MATRIX ÜZERİNE
 
 

Savunma Çareleri 

 

Bu sorundan “sorundan kaçma” çarelerini şöyle özetleyebiliriz:

HAYATA ÜLFET:Ölümü unutma yada görmeme (sorunu kaldırma)
ÖLÜMDEN GAFLET:Ölümü başkasının ölümü görme (sorunu yansıtma)
------------------------------------------------
MANAYA GABAVET:“Ölüm anında beden ve ruh yoksa acı ve ayrılıkta  yoktur.” Olasılığın gölgesinde dünyanın sürekliliğine  sarılma. Allah’ı inkar. ATEİZM
------------------------------------------------
MADDEYE ÜNSÜYET:Ölenlrin yeniden doğması. Dünyanın geçiciliği ile ahiretin kalıcılığı  arası sürerliliği savunma. Ahiretin İnkarı.  REENKARNOSYON

 Bu  açık ölümden ve sorundan kaçma çarelerden başka bazı kapalı kaçma çözümleri vardır. Bunların en geneli  doğal ve toplumsal yaşamın süreklilik sürecinden yararlanmadır. Yani ölümü sorununun beynimizi delen burgusunu, teorik kurgulara dönüştürerek işlemek   ve pratik kılgılarla özdeşleştirerek işletmektir. Başka bir ifadeyle,  çevresel ilgiler, toplumsal ilişkiler, kişisel hayatın koşulları (oyun, eğelence, çalışma, yarışma)  ve sosyal yaşamın araçlarını (servet, şöhret, makam ve mevkileri);  salt amaçlar haline getirerek, sürekli meşguliyetle, otokritikten uzaklaşarak, kendini denetlemeyi erteliyerek, tüm gerçeği ve salt  doğruyu arama çabasını geçiktirerek, karşılıksız iyiliği  ve eşsiz güzeli geliştirme amacını bırakarak, samimi marifet ve muhabbetten kaçıp  ve ciddi kıymet ve hayretten  yani  sabit ve daim bir ibadetten uzaklaşarak, insanın iki yanını kötüye kullanmak suretiyle,  iki yüzlü ve iki yönlü  açık ve gizli bir nifak ve şikakla, yaşama  kuşkuyla örülü ve ölüme karanlıkla örtülü bir  çizgi tutturmaktır. Bunlar sorunun çözümünden kaçan savunma  çarelerinin  arka planını teşkil ederler.  Aslında betimlenen bu  çizgiler, yoldaşlarınca doğru olduğuna inanılan ve kurtuluşu arayan bir “din”dir.  Çünkü bunlarda çözüm adına tutulan  bir yol, bir “varoluşta” bir gidiş ve bir “zamanda”  yürüyüştür. Ama “meddi” fazda “merkez” den kaçma yönünde..

 Fakat sorunu çözme adına, sorunda kaçma değil de “soruna koşma” tarafına yöneldiğimizde durum değişecektir. Böyle bir halde  dikey alıp yatay vererek  ikame-i salat ve ita-i zekat  ile  ile “amedi” fazda, salah ve sıhahı kazanarak yakini ve kurb ile  “merkez”e yaklaşırız. Ama nasıl ?  çalışıp bilgisizlik karanlığını delerek, deneyip yeni şeyler öğrenerek.  Özgür ve etkin bir yaşamda, önce alıştıklarımızı terkeder  biraz  acı çekeriz, keyflerimizi bırakır azıcık zorlanırız;  gerçekliğin çölünden geçeriz, araştırmanın dağına tırmanırız, önyargıyı bırakmanın uçurumuna düşeriz, saplantının bataklığında depeleniriz, yalnız kalmanın zemininde sürünürüz. Ama sonunda baki ruhu fani cesedden ayırma bize kolay gelir ve yaratanın tanımakla buyruklarına uyma sevimli olur. 

İşte bu soruna koşma yolu,  şu  sorundan kaçma gibi kolay bir yol değildir. Sorundan kaçma,  insana yüklenen (AYNİYET VE HÜRRİYET)  ilk dört boyutun (zaman ve mekan kadrosu) içinde dolaşmaktan ibaret iken, soruna koşma, beşinci boyut olan aklın ve şuurun üst altıncı boyut olan  ve insandan beklenen (FAİL-İ MUHTAR OLMA) “iman” boyutuna geçmektir. Fakat Yaratan ve yaratılan ARASINDA gerçekleştirilen  bir sözleşmeye uyum ile,  iman ile,  imkandan vucuba geçtikten sonra zorluklar kolaylığa dönüşür. Artık ölüm SORUNU, yokluk sorununun ÇÖZÜMÜNÜN  en büyük aracı haline gelir. 
Derdin, devanın kendisi olur. 

Fakat Hakka yönelme ve hakikata bağlanma süreci yani  zaman ve mekan kadrosunu  şuurda toplayan aklın, vucuba koşması, imana sıçraması elbette kolay değildir. Aslında ölüm sorunundan kaçma, hayatın sorumluluğundan kaçmadır bir bakıma. İktisat ve adaleti   gerçekleştirmede zorlanma, ölçüye ve kurula uyamama bu sonucu doğrur. İnsanın nefsinin serbestiyeti ve istiklaliyeti istemesi, insanın egosunun riyaya ve hevaya  kibre ve  gurura v.s. düşkünlüğü  yansız ve nesnel düşünmesini engeller. Rasyonel ve real olamaz. Objektif düşünemez ve aktif davranamaz. İçten ve özgür bir etkin kimse olamayıncada, imgesel kör tad ve sanal boş yad ile oluşturduğu yalancı düşünü ve aldatıcı ülküsünü,  ölüm onu bozuncaya kadar, sürdürebilir. 

Çare adına unutmak ve uyumak idrakin müthiş bir karanlığı..  çözüm adına kanmak ve aldanmak aklın büyük bir hendikapı.. yaşama uyum için ölümü yoksaymak ve hayatın bitiminin şuurunun altına atmak,  iradenin dehşetli bir zaafı.. 

İsyan ve dalaletin yol açtığı terk  kadar olmasada,  nisyan ve gaflet ile  tehir (erteliyerek ve geçiktirerek geri bıraktırma) bazan çok büyük bir zararı doğuran insanın önemli bir yanlış ve yanılgısıdır. Bu  tehlikeli felaketi, hasarlı bir ataleti sözlerle ifade edebilmek mümkün değil.. ancak ateş düştüğü yeri yakar diyebiliriz başımıza gelmediği sürece..  “Din nasihattır, din nasihattır, din nasihattır” dünyanın ve şeytanın işine gelmesede..  nefsin ve enemizin hoşuna gitmeside.. “Din bildiri ve duyurudur, din uyarıdır ve muştudur, din öğüttür ve yolgösteridir”  gerçeğine yönelip kendimizi terbiye ve başkasına idare adına  gerektiği kadar biçim ve yettiği kadar içerikle yerinde bir temsil ve tebliğ yapmak zorundayız.. 

Çıkar alışını ve yarar verişini dengeliyerek mutluluğu ve kutluluğu birlikte kazanmanın, ölüme çare bulmaktan başka bir yolu yoktur.. korkuyu, kuşkuyu, kararsızlığı ve kaygıyı yenmenin tek yolu da , ölümü öldürmektir. Ölümü öldürmek iki şekilde olur. Birisi; olgu olarak onu “sonsuz”a giden yolda kaldırmaktır; biriside, “an-da” kurgu olarak  onu anlamaktır. Kurgu olarak ölümü anlamak ta ta iki tarzda olur. Birincisi; “sanal olarak”  ölümü unutarak, onu yoksayarak, “an-da” “geçici” dış dünyanın çekimini ve  güçlü iç dünyanın çelimini, artırmaktır;  İkincisi, ölüm “gerçeğini” anımsayarak, indirilen kitabın çağrısı ve gönderilen elçinin uyarısıyla uyumunu sağlamaktır.  İşte kendisini kurtarmanın ve başkasını kazanmanın “kalıcı” yolu,  “an-da ki  son-suz”luğu yakalamaktır! Bu durumda sonsuz yolunun ölünde duran ölüm gerçeğine insanını uyumu daha rahat olur  ve onunla karşılaşması daha kolay olur. 
 

Ölümü anlamak ve anlamlandırmanın ilk koşulu onu gerçekliğini görmek ve ölümü ve yaşamı bir bütün olarak değerlendirmektir. İnsanı  ve evreni amaçlandırmak ta bu anlama ve yorumlamaya bağlıdır.  Ölümü unutmak ve sadece yaşamı düşünmek bizi, anlamlandırma ve amaçlandırma doğru yaklaşımdan uzaklaştıracaktır. Bunu yapanlar hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya ama yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışabilirler.. bu da aklın yaklaşımını ,  idrak  kemişleştiren  türlü türlü sanı ve kanılardan sıyırabilmek, kalbin yönelimini   iradeyi taşlaştıran an çeşit çeşit alışkanlık ve alışkınlıklardan kurtarmaktır. Özgürleşmektir. 

Duran bilimsel düşünceyi ilerletmek, donan hukuksal duyarlığımıza canlılık kazandırmak.. kısaca ölçüye ve  (en birinci ölçü olan İKTİSATA ve zorunluluklarına ) “uymak” ve kurala (en temel kural olan ADALETE ve gereklerine) “başeğmek”  aklı özgürleştirmektir. Bunlara aykırı davranarak başkalarının “HAKSIZ”ca canına, malına, namusuna ve onuruna saldırmak ise, bilimin ve hukukun dışana çıkmanın adı ise başıboş bozgunculuktur, özgürlük değil.

Şimdi ki ekonomik ve politik kavgalar, kendi özgürlüğü uğruna başkasını öldürmeler, özgürlüğün amaç (en güçlü  motivasyon ve en birinci hedef) haline getirilmesinden doğmaktadır.  Gelecekte uygyarlık müşterek akıl ve ortak vicdanın ifadesi olan bilgi toplumu ve hukuk devletini gerçekleştirdiğinde “HAK”  kuramı ve kurumu;  dil, din, ekmek ve özgürlük değerlerini genelleştirerek barışı sağladığında ise, özgürlük değeri, dil, din ve ekmek değerleri  gibi  bir araç-değer  haline dönüşecektir. 

İşte ölüm sorununu çözme dahi, aklın özgürlüğünü kazanılmasında, geçilmesi sorunlu  bir köprü ve onun kullanılması zorunlu temel  bir araç olarak karşımızda durmaktadır. Ölüm ise sonsuzluğa ulaşmada geçilmesi zorunlu bir kapı ve onun kazanılmasında yararlı bir araç olarak durmaktadır.  Çünkü varlığa ve kalıcılığa giden yol ölümle perdeli yokluktan ve  özgürlükle örtülü geçicilikten geçer.. Demek hak ve  özgürlükler gerçek değil koşullu çıkarlar ve görecel özerkliklerdir. Bu nedenle dünya yaşamındaki hak ve özgürlükler   eğemenliğin gücü , gücün yetkisi, yetkinin etkisi ve etkinin süresi kadar bir yetenek ve olasılıktır. Bu nedenle “aklı özgürleştirmeden” özgür olmak,  değil özgür olduğunu “sanmaktır”.. aynen kendini “varsaymak” gibi.. Mantığın yanılgısı, benin yansısı  ve dilin tuzağıdır. Demek geçiçi olmayan gerçek özgürlüğü gerçekleştirmek oldukça zordur.

Ama özgürlük, gerçekleştirilmesi  zorda olsa, insan için olmazsa olmaz bir gereklilik ve ulaşılacak  bir erektir. Bunun için insan onu geçici de olsa “özgürlük” bir “amaç” yapabilir. Bu hedefi yakalamak güç olmasına çok güç fakat ele geçmesi imkansız bir erk  değildir..  Bilinci (idraki)  geniş  ve derin   yapan,  istenci  (iradeyi) mübarek ve kudretli kılan ve özü (zatı)  gür ve bol  “kuran”  öz-gür-lüğ’ün  kazanılması hele elde tutulması,    zor olmasına pek zordur bir iştir amma,  muhal  bir istek  ve mumteni bir düşünce   olamaz.  Metrik kurgusunda erek yapılan ÖZGÜRLÜĞE, Mölfis ve Neo öncülüğünün  ve önderliğinin işbirliği ve dayanışması  ile, Triniti sevgisine ve Kahin şefkatine layık olan, idrak ve iradenin  işbölümü ve yardımlaşmasıyla  ulaşılmıştır. 

Aynı ruhu, bir hedefe yönelen ekipte, bir başarıya kilitlenen gurupta da görebiliriz.. Ancak aklı ve gerçeği kullanan   bu hedef, yıkılacak zulum üzerine değil, iradeyi ve cesareti seçen  başarı kalıcı bir adalet üzerine olmalı..   yoksa akıl özgür olamaz. Kendisinin esiri bulunur, enesinin kölesi olur. Liderliğini ve eğemenliğini  geçici olanakları ve süreli yetenekleri köksüz hevasına için  kullanan önderler kendilerini zümrelerini uçurumun kenarına kadar getirirler. Dişi ve tırnağıyla kazandığı becerileri ve aldığı yetkileri küçük küçük çıkarlar ve alçak aşağı duygular uğruna  harcarlar.  Belki bize hikaye gibi gelecek bu betimle, yaşadığımız gerçeklikten başka bir şey değildir. Tedricen, yavaş yavaş alışarak (ülfet) tadlı ve bırakılmaz yaptığımız bu tutum ve itiyaden, yaşaya yaşaya benimseyerek (ünsüyet) hoş ve sevimli kıldığımız bu tarz, vazgeçemiyeceğimiz hak ve hürriyetler haline gelebilirler. Onlara yönelen eliştiri ve tehditleri  özgürlüğümüze bir tehdid ve tecavüz olarak görebiliriz. Hatta  bütün birikimlerini doğum-ölüm çizgisi arasında yitirerek, elde etse bile yeterliliği ve  yetkinliği boşluğa döken  başkanlar ve ekipler ne ilginçtir ki doğru yolda oldukların, toplumları düzeltmekle yetkili  ve insanlığı kurtarmakla görevli olduklarını ileri sürebilirler. Oysa “akıllarını özgürleştirdiklerinde” murullarının ve örgütlerinin sonlarını ve kazanaçlarını değerlendirmek kuramlarının ve kurumlarının  sonucunu ve sorumluluğunu gerçekçi ve kalıcı yaptıklarında, diğer bireyler ve uluslarla birlikte, evrensel “iktisat ve adalet” yasasına uyum sağlıyarak mutluluk ve kutluluklarını baki kılabilirler. 

  Kişilerin  ekmeğini bulabildiği ve bireylerin özgürlüğüne erişebiliği, ulusların dilini konuşabildiği  ve toplulukların  dinini  yaşayabildiği küresel “barış” doğabilir. Ama bu hukuk devletini ve bilgi toplumunu  kendi bölgesinde sağlayacağını sanan lokal ülkeler, bu barışın tek güvencesi olan Yaradana Teslimiyetin ifadesi olan  “Hukuk ve Adaleti”  kağıt üzerinde paravana yaparlarsa, güçlerini, eninde sonunda yıkılaclak  uluslararası kötülüğe angaje etmekten ve geleceklerini dünayının yakılışıyla birlikte yanacak küresel kötümserliğe alet olmaktan başka bir yapmazlar. Uyuşuk çıkarcıların,  bilgisiz korkakların, bencil benliklerin  sonu budur.. 

Yerçekiminden daha güçlü çıkarın çekimine ve çelimine karşı irademizin başkaldırına çağırıyorum. 

Daha çok çalışmalı, daha çok öğrenmeli, daha çok düşünmeli ve daha çok sorun ve sorun çözmeliyiz.

 Atomdan daha parçalanamaz olan önyargının donukluğunu ve durgunluğuna karşı idrakimizin canlılğını ve  hareketini diliyorum. 

Kendimizi yeniden inşa etmeli, yeni bir motivasyon ve amaçla , yeni bir emasyon ve heyecanla entellektüel becerilerimizi artırmalı sensual bağımlılıklarımızı  arıtmalıyız.

Mahpusluğun  ve/ya  kurtuluşun,   ölümle ve/ya özgürlükle  başladığını ve/ya bittiğini anlamak için Platonla başlayan diyakeltiğin Hegel ve/ya Marksla nasıl ters ve/ya düz kurulduğuna bakabiliriz. Eğer dil tuzaklarının kurduğu ağlardan  ve us yarıklarındaki uçurumlardan yolculuğumuzu selametle bitirmişsek görürüz ki  Özdeşlik bu bilinmezi ve görünmezi perdeleyen bir örtüdür. 

 “Fi amed-in-Mümeddede” sırrıyla kalbimizi örten bu  alışkanlık, alışkınlık sanı ve kanılarda dolu tanı-ızgarasını göremiyorsak yerküresi  giydiridiğmiz enlem-boylam iskeletine bakalım; makinelaşan dünyamızın bizi hapsettiğinin farkedebiliriz. Özgürlüğü istiyorsak, bu özdeşliğin yolaçtığı tutku ve tutsaklıktan kurtulmalıyız. 

Kaderin Makinalaştırması  olan metriskten kaçmalı;  hırsdan kanaata, hased yerine  muaveneti seçmeli , kibirden  tevazuya geçmeli ve ücretten ziyade  hizmete koşmalıyız.. Yani  mizan sırrını ve nizam kodunu bulurak, muvazeteyndeki felak ve nas terimlerinin ardındaki  nar (ateş) ve nâ (biz)  özünü kavramalıyız. Nefsin   cisim donanımı denetleyip, vicdanı  (ahlakımızı) sağlıklaştırmalıyız.  Enenin zihin yazılımını düzeltip, nühayı   (akidemizi) sağlamlaştırmalıyız.  Böylece,  önce, kendini;   düğümün üflemesinden sıyrılan ve vesvasın üfürmesinden  kurtaran kimse,   ölümde gizli ölümsüzlüğü gören ve gösteren, aklını özgürleştirmiş  bir kurtarıcı olabilir. 

Ölüm ise kendine ne kendisine koşulabilecek erek ne kendisinden kaçılabilcek bir kaynaktır. Ama zaman her zaman aleyhimize işliyerek bizi oraya çeker, kadının ve erkeğin birbirini çektiği gibi cesedde mezara girer. Ama sonucunda cisimlerde “arta kalan” zihinden zihniyetler, hüviyetten şahsiyetler, vaziyetten  ferdiyetler, hasıliyetten haysiyetler,  özdeşlikten özgürlük, ölümden ölümsüzlük çıkararak, özel ve özgü  doğal yazgıları ve özerk  ve özgün dönel ve yargıları,  çizer ve  renklendirirler. 

Bu,  yaşam sırrında;  yenilenen koşullar ve ortamlar, tanınç gizeminde;   yinelenen kurallar ve ölçüler doğal ve dönel donanım ve yazılımlardır. Bunların çağrısını kavramak ve yaşam  sınavını geçmek için,  cinselliğin çekiminın  saldırgan tutkusundan kaçınmalıyız. Tutkunun çeliminin savurgan tutsaklığından sıyrılmalıyız.  Tensel mutluluk  ve tinsel kutluluk uğruna  yapılan bu anlamlı hayatın amacı olan;  varlığı birlikle bütünlemek ve  iyiliği hoşnudlukla tümlemek yolunu içtenlikle ve gerçeklikle sürdürmeliyiz.   Ben’mizi  kazanmanın ve can’ımızı ve cananımızı   kurtarmanın, yedi cihanda bir Tan’eme erişmektten ve ulaşmaktan   başka bir yolu yoktur. Bu bireysel çözümdür. 

Küresel çözüme zemin  olacak  ortak akıl ve müşterek vicdan olan  hukuk ve bilim ise özgürlük ve iletişimin arttığı kadar gerçekleşecektir.  Kudus sırrında ve Mir’aç seyrinde perdeli;  İskenderiye ve İstanbul  bağlamında gizli , Mekke ve Medine ekseninde  açık  doğanın bu döne  çizgisini her halde tarihçiler daha iyi biliyor olmalı.. Bu da küresel çözümdür. 

Yaşantımızı ve üretim araçlarımızı, davranışımızı ve tüketim amaçlarımızı, görüşlerimizi ve eğitim ilkelerimizi ve nihayet  tutumlarımızı ve yönetim ülkülerimizi, düşe götürmelerimizi  ve dile getirmelerimizi  içtenlikle ve sürekli sorgulayıp düzelterek,  okuduklarımızı ve yazdıklarımızı doğrulukla ve güvenilikrlikle denetliyerek,  daha doğruyu, daha gerçeği, daha güzeli daha iyiyi bulma yolunda ilerlemek bireysel ve toplumsal çözümün kurgusal ifadesidir. 

Birbirimizin kimliğine ve kişililğine  saygı göstererek, birbirimizin önderine, öncüsüne, öğretmenine ve örneğine dil uzatmadan, diline ve şivesine, dinine ve mezhebine karışmadan, ekmeğine ve onuruna hürmet ederek,  iletişim ve özgürlüğümüzü artırarak içten tartışmalı ve yapıcı eleştirmeliyiz.   Bu sayede taze verileri ve yeni bilgileri paylaştıkça, beceri ve  başarımızı kıskanmadıkça, bu dünyada, güvenli  adımlarla bireysel  gelişme ve türsel evrimimizi sürdürerek, daha çok üretken, daha çok özgür, daha çok onurlu, daha çok mutlu olacağız. Bu da büyük adamlardan daha çok büyük insanlara yönelmekle gerçekleşir. Her iki tür de bize lazım ama büyük insanlara vereceğimiz önem ve değer, büyük adamları daha başarılı ve yararlı kılacaktır. Yücelttiğimiz hak, kuvvetimizi de yükseltir. 

  Eğer savurganlığımızı engellediğimiz ve saldırganlığımızı durdurduğumuz gibi,  içten bir şekilde, küfür ve şirkten arınabilirsek, kesret ve ebterden uzaklaşabilirsek, böylece;  üretmimizi anlamlı, özgürlüğümüzü amaçlı, onurumuzu sürekli ve mutluluğumuzu kalıcı kılabilirsek,  öte dünyada bu yetkinlik sürecimizi yararlanma düzleme yaparak yetkinlik yolunda ilerleyeceğiz. Bu yolda Samadani Kudret’ten bir Bağış’a ve İlahi Rahmette bir Veriş’e  mazhar olursak, “birlik” sırrıyla  arıttığımız “yetkinlik”imiz kurtulacak, “varlık” seyriyle kazandığımız “iyilik”imiz korunacaktır. 

Çünkü mimin içindeki nun sırrı gerçekleşecektir.  Nar (YANICI bir numaralı hidrojen; yokluğun can ateşi) ve na (YAKICI sekiz numaralı oksijen; varlık ben bizi) ile bir araya gelirse su olarak söner ve söndürür. Su sırrı .. ve.. uS seyri. Su, gaz ve katı arasında yapı ve yakı taşımızı taşıyan sıvının sırrı. Us yani orta anlamda,  müstakim akıllar ve selim kalbler ile  sıhhatli  nefislerin ve salih ruhların  beynindeki nüha (vicdan)  ve  lüga (lisan). Böylece   iktisadı yaratan işlerimiz kutsanacak,  adalet uğruna atanan hayatımız kutlanacak, bir amaçla, ısraf ve zulumdan arınmış bir yaşamla,  adanan “sonsuz” mutluluğa, özgürlükle birlikte,  İnşaallah,  hoşnud olarak ve olunurak,  kavuşacağız. 

Filimde bu hoşnudluk, “Sen ölemezsin..  çünkü seni seviyorum.” SIRRINI diyen Bizin, yani seçen-istenç/irade (NUR:Triniti-Tanrı) nin yaratıcı nefesi ile dirilen bölen-bilinç/idrak (NAR:Neo-Ölüm) yani Ben, “Geleceği bilmiyorum. Nasıl biteceğini değil nasıl başlıyacağını söylemek için geldim.” SEYRİNİ  muştulamış, çağdaş iletişim  diliyle yani sinema ile  ses-len-dirilmiş. Burada daki çağırı Müslümanların eliyle değil çağa eğemen batı uygarlığıyla olmuştur. (Burada simgesel ifade edilen soyut ve içkin  benin özel kişi  ve öznel kimselerle bir  ilişkisi yoktur. Koca Yunus, “Bana bende demen, bende değilim, bir ben var bende, benden içeri” ile ifade ediyor) 

Bu ses, 
geleceğe açık ve özüne dönük  ikincil sadık- özgürlüğün;
sözü ve özü anlamış verilmiş hamil-özdeşliğin; 
doğa ile tanışık döne ile barışık emin-özerkliğin; 
közü kutlu ve tozu mutlu ölümsüzlüğün;
çağrısıdır.

Bu çağrı, inanç ve sevginin hak ve dua   kanadını buyruk ve bilginin kuvvet ve hamd   kanadıyla birlikte çırpan ak güvercinlerin ve muhabbet fedailerinin barış uçuşudur. Yazgı yuvasında çıkan ve ayrılan yargısal nesne-güvercinleri (dalgacıklar)  yada vergi  merkezi dönen ve akan  kümelenmiş kurgusal kimse-noktaları (parçaçıkları),  rengarenk yıldızların ve çiceklerin ışığının ahenginde best  ve avaz avaz bağıran gezegenlerin ve atomların sesinin ritminde mest olmuş bir evren modeli ne kadar şirindir. Yoksa görünen boş karanlık boşluğun  ve kör ateşinin doluluğun ne anlamı olur du? 

BEYAN’da biçim, arayüzün  görünen yan, içerik gizlenen yönüdür. AYAN’da savaşan askerlik, barışan sivilliktir. CEMİYET’de sınav kamusal yaşam, yarış kişisel tanınçtır. MÜLK’de gün dışarda dönem akım, yol içerde yönelen komuttur. Birinciler kevni şerait (koşullar), ikinciler kitabi şeraittir (kurallar). 

Tam akımda (kitap ve kevnin tümleşik devresi) kamil  komutu (aklın ve naklin birleşik tümcesini) bulunduran donam-yazılım İÇERİĞİ, , kullanıcı -makina düzleminde  cereyan eden BİÇİMLE bir araya geldiğinde, (ideo-teknik  bir bilgi yarışı  içinde oto-net bir sınav barışını bulunduran ve tabii ve tarihi süreçlere dayanan ağırlıklı küresel uygarlık,   ağırlıksız evrensel uyumkarlık açılacak ve yerin-göğün görünmez askerleri (melek ve ruhaniler) , görünen sivillerin (cin ve ins)  karşısında selam duracaktır. 

Saygılarımla.

Osmanziya    ---- >

 

GİRİŞ