Metriks filminin konusu klasik “dünyayı kurtarma”
projesidir... Onu konusu aynı filmlerinden ayıran, aynı zamanda
“kendini kurtarma”ya işaret etmesidir. İnsanın bireysel gelişmesini
toplumsal gereksinmesiyle bütünleştirmesidir. Geleceğe
gerçekçi bir ufuk açarak “MAKİNALARIN EĞEMENLİĞİ” gibi bir
tehlikeyle uyarması ve bunun çaresine işaret etmesi de filme
ayrı bir değer katmaktadır.
Başkaları dünyayı ele geçirmekle suçlasa bile,
insanın kendisini bırakıp dünyayı kurtarmaya kalkması, onun
vazgeçemediği bir tutkusudur. Bu tutku altında gizlediği, geçiciye
düşkün küçük çıkarları ve gücü kullanan aşağılık hisleri, kendini
kendisine ele verir. Ama ne yazık ki kurtarıcıya
bağlananlar bunu duyamayacaktır. Zaten , kurtarıcının nefsi bunu çoktan
gözardı edecektir. Yoksa dünyayı istila eden “büyük adamlar”
doğmazdı.
Başarmak, doğal ve dönel bir
süreç; kahraman olmaksa törel ve yasal bir ülkü.. ancak
başarının ve karizmanın ürettiği etki ve yetkiyi aşırarak
genişletmek süretiyle başka özgürlükleri kısıtlamak, ancak gerçek
özgürlüğünü kazanamamış bir kaynağın, “her şeye karışma” arzusu ve
marazi bir durumudur. Keza eğemenliğin
sağlayan gücü taşırarak yükseltmek, köküne
inememiş bir ereğin, saldırganca ilerlemesi, her
şeyi kuşatma ihtirası ve patalojik bir sonucudur.
Başarı; yetenekleri ve olanakları saymazsak
verimliliğinin ve çabukluğun dercesine göre “özgür” ve
“içten” kişiliklerin ürünüdür. Böyle bir kişilikle bağdaşmayan
“ele geçirme” (mülkiyet) arzusu ve “egemen olma” tutkusunun
ortaya çıkması, pozitif değerlerin, negatif değerlerle iç-içeliğiyle
açıklanabilir. Bunun anlamı, özgür ve içten başarı, pozitif arınma (kesb)
tamamlanmadıkça ve salt korunma (vehb) ile sonuçlanmadıkça, marazi
heva ve hastalıklı hırsın her aşamada her makamda ortaya
çıkabilcek demektir.
Bu marazi “malik olma” durumuna ve şu patalojik “hakim
bulunma” sonucuna çeşitli etkenler neden gösterilebilir, fakat hepsinin
kökeninde, kendini bilmemek, ölüm gerçeğini unutmak ve yaşamı
ciddiye almamak yatar. Zaten her tülü bilgisizlik ve
sorumsuzluk sadece zarar ve felaket doğrur. İnsan göz
ardı ettiği ölümle göz göze gelince, dünyanın boş olduğunu
kavraması geçikmiş bir tespittir. Yaşamının sonuyla ansızın
karşılaşanın, dünyanın geçiciliğini anlamasının artık yararı
yoktur.
Üstelik gösterişin ve doymazlığın
beslediği bu aymazlığın, yarış normlarını çiğneyen eğemenlik
tutkusunun tesiri, sadece kişisel zarar ve bireysel sonuçla sınırlı
kalmaz. Milyonlarca kişileri yönetenler ve milyarlarlaca dolarları
döndürenler teknolojinin ve örgütleşmenin kumandasını ellerine
aldıklarında, eğer bu illetli tutkuya yatkınlarsa, her değeri silip
süpürürler. Yayılmaya ve kuşatmaya çalışan geçici gücün,
teknolojiyi aciz bırakan tayfundan farkı, korkaklığın
aczinden yararlanan saldırganlığın uygarlığın kökünü de
kazımasıdır. Körükörüne büyümeye çalışan dünyevi servetin,
kazandıklarımızı silip süpüren selden ayıran,, insanın onur ve
saygınlığını da yıkmasıdır.
Böylece her şeyi tutmaya ve her yerii
yutmaya kalkanın, aç fakat obur (kör) bir mideden farkı yoktur..
filimdeki enerjisiz kalmış makinanların da aç bir insandan
farkı yoktur.. Bu makinalıktan dolayı, “midesine” (hass’ına ve
hiss’ine, ihtirasına ve istibdadına ) karşı koyamanların açların, vicdanı
olmaz. “nefesine” (enesine ve emnine, idrakine ve iradesine)
hakim olamayanların duyguları körelmiştir, insafı bulunmaz.
“nefsini” (nazarını ve niyetini, iktidarını ve ihtiyarını) yönlendiremeyen
nefislerin, başkalarını düşünecek acıması kalmamıştır. Adaletten yoksun
olanların, özgürlüklerini sonsuza dek yitirme bahasına yetkilerini
ve güçlerini kullanarak şu yer küresi denilen “toz”
zerresine, hakim olması, olağandır. Bu nedenle “kötülerin
eğemenliği” geçici bir süre de olsa haksızlığa kahramanca direnmeyen
ve güce karşı medeni cesareti bulunmayanların, aciz ve
korkakların dünyasında pek ala mümkündür.
Dünyayı ele geçiren makinaların eğemenliğinden
kurtulmak istiyen insanların mücadelesi ve bu mücadelenin kurtarıcısının
inşa edilmesi metriksin ana konusu. Bu olası hikayenin olağanüstü yanı ,
kendini bir vefaya feda eden kurtarıcının sevginin
güçüyle dirilmesi ve makina üstü hıza kavuşması yani
sonsuzluğunu ve özgürlüğünü kazanması ve bu suretle dünyanı kurtarma
operasyonun başlaması..
İnanç ve sevgi, bilginin ve gücün
üstünde bir değerdir. Bu bilgi ve gücün (Kuvvet) gerekli olmadığı anlamına
gelmez. Hatta tek başına inanç ve sevgi (Hak) de yeterli değildir. İnsan
inancın ve sevginin heyecan ve zevkine kaptırıp, kendine yeter gördüğü
anda dünyayı bilgiye ve güce yani makinalara kaptırır. Nitekim bugün
batının yöneldiği doğudaki Hak, batının elindeki Kuvvet’le tezahür
imkanında yoksun kılınmaktır. Varlık ve yokluk, süreklilik ve değişme,
yinelenme ve yenilenme birbirini tümleyen süreçler; nesneler ve kimseler,
yaratılış ve buyuruluş, evren (kevn) ve betik (kitap) birbirini
bütünleyen oluşumlardır. Çünkü kaynak olan bilgi ve gücün asli
sahibi, erek olan inanç ve sevginin mutlak maliki olan, Mülk ve
Hamd, kendisinden gelen ve kendisine dönen Zat-ı Vacib-ül
Vucud’undur.
Bu yüzden, “kuvvet”in (kötülüğün)
dünyayı ele geçirilmesi mümkündür ama bu eğemenliğin sürdürülmesi
zordur. Hikmet diyarı olan dünyada ise Hak’kın (iyiliğin)
kuvvet olmadan tezahürü yoktur. Çünkü her ikisini eşleştirmek,
“insanın” sorumluluğu verilmiştir. Hakkın ortaya çıkması için, cesedini ve
ruhunu dengelemek bireyin yükümlülüğlüne bırakılmıştır. Birleştirmek
değişme ve sürekliliğin korunduğu sağlıkli bir süreçtir. Yetkinleşmek ise
biriiğin ve çokluğun birbirine bağlandığı sağlam bir gidiş ve
akıştır. Ama bu insanın eksikliği ve yetersizliği nedeniyle bu denge
yeniden kurulmak üzere bozulur, bu koruma yinelenmek üzere kalkar, bu bağ
birleştirilmek üzere yine kopar. Ne iyiler ne kötüler dünyaya
sonsuza dek eğemen olabilirler. Gündüzün ve gecenin dolanımı
gibi Kemal ve Zeval döngüsü tazelenir. Günde gece ve gündüzün değişmesi ve
karanlığın ve aydınlığın dönüşmesi gibi uygarlıkların başlayıp ve
bitiş dönemlerini göre döneye (tarihe) bir iyiler bir kötüler
damgasını vururlar. Ama döne (tarih) bitip akım (rucu) başladığında, hakkı
ve hakikatı tanıyan iyiler evren ağacının pozitif dalında, hayrı ve hüsnü
çiğneyen kötüler evrenin negatif dalında, kazandıkları yetkinlik
(+/-) çizgisini, sonsuza dek yararlanma çizgisi olarak
sürdüreceklerdir. Zaten dünya dahil güneşin ve evrenin
kozmalojik kanunlarla (çekim ve radyasyon hesaplarıyla) saptanabilen bir
doğal ömrü (ecel-I müsemma) vardır. Ama ecel-I kaza (kıyamet) ile
yazılı bir vakitte dünyanın veya güneşin veya galaksinin ve ya
tüm evren ölebilir.
Ancak önemli olan ne doğumdur ve ne de ölümdür.
Önemli olan, süresi ne kadar olursa olsun bu iki nokta arasındaki
müddette, yararlanma çizgimizi, aktif nicelikte ilerlemelerle
“doldurmak”. pozitif nitelikte gelişmelerle değerlendirmektir.
Yaşantıyı sürdürmek zorlayıcı bir işlev ve gereksinimizi
karşılamak çekici bir görevdir. İnsan için en önemli olansa,
dünyadaki yararlanma çizgisinden ahiretteki yararlanma çizgisini
oluşturmak, bu yetkinleşme grafiğini yükseltmektir. Yoksa altındaki hayat
ve üstündeki şuur arasında bırakılan, içi yüz (batın) ile dış yüz
(zahir) arasında yer alan ve zat-I sadr ile hasıl-ı haml
ortasında bırakılan “ben” denilen “ara-yüz”, sanallığını saltlıkla
karıştırıp bağımsız bir merkez gibi davranarak, gölgeyi gerçek görerek,
dünyayı etrafında döndürmeye yani dünyaya eğemen olmaya kalktığında,
kendini bile kurtaramadan, yanılgıların en kötüsüne ve aldanışların en
kayıplısına uğrayarak hakkettğine kavuşur.
Böylece beynini besleyen nefeslerin (taze glikoz ve
oksijen) sayılı olduğu idrakinden yoksun bir iradenin,
kökenine başkaldırması, yıkılışın başlangıcı olacaktır.
“Ego/Ene/Ben”e verilen yetenek ve yetkiyi, bunlarla ürettiği başarı ve
gücü, bunlarla elde ettiği etki ve iletiyi, bunularla yapılan dönüşüm ve
çevirimi, bunlarla gerçekleştirilen işletim ve işlemi; kötüye kullanlması,
ister geçrek kişide ister tüzel kişilikte olsun, dünyasının kıyamet
hatimesinin mukaddemesidir. İktisat ve adaleti ısraf ve zulumla değiştiren
hakikatın ve hakkın aksine yönelen bir yol seçer. Böylesine savurgan bir
yıkılışın bedeli, dünyada gücünü kaybetmektir. Hak-sız bir oluşumu
hazırlayan başarının ahirette karşılığı, yetkisini yaşamın tadını
(salahını) ve tanıncın sevincini (selahiyetini) sonsuza dek bırakmaktır..
“Salah” ve “sıhah” imkanını kullanmayan acımasız bir gücün, acıklı bir
bitişi.. Mütecaviz bir hürriyetin, ürkütücü akibeti.. Belki
gelecekteki metriks (makina) esareti, böyle gökleri
karartan insanoğluna, uygarlığın bizzat kendisinin
verdiği bir tepkisi olalcaktır..
Bunun içindir ki Kahin, Neo’ya, doğu ve
batının ortak kodu olan “KENDİNİ BİL” komutunu, hatırlatıyor..
özgürlüğe çağırıyor; “men arefe nefsihi fakat arafe rabbuhü” işin
(emr’in) özünü anla, gücünün (kör) tozunu bil ve düşünün (boş) tözünü
tanı.. özerk ol; kurtul ve kurtar. Bunun anlamı, “oku”manın
bütün boyutlarıyla, “kozmik proğaramın” okunabilmesine kadar
kadar sürdürülmesidir..
Şimdi bu karadeliklerde olduğu gibi yutma-yayılma
sürecine benzeyen psiko-sosyal taşma-aşma etkinlikleriyle,
tarihi sürecinin tabiileşmesine böylece tarihle birlikte tabiatın da
yıkılmasına kainatın sahibi müsade etmeyecektir.. yer yüzündeki
doğal hayatta barınan kültürün yüksek bir teknoloji ve ideolojiye
sahip uygarlığa evrilmeden ve bu suretle daha yüce bir yaşama
çevrilmeden, boş yere heba olup silinmesine neden olacak bir
döne (tarih) gelmeyecektir. Her halde tabiattın tarihi çıkaran kudret,
tarihin misyonu tamamlamadan bu izin vermez. Hikmet adına, TABİAT
BOŞLUKTAN NEFRET EDER, der, Aristo. Felsefenin HAK KURAMI dediği
DİN’in Hak dava ve daveti ise er-geç gerçekleşecek, her nesne
layık olduğu cereyana ve her kimse ehil bulunduğu seyerana kavuşacaktır.
Tabiatın anlamı ve tarihin amacı, daha geniş boyutta,
daha bir canlı zeminde ve daha yüksek bir bilinçli ufukta
yücelmeye devam edecektir. Varoluş olasılıklarını, iki ucunda
yansıtan bir Şecere-i Kainatın, her tomurcuğunda bir çicek açacak, o çicek
bir evren doğuracak, o çicekse meyvelerini vermeden yapraklarını
dökmeyecektir. Bu ezeldeki elest meclisinden gelen “kalu bela”
konuşması ebede gidecek.
&
Nüfus İdaresine gidenler orada raflarda dizi dizi üç tür
klasör görürler: DOĞUM dosyaları, EVLİLİK dosyaları ve
ÖLÜM dosyaları. İşte varlığın bütünü ve yaşamın özeti. Doğum ve ölüm,
yaşama gizemli bir giriş ve çıkış sürecidir. Evlilik ise,
eksikliklerini ve yetersizliklerini tensel ve tinsel eşleşmek ve
birleşmekle tümlemenin adıdır. Bu kurumla biri yaşama (hayat ve
cesed) diğeri tanınç (şuur ve akıl) ait iki işlev
gerçekleştirilir: Birincisi; dişil-eril (ünsa-zeker) yapıların
birleşerek “çoçuk” ile çokluk ve çeşitlilik kapısı alanır,
yapım-yıkım sürecini (canlıyı) başlatan birleşmeyle yaşam
“yenil”enir. İkincisi erkek-kadın işlevlerin eşleşerek bağlılık ve
güvenilir yolu açılır, yetersizliklerini “yetkin^” ölçü ve kurallarla
denetleyerek ve düzelterek iradelerini bütünlemenin, özveri ve
bağışla benlerini bize çevirmenin, sevgi ve saygı ekseninde
mutluluk ve kutluluk arayışı “yine”lenir. Bu tensel birlik ve tinsel
birliktelik bize, insanın doğal tarlası ve beşerin gerçek bir
fabrikası olan aile kurumunun neden dini terbiye mazhar ve ahlaki
tecrübeye makes KUTSAL bir müessese olduğunu da gösterir.
Yeni bir doğumla yaşam, başladığında cisim
(donanım) ve zihin (yazılım) bir aradadır, ölümle noktalandığında
ise onun yapı ve işlevi cesed (toprak) ve ruh (tohum) geldiklere
yere dönerler. Bu süreç insanda en yüksek zirveye çıkar. Bizim kendimizi
bu değişme ve sürekliliği içeren proseslerden ayırıyoruz ? Her günkü
“yaşamda, “Ben”imizle sürekliliğini tanırken, bir gün ölümü tadıp,
canımızın yer değiştirmesini, “yokluk” saymak
neden ? Belki bu yaşamı maddeye indirmek, manasız bir yaşamın
sorumluluğundan kaçınmak için!
Yaşamımızın her gününde, günün her anında; doğum ve
ölüm birlikteyken, yaşamı sürdürme olasılığı (%50) ile canımızn
çıkma olanağı (%50) beraberken, ölümü gözardı ederek, doğumun yol
açtığı sorunlardan başkasını görmemek ne kadar reell? Gerçekliğin yarısını
biçerek, “Can”ımız hiç çıkmayacakmış gibi yalancı dünyaya “sonsuz” rengi
vermek ne kadar rasyonel ? Belki bu hakikatsızlık ve akılsızlık,
ahlaksız sunumun gerekçesi olan körlükten ve dinsiz bir
tutumun dayanağı olan boşluktan kaynaklanıyor.
Doğum ve ölüm yatayının (---) ömür ve akıl
dikeyi ( l ) ile oluşturduğu hedef göstergesini (+), her işin, her
sürecin, her işlemin üzerinde görmeden yapılan her atış karavana
olacaktır.
Eğer rabbani bir eğitim dışında isek, nazarı ve niyeti
değiştirmeden ve denetlemeden, manayı ve gayeyi düzenleme ve düzeltmenin
imkanı yoktur. Çünkü idrak ve irade, sağlam mantık ve sağlıklı bir meşit
üzerine kurulur. Hüdai bir yönetime yüz çevirmişsek; İlim ve hükümlerini
tasavvur ve tasdik etmenin temel araçları olan usul ve iman köküne
inmeden, sanılar ve kanılarla doğru bir yol çizmek imkanı yoktur.
Çünkü çevresindeki bilgi kaynaklarını (kitap ve kainat, akıl ve nakil)
birleştirmeyen tasar ve özeğindeki buyruk araçlarını (nefis ve
ruh, akıl ve kalb) dengelemeyen karar; başarılı
bir yürüyüş seçemez.
Ancak görülen şu ki, “değişimin” çözümüne karşı, bütünlük
ve doğruluk “süreci”nde, birlik ve iyilik işlevini ve
görevini “sürekli” gerçekleştirmek gerekir ki bu gerçekten zordur. (ki
bunlar Platon’un en yüksek idealarıdır) İnsan türünün gidişinin ufukta
görününen ucu, dünyayı ya tüketecek yada batırarak
bitirecektir.
Ancak ihtiyarın inisiyatifinin (istencin seçiminin;
irade), istinktin iktidarına (güdünün gücüne; meyil ) müsade
etmemesi de insandan beklenen bir görevdir.
Uygarlığın tekerrüren ve teceddüden deveranının son
kemalinin zevali anında, ulvi cereyanının başlangıcı olan kıyameti
hazırlamak üzere gelecekte, interaktif donanım ve yazılım ile makine ve
insan bileşimi, sağlığını yiterecektir. Mekanik, sibernetik,
otamatik, bionik ve “biolojik” makinelerın yani yarı insanlanşan
makineların veya tamamen makinelaşan insanların kör ve yıkıcı
gücünün, geçici bir eğemenliği, bir yazgı olsada, olmasada;
geleceğin daha iyi olmasına uğraşmak aklın bir gereği ve işimizin
daha güzel sonlanmasına çalışmak naklin bir buyuğudur.
Yaşamın oldukça üst seviyesine tadmakta olan
bizler için, ölüm olgusu, değişim ve süreklilik sürecini çözen yada
bozan noktadır. Şuurun zirvesine yönelen bizler için, varlık ve yokluk
gerçeği çokluk ve birlik konusunu bitiren yada
başlatan bir uçtur. Kaltığımız gizemi ve döneceğimiz yeri belirleyen bu
seçimden, bu karardan emin olmamız gerekmektedir. Atalet hastlağın
sıyrılmadan ve batalet sakatlığından kurtulmadan bize huzur yoktur. Bazan
“Ne etrafa verdi rahat, ne kendi buldu huzur, dayansız ehli kubur”
denilen kötülerin ölümü, etrafın sorununu bitirip kendi
sorununu başlattığı gibi bazande tersine yeri doldurulamayan bir
amirin yada alimin ölümü, kendisinin sorunlarını bitirirsede
etrafına sorunlar başlatır.
Demek, dünyayı kurtarma yada dünyayı ele
geçirme, toplu ve büyük bir ölümler içeren olan
felaketi, afeti ve helaketi önlemenin yada başlatmanın
nedeni olmuyor mu ? Demek ki metriks gibi, gelecekteki yaşama öykünen her
filimin yada yaşayanlar için bir filme dönüşmüş geçmiş
yaşamın, doğrudan yada dolaylı her konusunun ana teması,
ölümdür.
O halde varlığı bütünüyle görerek; yaşamı
ciddiyetle çözümlemek, hangi gezeğene sıçrasak, hangi
galaksiye göçsekte beraberimizde götüreceğimiz “ölüm”e, ister
bireysel ister türsel olsun, geçici yada köklü olarak, maddi veya
manevi bir tarzda, çare aramalıyız. Güneşin gerçek ve görünür
hareketi arasındaki farkı anlamak insanlığın ikibin yılına mal oldu.
Hayatın ölüme mi doğuma mı aktığını anlamak daha da uzun sürse bu yönün
araştırılmaya devam edileceği muhakkakdır. Bu doğal
metriksin “boş benin düş dünyası” nda beklemeye tahammül edemeyenler
için kısayol !… Önceden getirdiği önsel aklı ve sonradan
edindiği sonsal ilmi birleştirip kitaba hiçlikle girmek ve heplik ve
yetkinlikle çıkmaktır.
|