzlaşmayı içeren apaydın
bir
ışık olmuş.
-
-
Usta
Ka gölge olmuş karalamış, hoca De
ışık olmuş aydınlatmış.
-
-
Böylece
balıklar bu siyah ve beyaz
renkleri güne, bu günün aydınlık gündüz ve karanlık gecelerini yola çeviriyorlar ve
kendilerine bir yön veriyorlarmış. Artık,
bilimsel bir tabirle kuantik belirsizlik ve istatistik düzensizlik kalkmış, rölativ belirlilik ve determine
düzenlilik doğmuş. Yolların doğrultuları belli olduğundan balıklar artık nereye gideceklerini
biliyorlarmış. Artık balıklar bir başlı bir kuyruklu olmuşlar.
İki başlılık
yada iki kuyrukluluktan kurtuluşlar.
Alternatifler belirmiş,
özgünlük ortaya çıkmış. seçenekler doğmuş ve özgürlük başlamış. Kimi başıboşluğu seçmiş, kimi düzenliliği. Kimi aykırılığa yönelmiş,
kimi uyarlığa. Kimi başkaldırmış, kimi başeğmiş. Hatta inekler bile
inekliklerini bırakmışlar, öküzlerini seçer olmuşlar. Elbette öküzler de,
ineklerini. Ama hepsinin üstünde “bağlılık” kuralı
onları yükümlü ve “bağımlılık”
yasası sorumlu kılmayı sürdürmüş. Çünkü evrensel özgürlük ve
nedensel olasılık yasasının üstünde güvenilirlik ve güvenlik yasası egemen ve buyurganmış ki bunu inekler ve öküzler bile
biliyorlarmış.
-
-
Elbet
bu ülkede insanlar yokmuş,
balıklardan başka inekler ve öküzler varmış. Balıklar Tanrıya inanmıyorlarmış fakat ineklerin
ve öküzlerin Tanrıları varmış ve onları kendilerine benzetiyorlarmış. Kimisi kız-karı-kadın inek gibi tuzlayan uşak Tanrı, Kimisi oğlan-koca-erkek öküz gibi
toslayan bir Tanrı.
(Yerlerdeki sığır kanlara ve canlılara ve göklerdeki sağır ateşlere ve güneşlere tapanlara duyrulur.) Onun
için böyle çokluk ve çeşitlilik
ülkesine insanların
girmesi haram, çıkması selammış. Çünkü her şey bu aynada TERSİNE çevrilmiş. (Elbet Yüce Allah, kafirlerin bu gibi kurgu ve uydurmalarından, isnad ve sanılarından münezzehdir. İzafeten
ve mecazen bilinen Esmasını elbette inekler gibi bilmeyiz ve Esma-i Hüsnâ’sını
onun zaman ve mekan üstü mutlak Kutsal Zatı gibi tesbih ve tebrie ederiz.
Hatamızın bağışı için dua ve salat ederiz. Onun kutsal Kitabının
hakikatlerini tahrif, hikayelerini tadil etmeyiz. Eşya ve eşhasa HARFİ bakar,
esmasıyla ona şirk koşmayız. )
-
-
Yukarıdaki hikaye, tamamen hayal ürünü
olan bir MASALDIR. Bu öykü, ne hakikatleri anlatan temsili bir model, ne de bir
hakikati öğreten bir açıklama, ne de bilinmezleri gizleyen bir şifre..
Tamamen KURGULAMA ve UYDURMA. Ama incelendiği üzere gerçekleri ve olguları
imgeleyen, kavramları ve anlamları kullanan bir anlatıma sahiptir. Kız ve
oğlan, karı ve koca, ana ve baba ve nihayet HOCA (hace) ve USTA (üstaz) olma
sürecini sıralamıştır. Öğretmen ve öğrenci ilişkilerini işaret eden bir
“örnekleme” düşünülmüş ve ayni zamanda, ZAMAN’ın tersi olan NAMAZ gerçeğine
delalet eden bir “vurgulama” yapılmıştır o kadar...
-
-
Yukarıdaki hikayede üç öğe
var, birincisi olgular ve gerçekler, ikincisi oyunlar ve
hayaller ve üçüncüsü hikaye edilen olayla gönderme yapılmak
istenilen amaçlar ve anlamlar. Bu bir TEMSİLDİR ve temsilin de çok
çeşitli türleri, türlerin de pek çok derece ve mertebeleri vardır.
-
-
Şimdi insani çalışmalarda, beşeri
metinlerde bir hayal görülünce yada anlaşılmadık bir temsil görülünce onu
tümüyle masal saymak gerçeklere haksızlıktır. O gerçek ki, bir tanesi bir
harman hayali yakar. Hayal kömürleri içinde gerçek elması aramak insanın
coşkusudur. Bir hazine içinde bulanan bir avuç değersiz demir cevherlerin
değerini düşürmez. İşine gelmeyen bin doğru bulunca içindeki bir yanılışa
baktırıp bin yanlışa batıran insanın tutkusudur.
-
Fakat bu durumun tersine kutsal metin
içindeki bir tek yalan ve hayal tüm metni yıkar. Bir ufak yalan koca imanı
zedelediği gibi. Fakat hikayelerde asıl olan kıssadan alınacak hisselerdir.
Asıl olan o olaydan ve oyundan alınacak ibrettir. Bazen öyle deyimler,
misaller, hikayeler varsa, o olay hiç gerçekleşmemiş olsa bile taşıdığı anlam
içeriği yüzyıllar boyunca değerini korur. Zaten yaşam süresi, çocukluğun
hülya ve oyunuyla başlar ve büyüklerin rüya ve hayalleriyle biter. Hepimiz bu
hüsnü aşk, metriks ve zaman gibi hikayeler içindeki hakikatleri kurmakta,
öğrenmekte aramaktayız. DÜŞE, Düzelte değiştire, KALKA, araştıra geliştire
ilerlemekteyiz.
-
-
-
Bu hikaye anlatımım da ne derece başarılı
olunmuştur bilemem ama anlayanlara şunu demek istedim ki, öğretmek, hem
bilginlikte özgün ve öncü olmayı isteyen onurlu bir yol olduğu gibi bilgelikte
özgür ve örnek olmak gerektiren bir zor meslektir.
-
-
Öğrenci için öğretmen, ana ve babadan
sonra gelen hem “rab” hem “rabt”tır. Yani ana, baba ve öğretmen; bizleri bilgi
ve sevgiyle eğiterek “besleyen” ilk mürebbiler ve ilgi ve acımayla
yöneterek “bağlayan” ilk amirlerdir. .. Bu büyükleri öncü tanır, bu ataların
dediğini tutarız. Onları örnek alır, onlara benzemeye çalışırız. Hasılı “mevhum
rububiyet” imizin ilk içeriğini onlarla doldurur, mevhum beslemenin,
bakmanın, eğitmenin ve yönetmenin ana hatları onlardan öğreniriz. Mecazi
yaratmanın, yapmanın, kurmanın, kılmanın çekirdeklerini onlardan alırız. Bir
kız yada oğlan iken ana ve babamızdan sonra ilk çobanımız öğretmenimizdir.
Sonra biz karı ve koca oluruz. Çocuklarımızı yetiştirmeye başlarız. Eğitilen
konumundan yöneten konumuna geçeriz. Aslında bir taraftan çocuklarımız
eğitirken yani onları yönetirken aynı zaman da toplum tarafından eğitilir ve
yönetiliriz. Keza kendi kendimize karşı eğitici durumda iken çocuklarımıza
karşı yönetici konumundayız. Demek öğretmenlik (koca, baba ve ustalık yada
karı, ana ve hocalık) eğitimin (terbiye) ve yönetimin (idare) her ikisini de
birlikte gerektiren bir meslektir. Yani öğretmen bir taraftan öğrencisini
yetiştirirken yani idare ederken, aynı zaman da da kendini geliştirmekte yani
terbiye etmektedir. Kız ve oğlan iken hepimiz öğrenci idik ama daha sonra karı
ve koca olduk ama az sonra aynı zamanda ana ve baba da olacağız. Ana ve
babalıkta meslek ve tecrübemizi ilerleterek evladımıza hoca ve başka evlatlara
da usta olacağız. İşte ben hepsine birden ÖĞRETMENLİK diyorum.
-
-
Öğretmenlik “Dişil güç” ve “Eril iş”
birleşimini gerektiren bir işbirliği ve iş bölümüdür.
-
Bu, anlamın ara-aç ve amacın yolu-aç
haline gelip yardımlaşıp dayanışarak bir arada bulunması, dilin-düşünmesi
gibidir.
-
Bu donanımın açık (1) ve kapalı (0)
devreleriyle, yazılımın doğru ve yanlış değerlerinin (0-1) birbirini
tamamlayarak programı diagram haline getirmesi gibidir.
-
Bu yer ananın ve gök babanın beraberliği
ile tohumdaki düğümün açılarak ağ haline gelmesi yani ağ-aç olması gibidir.
Bu kalemin kader uçları ile levhanın kudret noktaları varlıklar ve olaylar
sahifelerinde kimselerin ve nesnelerin yazılması gibididr..
-
Teşbihleri ve temsilleri, mecazları ve
lügazları uzattıkça uzatabiliriz.
-
Şimdi bu benzetme ve bağdaştırmalar, bu
benzetme ve andırmaların, bu yakıştırma ve uyuşturmalar bizim “gerçeği”
kurgulamamıza, anlamamıza, betimlememize, indirgememize, açıklamamıza ve
yorumlamamıza yol açıyor.
-
Gök kürelerini ve deniz dalgalarını atom
küreleri ve radyal dalgacıklarla izah ediyoruz. Küreleri kürlerle, dalgalar
dalgalarla açıklamak zorunda kalıyoruz. İşaretini tercüme ettiğimiz evren, aynı
zamanda onun delaletini tevil etmemize de yarıyorsa işin içinden nasıl
çıkacağız.
-
Başka bir anlatımla, dilin “çevirisi”
(tercüme-i zikir) düşüncenin “evirisi” (tevil-fikir ) yapılarak yorumun
“tanıması” (tefsir-i tarif), yerinin “adlaması” (temsil-i isim) edilerek
yani tefekekür-ü lisan ve tezekkür-ü kalb birbirinden toz yükü ve töz taşı
borç alıp vererek, İrade ve idrake bağımlı kalınarak
gerçekleştirilebiliyorsa ve böylece biçimler ve tasarımlar, terimler ve
tanımlar, adlar ve anlamlar “vakıa”lar “hikaye” edilebiliyorsa bu şu
demektir: “Edebiyat” oluşturarak “hakikat”e yaklaşabiliyoruz. O halde neden
hala dini metinleri masal görüyoruz yada hikayeyi küçümsüyoruz. Ya nefsimizi
Rab bilir yada Allahı Rabb tanırız. Seçim bize kalmış. Bütün izafetlerin ve nisbetlerin
yekunü olan ve kesret dünyamızın kökeni bulunan nefsi LA ederek nefy ve
reddetiğimizde, onu hasım ve adüv yaptığımızda bir yan “inşa” edilmiş, İLLA
ile de diğer yana “izin” verilmiş olur. Gerisi başka hikayedir. İsteyen
dilediği hikayeye itimad edebilir..
-
-
**
-
Aslında hikaye, naklin rivayeti ile
aklın dirayeti arasında kalır. Akıl
hakikati “açıklamak” düşünceyi, nakıl ise hakkı “anlatmak” için dili
kullanır. Dil ve düşünce bize ilim ve irfan verir. Dilin ve düşünce ilim ve
irfan verirken ifade ve ibarelerinde geçmiş ve geleceği kullanarak olguları
teşbih ile “hikaye” etmesinden, gerçekleri mecaz ile “temsil” etmesinden
kurtulamayız. İşarete ederken işin aslını değil “yerin”e geçeni temsil ederiz,
delalet ederken görünün yüzünü değil “yorum”u özünü tefsir ederiz. TEŞHİR’i
Tercüme ve temsil, BEYAN’ı tevil ve tefsir ALİM sıfatımıza yüklenen
sorumluluk. Misal, ne ayn ne da
gayr olan şeydir. Fasr, ne teşrih ne de tasrih olan şeydir. Bu yönden HİKAYE dikkat ve özen isteyen ifade ve
ibaredir. Yukarıda dört T ile işletilen rc-msl-vl-fsr kökleri ortak bir
kavramda birleştirilebilir. Yöntembilim ilkelerine göre tek kavrama tek terim
atanması gerektiğinden bu kavramı hem atayamıyorum ve bu terim şimdi
atamıyorum. (berzah düşünülebilir. Hatta başında ve sonundaki gizem ba ve he
kaldırılırsa ortada R ve Z kalır. Raz ve Zar orta ve ara yerde durur ) Kendi
ana dilimiz (Türkçe) dahil kullandığımız, bilim (matematik) din (Arapça) ve
dünya (İngilizce) dillerinin “Temsil”lerinden (elbet bu arada istiare ve
kinaya, remiz, lügaz gibi daha derin hikaye ve temsiller de dahil) de
kurtulamayız. Şimdilik msl kökünden gelen temsil, timsal, temessül ve imtisal
kelimeleri yukarıda aradığımız ortak değişken (terim) ve değer (kavram)
olarak görünüyor VE… “ALLAH HER MESELİN ÜZERİNDEDİR”
-
-
Bu nedenle bütün beyanlar doğrudan
“Gerçek”e ulaşma konusunda hepsi dolaylı ve ikincil kalırlar. Dillerin
altında düşünce yatar ve onun da “kör” duyulara bağlı tasvir ve tefsirleri ve
“boş” ilkelere dayanan izah ve ircaları da bize başka bir katmandır. O zaman
iş, sabırla bu katmanları teker teker açmak ve hikayeden aslında başka bir
hikaye olan hakikate geçmek gerekiyor. İşte
bu yolda hikayeler ve hayaller bize yardımcı oluyorlar.. Ama bunu yaparken
tercümenin maddesi olan işareti temsil ettirirken ve tefsir ederken TAHRİF’
den çekinmemiz, tevilin unsuru olan delaleti istidlal ederken ve iktiza
ettirirken TADLİL’ den sakınmamız gerekir. Bu hakikatleri HİKAYE ederken irade
dışı yapılan hata ve unutmalar dışında, kasıtlı yapılan yalanlar ve gizlemeler,
kötü niyetle yapılan çarpıtma ve saptırmalar gibi AHLAKSIZLIK, hem gerçekliğe
aykırı ve hem akla karşıdır. İşte bu yüzden geçmiş dinler bozulduğu gibi
Kitabımızda Ehli Kitap ismiyle “bilim adamları”na ve aydınlara ağır sorumluluk
ve yükümlülükler yüklenmiş, büyük azaplar ve şiddetli yaptırımlar
öngörülmüştür. Bu nedenle pek çok insan konuşmaktan kaçınır. Ama bilimi
açıklamak ve öğrenmek ve öğretmek özendirilmiştir. Bunun için yöntembilimsel
anlatımın, sorumluluk yükleyen kesin tanımlardan sakınmak yolunu seçmesi isabet
olmuş gibi görünüyor. Bu aynı zamanda donmuş ve durmuş yargılardan kaçınmak
için elverişli tutumdur. Zaten doğrunun gereği ve gerçeğin doğası bunu
ister.
-
-
Hikaye’den kaçamadığımız gibi Hayal’den
uzaklaşamayız. Gerçeği arayışı bırakmamak ve doğrudan ayrılmamak üzere
tahayyülün, tasavvurun, taakkulun çalıştırılması gerekiyor. Akıl oyunları yada
bilim kurgu, tamamen akıl ve bilimden ayrılmadan yapılan fantezi ve oyunlardır.
Bu kurgu-lama ve kuram-lamalar; konseptlerin geçmiş yada geleceğe götürüldüğü,
tehlikesiz denemelerin yapıldığı, gerçekliğin simule edildiği, varlıkların ve
olayların kopyalandığı ama gerçek hayatta kullanılan, gündelik hayatta işimize
yarayan uygulamaların çıkartıldığı bir alandır. Bunlar sahtedir ama
gerçeklikten asla kopuk değildir. Fizik kavramlar, atalet ilkesi, çekim gücü
yada izafiyet betimlemesi bile idealize edilmiş deneylere ve benzetmelere
dayanırlar. Şimdiye kadar kimse atalet yasasını tanımlayan sürtünmesiz deneyi,
Newton’un çekim ipini yada rölativiteyi kanıtlayan yukarıdan düşün asansörü
görmemiştir ama bu kuramlar, bu deneylerin teşbihi kuramları ve rakamların
temsili kalıbları ortaya konulmaktadır. Bilim adamları birer “kör” imge olan sözlere
ve birer “boş” ilke olan sayılara dayanırlar ve anılan istatistik veya
determine “gaybi” yasalara ve “total” genellemelere inanırlar. Bu umumi
yasaların ardı ardına yıkılması onların bizim oyunlarımız ama ciddi
kurgulamalarımız, yürümek için dayanmaya mecbur olduğumu “üç tekerlek” olduğunu
gösterirler.
-
-
Kısaca günlük, bilimsel, felsefi ve dini
etkinliklerin hepsinde metaforlardan ve hikayelerden yararlanıyoruz.
Hakikatleri hikaye ediyoruz. İmkanları hayal ediyoruz. Onları ifade ve ibare
ediyoruz. Bu şu demektir; hakikatler “gerçekler” demek, gerçeklere
“hakikatler” demek ne gerçekleri ne de hakikatleri değiştirir mi ?
değiştirmez, isimlerin değişmesiyle realite değişmez. Şimdi de şuna gelin,
Türkçe anlatımla “gerçekleri öykünmek” eskimez türkçe anlatımla “hakikatleri
hikaye etmek” değiştirir mi : Değiştirmez. Amma aynı zamanda eriştirmez de.
-
-
Günümüzün bilinen gerçek
algılayıcılarından bilim adamları, Aristoteles’dan beri yer merkezli , güneş
merkezli ve rölativete olmak üzere üç dünya gerçeği ve birbiri içinde üç
hikaye inşa ettiler. Ve bu inşa hala bitmiş değil. Demek değişen gerçeğimiz
gerçek değilmiş… Belki değişen gerçeği gören bizim değişmeyen zihnimiz
gerçek... Belki değişen gerçeklerle birlikte değişen bizim doğrularımız gerçek
değil!... Peki gerçek nedir ? Değişen midir yoksa değişmeyen midir ?
-
-
Gerçek konusunda daha önce bir şema
vermiştim. Gerçekleri hikaye ederken kullandığımız kutbi izafiyetler veya
nisbi itibarlar, Hakikate yaklaşmak için yaptığımız fıtri farzlar yada sun’i
vaz’lar bize tanıma ve bilme bahşedeler. Ama yaklaşık yüklemler ve olası
yargılar ötesinde kesin buyruk ve salt bilgi veremezler. Biz zaman ve mekan
üstündeki “ülke”ye, anlam ve amaç ötesindeki “alana” inanç ve çabamızla
çıkarız. Bu inanç kimimizde disiplinli bir nazari bir eseme ve yargılama ,
kimimizde güçlü bir ameli esinleme ve sezinleme ile olur. Ama “gerçek”e ulaşma
konusunda umudunu yitirmeyen bir çaba şarttır.. O’nu anlama ve O’na adanma,
amaçlama ve O’nu edinme hususunda bir ciddiyet ve metanet lazımdır.. Akıl da
Kalb de O’na açılan binlerce kapılar vardır.. Herkesin nasibine göre bu
kapıların kilidine göre miftah verilir..
-
Şimdi biz size gerçekleri açacak kapı
gösteremedik ki anahtarını verelim. Ama dedik ki herkese nasibine göre verilir.
Bizde size nasibimize düşün örneklerden DYN, DNM VE BLG isimli üç
tanesini ekte sunuyoruz.
-
-
Ama en yetkini nüha ve lüganın beraber
yürümesi, en sağlamı nazar ve niyetin birlikte gitmesidir. Bunun için iman ve
amel birbirini tamamlarsa ihlasla halasın yolu açılacaktır. Vaz’ edene uyarsak
Va’d edilene erişiriz. Ahd ’imizi bozmazsak Akd’imi açarız.
-
-
-
-
-
-
Lehimize yada aleyhimize olan Husumet
ve Haliliyeti seçmek bize kalmış. Dost’una bağlı düşmanına mert her zaman
kazanmış. Kazandığını korumak ve arıttığını kurtarmak herkesin hedefidir. Ama
bu da geçici çıkarlarını ve kalıcı yararlarını ayıracak gerçeklik bilgisine ve
doğruluk tanımasını bağlanmış, bu yol ise sınav ile gizlenmiş ve yarış
tuzaklarıyla bezenmiştir. Bu yüzden “zaman her zaman aleyhimize çalışır.”
Bizde onu, yoksulluğu, hastalığı, yaşlılığı ve ölüm ile, lehimize çevirmek
için çabalarız. İşte unutulmaması gereken ilk şey..
-
-
Burada tamamı düzyazıya çevrilmeyen
yaklaşık 17 şema sunulu. Bu yazıyı yazmak için harcadığım iki aydan fazla
zamanda yaptığım yaklaşık 170 şemayı düz yazıya çevirseydim yaklaşık iki sene
az gelecekti. Zaten düz yazıda ve edebiyatta maharetim yok. İnsanlar yüksek
gerçeklerin böyle düşük müsveddelerde anlatılmasına şaşıyorlar. Sırrı şu, ben
yöntembilimsel şemaların yüksek hızında uçuyor, fakat düz yazının düşük
alanında yürüyorum. Dilim,
düşünceme yetişemiyor. Ana hatlarda dolaşırken
ayrıntıları göz ardı ediyorum. Başka bir yönden de öğrenmenin kolaylığına
yaşıyorum, öğretmenin zorluğuna katlanamıyorum. Tasarımın kanatlarını takıp
çıkıyorum fakat biçimin dikkat ve özen isteyen engebelerini atlıyorum. Neticede
yalnız, kalıyor, kendim söylüyor kendim dinliyorum.
-
-
Ancak bu yazıyla şunu göstermiş olmayı
umabilirim ki analitik düzlemin mantıki kullanılışı mümkündür ve bu düşünceye
yüksek hız verir ama buna rağmen sağlamlık ve düzgünlük zemininden
uzaklaştırmaz. Çünkü kanıtlarını kendinin görmesine ve başkasının
denetlemesine imkanı verir.
-
Yazarken, bir san’atçı gibi, kendimi
anlatmayı düşünmedim. Hikmetini görmek için kendimin içerdiği soyut
“insan”ı kavramaya çalıştım.
|