Akıl gerçekliği ve doğruluğu arar. Gerçeklik nedir
? Aklın ona yaklaştıkta, onun özgürlüğünü artıran erektir.
Gerçekliklerin (hakikatlerin) özü neliklerdir (mahiyetlerdir).
Yokluk (adem) dan çıkan yoksunluk (mahrumiyet), yoksulluk (fakr) ve
güçsüzlük (acz)’in toplam ifadesi olan naks (EKSİKLİK) ve
Şerrin kökü olan tehirin (geçiktirmenin) ve terkin
(bırakmanın) toplamından ibaret kasr (YETERSİZLİK)
insanın mahiyetidir (NELİK) . (“Zaruret” halini de yoksulluk olarak
karşılarız. Fakat mahiyet olarak değilde bir gerçek ve içerik olan
bildiğimiz bu “yoksulluk” fakr değildir. izafidir. Örneğin ben
Sabancıya göre yoksulum, ama o da Bil Gates’e göre o da yoksuldur. Bil
Gates’e Sabancı gibi “zaman” yoksuludur, serveti, şöhreti ve ömrü,
doğum-ölüm giriş çıkışlarında kaybolur. Bu “zaruret” (yoksulluk) Buda’nın
sarayının kapısında bir fakir, bir hasta ve bir ihtiyar’da gördüğü
insanın mahiyetinden başkadır. Bu içerikli yoksulluğa bu gün
“parasızlık” adı da verebiliriz. Çünkü ekonomik olarak ölçülebilir bir
nicelik olarak zengin-yoksulluğu tanımlamamıza yarar.) Bu
nelikler, “karşıtlar”ını hem varlık olarak doğururlar, hem değer
olarak tattırırlar hem de bilgi olarak tanıtırlar.. Gerekirlik,
gereklilik, gereksinim ve gerilim kavramları aracılığı ile varlık,
varsınlık, varsıllık ve yetkinlik kavramlarına ulaşmamız Y-G-V
harfleriyle yaptığımız edebi bir fantezmi mi yoksa bir GERÇEK’liğin
anlaşılmasına çaba mı ? Yoksa, gaib bir gabinin, garat edilen garizin,
gasık bir gururun ve galib bir garazın oyunlarımıdır ? Hayır kendimi
ve kendimizi GAFLET’ten GUFRAN’a bir davettir. Gaflet, şehvetine ve
servetine düşkün Satvetin, şöhret ve şiddetine meftun bir Şatafatın
şeytaneti değil midir ? Sorunlarla dolu bir iradenin ve
sorularla dolmuş bir idrakin patlama noktasına gelmiş kaynamasının
fokurtuları her halde cehennemin ateşinden aşağı değildir ? Ve ondan
haber verir.
Türlü türlü tasalar ve binbir türlü özlemler
, meşieti (dilemeyi) alev alev yakın bir yangın yeri
değil midir : Kötülükten kötü olan kötümserliğe götüren korkular ve
iyilikten iyi olan iyimserliğe yönelten sevgilerin kaynağı olan
kaygılar, mantığını burgu burgu delen karanlık bir matkap değil
midir ? Yaşamın ortaya çıkardığı gereksinimler, gereksinimlerin yol
açtığı sorunlar, sorunların doğurduğu zorluklar, zorlukların yönelttiği
erekler, ereklerin duyurduğu kaygıların kazıkları ve sıkıntıların
çivileri, gerçekliğin uzantı ve belirtileridir. Tutkular ve
özlemler içimizde yanan alevler ve yakan közlerdirler ki bize
gerçeklerden haber verirler. Dışımızdaki tasalar ve kaygılar içimizdeki
tutkular ve özlemler bizi hiç bir zaman rahat bırakmazlar. Bazıları
kurtulaşa (nirvanaya) ermek için gerçeğin bu varlık tarafındaki
belirtileri törpülememizin hatta yok etmemizin gerektiğini ileri sürerler.
Korkuları ve kuşkuları dindirmenin bir yolu da tutkuları ve tasaları
bitirme olduğunu söylemek ne derece “gerçek”tir, ne kadar “özgürlüktür”
bilemem ama irademizdeki bu kıvılcımın yanıklarının
acısını ve idrakimizde bu çivinin deliklerinin ızdırabına duymamak
için her halde kullanılan genelgeçer yol, bu loş ve gölgeli konuları
bilgelerin ve düşünürlerin hoş oyunları görerek boş vermektir. Ama
“gerçeklik” insanı rahat bırakmaz, insan onu aramazsa ve etkin bir gayret
göstererek peşine düşmezse, edilgin bir tembellikle onu aramadan
gerçekleri gözüne ve kulağını gelen görüntüler ve iletilerden ibaret
sanırsa bir gün karşısına olanca acı “gerçekliği” ile karşısına
çıkar.
İşte bunun içindir ki “ben sana gerçekliği
ama sadece gerçekliği vadediyorum” demişti bilge zenci.. Acı kırmızı hapı,
tehlikeli ve korkulu bilinmez ve gizemler yolu olan bir kapı
yada tatlı mavi hapı, çekici ve çelici hülyalar ve fantezilerle dolu
bir yapı kılan nedir ? Yanıtı o kadar basit değil: insanın gelen
kazançlar ve giden kayıp konusundaki tutumu, gerçeklerin
zorluğu ve görünürün kolaylığı hususundaki yaklaşımı ve erişilen
amaçların ve sağlananan sonuçların kalıcılığı ve geçiciliği
hakkındaki yönelimidir. Ama kestirme bir cevap isterseniz, doğru
olan yol, gerçekliğin seçimidir derim Neo, ilk seçiminde
gökdelenin damına çıkaracak platformu çıkma ile gelen ajanların tutsağı
olma seçiminin her iki halinde de sonuçlar eşitti. Ya boşluğa düşecek
ölecek, ya tutsaklığın sonunda pili biterek sönecekti. Ama o hazır ölümü
seçmedi. Doğal akla uydu, bir müddet zamanı ve birazcık hayatı
kazandı. İkinci seçimi, Köprünün altındaki otomobilden çıkıp anlamsız ve
amaçsız karanlık dünyaya boşluğuna geri dönmedi, Triniti’nin
çağrısına uydu; anlamı soran meraka, amacı arayan aşka yönelerek
karnında taşıdığı kulpu çıkarmak suretiyle arayış ve sorgulayışına
yeni bir platform seçti. Ücünçü seçiminde,
gerçekliği arayan beyaz ve erkek bir kimse, etkin ve yetkin
bir kişi olan Neo, kırmızı hapı seçerek açı gerçeğe adım attı.. aklının
özgürleşmesinin de yolunu açtı.. Dördüncü ve son seçiminde ise, inanarak
ölüme yeğledi aradığı özgürlüğü buldu.. Buluncaya
kadar.. bazen birden devrimlerle aştı ve erişti, bazan da evre
evre evrildi ve gelişti. Bu nihayet bir senaryo, ama gerçeklerin resmini
çeken bir kurgu..
“Seni buraya getiren, arayıp durduğun, seni
güdüleyen sorunun kendisidir.” demişti işin başında Triniti Neo’ya.
Uykusuz kalınan geçelerde sabaha kadar aranan nedir ki ? Ben bunu niçin
yazıyorum siz bunu niçin okuyorsunuz ? Servet için mi, Mevki için mi ?
Şöhret için mi ? Beğenirseniz, beni övmeniz ve benim övünmem
bana katar ? Beğenmezseniz, bana sövseniz ve sizin sövmeniz benden
neyi götürür ? Eğer işimi övgü ve sövgülere göre yapıyorsam geçici bir
sevin ve üzüntü o kadar ? Sonra yine boşluk, yine yoksunluk, yine
yalnızlık, yine kimsesizlik.. Eğer insan doğrular ve gerçeklere ilişkin
bilgileri , güzellikler ve iyiliklere ilişkin değerleri aramıyor
da başka şeyleri gözlüyor ise ne bulur ? Ama bilgi ve
değerler peşindeysek bunları arıyor, buluyor ve paylaşıyorsak bizi
güdüleyen “gerçek” bizi kendisine getirir.
GERÇEK NEDİR ? Yaşam
yolununda ortaya çıkan bir çizgidir. YAŞAM YOLU ise; yoksullukla
zorlanan, hastalıkla
ağırlaşan, yaşlılıkla
güçleşen ve vefatla sonuçlanan
bir sırat, bir caddedir... Ömür, bu yolda, hızla
akar, giderek daralır, VE ölümle noktalanır.
Bu çizginin bir parçası olarak; Gerçek; ağrı, acı ve sancıdır. Gerçek;
açlık, korku ve öfkedir. Gerçek; üzüntü, sıkıntı
ve utançdır. Ne kadar dile-getirir isek
getirelim, yaşanmadıkça tadılamayan bir deneyimlerdir. Gerçek; geçmişte örtülü olgudur. Gerçek;
şimdide sürede dizili varlıklar ve olayların doğasıdır. Gerçek; burada uzamda yer alan yapı ve işlevlerin
dönesidir. Gerçek zaman ve mekan kadrosunda
bulunan nesnelerin ve kimselerin kümesidir. Gerçek; gelecekte gizli olasılıktır. Ne
kadar düşe-götür isek götürelim, tanınmadıkça yadılmayan bir
olanaklardır. Gerçek, “doğru” değildir, “güzel”
değildir, “iyi” değildir, “yarar” değildir, “çıkar” değildir. “yerindelik” değildir, “yönündelik”
değildir. Ama bu “değil”lerin hepsi GERÇEK’in bir
yönü olarak ortaya çıkarlar. Sonsal
verilerin apaçıklığı bir gerçektir, Önsel
ilkelerin zorunluluğu da bir gerçektir. Aşkın
ülkülerin gerektirirliği bir gerçektir. İçkin
bulguların özgünlüğü de bir gerçektir. Bütün
bunlarla işleyen gerilimin akımı da bir gerçektir. Bu gerilimi işleten gereksinimlerin temas ve temaşa edilen
dolanımı da bir gerçektir.
Gereksinim karşılanma ister, döğüm
açılmak diler , karanlık aydınlığa yönelir, kaynak ereğe akar, araç
amaca bakar ve özlem kavuşmaya yaklaşır; insan arar ve sorar.
Ve her sorun bir çözüm gerekir. Ve her çözüm güzel bir sonuçla
bitmek ister ve yeniden sevimli bir sorunla başlamak diler.. Demek
ki, akıl özgürleşmek için sorunlarla ve sorularla başetmek zorundadır.
Çünkü istenç olmadan onun kullanacağı özgürlük düşünülemez. İstenç ise,
dert ve çilelerle doğar, evrenin insana direnmesiyle kendini belli eder.
Direnmeleri ve dertleri doğuran ise sorunlardır. Demek ki,
sorular ve sorunlar, hem istenci oluşturan hem onu özgürlükle buluşturan
sevimsiz gerçekler ve zorlayan olgulardır. Ama dayattıkları ve
baskıladıkları zaman gerçek ve olgu olmaktan çıkarlar. O zaman sorunlar ve
gerçeklere biraz daha yakından bakmamız gerekiyor.
|